“Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) Protokolü

13 Haziran 2023 günü sosyal medyaya ikinci kez seçilen TİP milletvekili/sözcüsü Sera Kadıgil’in bugüne kadar inmediği, çok iyi kullandığı Meclis Kürsüsünden çiçeği burnunda Bakan Tekin’e ilk işi hakkında sorusu ekranlara düştü.

 “TİP Sözcüsü Sera  Kadıgil, Anayasa’yı ihlal eden, ‘okullara din görevlileri atanması’ projesini Bakan Tekin’e sordu:  *Eğitimde Birlik Yasası’nın ihlal edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?’; **Öğrencilerin ve velilerin rızası alındı mı?” (@ilerihaber, www.ilerihaber.org

Dahiyane bir soru! TİP ve Sera Kadıgil bu soruyla tarihe geçecekler. Zira, “Eğitimde Birlik Yasası’nı ihlal eden”, “proje değil, “protkolü” hazırlayan, uygulamaya koyan Bakan’a, “Eğitimde Birlik Yasası’nın ihlal edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusu ciddi olamaz! Doğrudan, ne hissettiğini sorabilirdi! Ne yazık ki Bakan iki soruyu da cevapsız bırakmış. Kürsüden değil, “alandan” cevap niteliğinde açıklamaları saymazsak. 

Bakanlık sayfasında bugün, 13 Haziran 2023 tarihli habere göre, Eğitim’e imam atayan bakan Tekin, “deprem bölgesi dışındaki 71 ilin Milli Eğitim Müdürü ile bir araya geldiği” toplantıda, “… Bakanlığının geçmiş yıllarda olduğu gibi zaman zaman belli kesimlerce çeşitli saldırılara ve iftiralara maruz kaldığını”, “bütün bir saldırılara rağmen Milli Eğitim Bakanlığı’nca gerçekleştirilen uygulamaların başarıya ulaştığını”, “tüm bunlara rağmen başarılı olduysak bunun yegane sebebi aramızda kurduğumuz güçlü kardeşlik ve istişare kültürü olduğu”, “eğitim ailesi olarak Türkiye Yüzyılı’nın inşası için”, “Türkiye’nin maarif sistemine katkı verebilecek, gelecek kuşakların inşa edecek adımları hep beraber atacakları” açıklamasını yaptı.  

Dikkat! AKP’de somutlanan sermayenin en çok oy aldığı, 6 Şubat Maraş depreminde yıkılıncaya değin tahminen 20 milyon nüfusun yaşadığı  deprem bölgesinde, öğrenci ve okul ve tabii il müdürlüğü yok mudur ki, bu toplantıya çağrılmamışlardır! Müdür bulunurdu,  ancak okul ve öğrenci olsaydı! 8 Mart’ta enkazdan yükselen çığlıklar yerini çürümüş et kokusuna bırakır; kurtarmak için kullanılmayan ağır araçların kepçesinden kollar, bacaklar, bazen bir baş ya da yarım beden sallanırken, Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı ilan edilince  unutulan;   sandıktan AKP’ye %70 ve üstü oy çıkınca hatırlanan “deprem bölgesi dışında 71 İl Milli Eğitim Müdürü” toplanmıştır. Mali oligarşinin burjuva diktatörlüğünde demokrasi yarışına girenler, enkaz altından çıkan kimsesiz binlerce çocuğun okula,, ailelere değil tarikatlara verildiği, okul ve öğrencinin ve tabii müdürünün de olmadığı yer ve zamanda,  seçimlerin ne kadar demokratik olduğunu  sorgulanmalıdır. 

Öfkenin muhatabı, enkaz altında kalan, diri diri ölüme terk edilen, yurtsuz, kimsesiz, kayıp Türkiye işçi sınıfı değildir. Zira, yıkımın sorumlusu değil, kaybedendir. Yığınlar mülksüzleşirken enkazdan- imara yıkımı servete çeviren iktidardaki sermaye sınıfıdır; sandıkta sağlı sollu yarışan ise emekçi mahallelerinde yuvalanmış ajanlarıdır. Ne yaptığınızın farkında mısınız?

Gelelim bu yazının asıl konusuna.  Türkiye kapitalizminin, 1923 Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılında oynadığı son perdede, sahneye koyulan “Manevi Rehberlik ve Danışmanlık” ile “eğitimi” var. “Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi” adıyla, (ÇEDES)protokolü ile İzmir’de 842 okula ‘manevi danışman’ atanmasıyla dikkat çekti. İzmir MEB il müdürlüğü ile İl Müftülüğü arasında yapılan protokol gereğince “manevi danışman” adı altında ilk atamalar İzmir’de gerçekleşti. 

Tamamen Anayasa’ya ve Eğitimde Birlik Kanunu’na aykırı bir uygulamadır. DERHAL, KALDIRILMASI, KALDIRILINCAYA değin, yasal ve siyasal hakların kullanılması kaçınılmazdır. Cumhuriyet’in 100.yılında olunmakla birlikte, henüz  Yeni Osmanlı Cumhuriyeti’nin 100 maddelik Anayasası yürürlükte değildir. Yürürlükte olan son Cumhuriyet anayasasına göre hiç kimse tarafından kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetkiyi kullanılamaz. 

Anayasa Madde 4 – Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” Olup;  Anayasa’ya göre Cumhuriyetin nitelikleri 2.maddesinde sayılmıştır. 

Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” 

“Tekke ve zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men Ve İlgasına Dair” 30 Kasım 1925 tarih ve 677 Sayılı (5 maddelik) Kanun halen yürürlüktedir. Anayasa’nın 2.maddesinde tanımlı laiklik ilkesinin hayata geçirilmesinin kaynağı olan 677 sayılı Kanun’a rağmen, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden bu yana tüm yurtta etkin tekke ve tarikatların varlığı, bilimsel laik eğitim hakkının hayata geçirildiği okullara hangi sıfatla olursa olsun, öğretmen ya da pedagog, psikolog dışında imam atanmasına teşne olamaz. Meğer ki, laiklikten yana, bilimsel olandan yana emekçi milyonlar sessiz kalmadıkça! Öyle görünüyor ki, sessiz kalınmayacaktır. Okulların kapanmasına günler kala ivedilikle uygulayama koyulan atamalar, yine bilinçli, sınıf refleksi gelişmiş emekçi, işçi sınıfını oldu bittiye getirip, binlerce öğretmen atama beklerken atanan din adamlarını seneye öğretim yılı için kadrolaştırma girişimi bozulmalıdır. 

11 Haziran 2023 tarihli Evrensel Gazetesi haberine göre, İzmir’de yüzlerce veli ÇEDES’e karşı okullara dilekçe vermiştir. 10 Haziran 2023 tarihli Sol Haber’e göre, semt evlerinde atamaların kaldırılması için imza kampanyası başlatılmış; daha da önemlisi, 13 Haziran 2023 bugün, Eğitim İş Sendikası tarafından ÇEDES Projesi yargıya taşınmıştır. Tüm mücadele biçimleri birlikte kullanılmalıdır. İşte şimdi, Türkiye solunun öğrencisiyle, öğretmeniyle, velisiyle Türkiye işçi sınıfı ile “birleşme” zamanıdır.

  Anayasa Madde 7 – Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”

Yukarıda söylemiştik, hiç kimse kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetki kullanamaz. Milli Eğitim Müdürlüğü’nün, Meclis’in Kural koyma yetkisini yok sayarak, Anayasal ve yasal dayanaktan yoksun, Müftülüklerle yaptığı Protokolle uygulamaya girişilen din adamlarının okullara ataması, Eğitimde Birlik Yasası’nın açık ihlalidir. Anayasal suçtur. Görev ve yetki gaspıdır. 

Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Kanunu), Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 3 Mart 1924 tarih ve 430 Kanun Numarası ile kabul edilmiş olan ve bütün eğitim kurumlarının (Maarif Vekaletine) Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olduğunu öngören yasadır. Müftülük Milli Eğitim Bakanlığına değil, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı ise 22 Haziran 1965 tarih, 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile kurulmuş, Cumhurbaşkanlığı’na bağlıdır. Bu atamaya sessiz kalındığı takdirde MEB, Cumhuriyet’in 100.yılında lağvedildiğinde yerine geçmesi, tekke ve zaviyelerin içeriği kırk yılda boşaltılan, ilk büyük darbe 4+4+4 ile vurulan “laik ve bilimsel eğitimin” yerini alması yıkıcı ve yakın bir tehdittir. 

Anayasa Madde 11 – Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.

Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz…” 

Ne yazık ki, yukarıda görüldüğü gibi tarikatların, tekke ve zaviyelerin “işletmecisi” Diyanet İşleri Başkanlığı da, Müftülük de, DİB kapsamında Yüksek Din İşleri Yüksek Kurulu da Anayasa’ya aykırı.  Meclis’te çoğunluğu bulunan partilerden biri yahut hangi partiden olursa olsun Meclisin beşte biri bu kurumların kuruluş kanunlarını Anayasa Mahkemesi’ne taşımakla, sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunmakla görevlidir(Any.m.150). 

Madde 14 – (Değişik: 3/10/2001-4709/3 md.)

Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.

Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.

Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.”

Kaldı ki, Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi başlıklı Anayasa’nın 42.maddesine göre; “ Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz./ Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.

Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez.” 

Okullara din adamlarının atanması bir kanun maddesine dayanıyor olsaydı Anayasa Mahkemesi’nden iptali için Meclis’de grubu bulunan partiler ya da oy ve yetki verip gönderdiğiniz 600 vekilden beşte birinin başvurusu gerekiyordu. Neyse ki, 600 Milletvekili “uyurken” Meclis’den geçirilmiş, bir kanun söz konusu değil! Vekilleri beklemeksizin, hakkın öznesi asiller, çocuklarının geleceği çalınan, eşitlik ve özgürlük, barış içinde bir arada yaşama hakkı gasp edilen Türkiye işçi sınıfı harekete geçebilecektir. Geçmiştir. Eğitim İş ilk adımı atmıştır.  

Anayasa’nın 21 Ocak 2017 tarihli değişiklik 104 maddesi ile Devlet Başkanı ve tek başına Yürütme yetkisini kazanan Cumhurbaşkanı’nın çıkardığı Kararnameler bile Anayasa yargısından kaçamayacaktır. OHAL ilan edip, Anayasa Yargısı yetki dışına çıkarılmak istense bile olanaklıdır. Önemli olan siyasi iradedir. Cumhurbaşkanı’nın Kararnameleri ve Meclis’in yasama etkinliğinin ürünü kanunların bile iptal edildiği yerde Bakanlığın uygulamasının dayanağı olan protokolün iptali önceliklidir. 

Madde 104  – (Değişik: 21/1/2017-6771/8 md.)

Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.

Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bakanları atar ve görevlerine son verir.

Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.” 

Demek ki neymiş, bir konuda açıklama yapmadan önce, o konuda araştırma yapmak gerekiyormuş. Soru sormak için de! “Öğrenci ve ailelerin iznini almak” ise, bir soru değil, yol göstermedir. Eğer, yol gösterme değilse, okullara din adamı atanmasına itiraz olmaksızın, meşruiyet aracıdır.

 “Öğrenci ve velilerden” alınacak izin, giderek artan bir şekilde büyüyen yağma ve sömürünün kaçınılmaz sonucu sınıflar arasındaki çelişki, sermaye iktidarının ekonomik ve siyasi krizi derinleşirken, 6 Şubat Maraş Depremi ile yıkıcılığı artan biriken öfkeyi soğuran, olan bitene rağmen seçimler sayesinde sermaye iktidarının meşruiyet kazanması, güven tazelemesiyle bir ve aynı işleve sahiptir.

TİP Sözcüsü sıfatıyla, aleyhinde soru önergesi yerine, Bakan Tekin’e kürsüden soru yönelten Kadıgil demokrasi aşkıyla konuşurken “ailenin imzası” ile çocuk gelinlerin, aile içi tecavüz vd.her türlü şiddetin, kadın cinayetlerinin, tarikat yurtlarının varlığını unutmuş olmalı! Hatırlatmak görevimizdir.  Lenin’in, Rusya işçi sınıfının devrim yürüyüşüne yön verecek olan Nisan Tezleri’nde yazdığı gibi, tekrar etmekte yarar var: “Devrimci demokrat sözlerin şekerli suyuna sirke ve safran dökmek zorunluluğu” söz konusudur. 

Türkiye işçi sınıfı uyuyor diyen varsa, aynaya baksın uyuyan kim görecektir. İnşaat İş Sendikasına bağlı, İzomas Şirketler Grubu ve YDA Firması çalışanları, gasp edilen haklarını almak için eylemde; İnşaat-İş ve Dev Yapı İŞ gasp edilen işçi hakları için direnişte; Düzce’de kurulu Aluform Pekintaş fabrikasında Türk Metal’e üye oldukları için işten atılan 30 işçi fabrika önünde direnişinin sürdürüyor; Bolu’da Acron Elektronik fabrikasında Türk Metal’e üye olduğu için işten atılan 21 işçi fabrika önünde eylem yaptı; Hatay’da depremzedeye gönderilen dört aylık faturalara tepki gösteren Hatay Deprem Dayanışması, Abdullah Cömert Parkı’nda açıklama yaparak faturaların iptal edilmesini istedi; Barış Bildirisi imzacısı olduğu için 2017 yılında Ankara Üniversitesi’nden ihraç edilen Eğtim-Sen Ankara Şube Başkanı Mutlu Arslan görevine iade edildi: Tüm hocalarımız dönene kadar mücadeleye devam.; TÜVTÜRK Şanlıurfa/Polçak Direnişi 1657.gününde kararlılıkla devam ediyor: Şanlıurfa Polçak’a sendika girecek başka yolu yok. DİSK Sosyal-İş Sendikası, sendikal haklar yok sayılamaz. Vs.vs.Bu sadece bugün için göze çarpanlardır. 

  Türkiye kapitalizminin sahibi sermaye iktidarının yaşadığı,  4+4+4 ile eğitim çağındaki çocukların üçte birini eğitim dışı bırakırken, öğretmen sendikalarının sesini boğan boyun eğmenin/esir almanın; 6 Şubat Maraş Depremi ile kendiliğinden, sınıf refleksi ile oluşan Türkiye işçi sınıfının Birliği’ni parçalayan, birikmiş öfkesini yutan “demokrasi” oyununun zafer sarhoşluğudur. Büyük olasılıkla, Çevreye Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesinden (şimdilik) kolayca vazgeçebilir. Bu işçi sınıfı için bir kazanım olsa da bir zafer değildir. Zafere kadar bir kez harekete geçtikten sonra mücadeleyi iktidara büyütmeli, hedefe iktidarı koymalıdır. Durduğu an, kaybetmeye, üstelik ağır bir yenilgiye hazır olmalıdır. 

Emperyalizm ve işbirlikçi yerli ve milli burjuvazinin her zaferi, Türkiye işçi sınıfının boynuna boyunduruk, ayağına pranga, eşitlik ve özgürlük mücadelesine ipotektir. 14 Mayıs seçimleri, Türkiye kapitalizminin -sandıktan kimin çıktığından bağımsız olarak- zaferidir. Zira, siyasi ve ekonomik krizini aşarak, meşruiyetini güçlendirmiştir. Sermaye için yeni bir servet kaynağı olan 6 Şubat Deprem’i, Türkiye işçi sınıfı için kitlesel bir yıkım, mülksüzleşmedir, zincirlerinden başka kaybedecek şeyi kalmamıştır! Çocuklarının ayağına takılmak istenen boyunduruğu kırıp atmak,  mali oligarşinin burjuva diktatörlüğüne geri adım attırmaktan daha fazlası olabilir. Bundan sonrası, egemen sınıfın çıkarları gereği altüst oluşa sürüklenen Türkiye işçi sınıfı için “ya istiklal ya ölüm meselesidir”.