Bu Adamlar Neye Gülüyor?

6 Şubat 2023… Saat 04.17 sıralarıydı… Türkiye’nin Güney-Doğusu, Suriye’nin Kuzey Batısı yani Mezopotamya, binlerce yıldır kavimlere, halklara yurt olmuş topraklar, 7.8 şiddetinde depremle, altüst oldu. Deprem, yerküreyle sınırlı olmaksızın, varoluşun, yaşamın evrim sürecinin bir parçası  olarak kaçınılmaz. Ancak, plansızlık ve kar güdüsüyle hareket eden kapitalist yağma ve sömürü düzenin iktidardaki sermaye sınıfı için servet aracı, işçi ve emekçi sınıflar için bir mülksüzleşme ve toplu katliama dönüşüyor.  

Enkazın dumanı üstünde, altında diri diri ölüme terk edilen canlar kurtarılmayı bekliyor; cesetler kokmaya başlamıştı. Herkes can derdindeydi. Türkiye emekçi halkları, işçiler, üreticiler tek yürek olmuş, deprem sabahı örgütlenmişlerdi. Türk Kızılayı adıyla şirketleşen Kızılay, yardım malzemesi satışlarıyla;  gönüllülerden oluşan ancak örgütsüz ve plansız olduğu ölçüde çözümsüzlük üreten AFAD, gönüllüleri bölgeye sokmayarak, TIR’ları AFAD ya da Kızılay depolarına boşaltarak iş başındaydı.  Dozerler çalışmıyordu.

Yurt içinden ve yurt dışından devletler, örgütler ya da bireyler aracılığıyla ilk dakikadan itibaren  bir yandan arama-kurtarma diğer yandan, kurtulanların yaşatılması için barınma, ısınma, su ve beslenme gibi yaşamsal gereklerin kalıcı çözümleri boşa çıkarıldı. İlk günden itibaren havaalanlarında, işyerlerinde (özellikle maden işçileri hareket izni gelene kadar ocaklara inmeyerek, aletleri sırtlarında) ortalama üç gün bekletildi. Deprem bölgesine gitme izni çıktığında, ekipler şehir şehir gezdirilip bırakıldıkları alanda bilimsel ve planlı çalışmalarına müdahale edildi. Yurtdışından gelen arama-kurtarma ekipleri bölgeden ayrıldılar, ülkelerine döndüler. Deprem bölgesini terk edip ülkelerine dönüşleri haber bile yapılmadı. Oysa, Türk Kızılay’ı denilen şirketin, sivil toplum örgütü AFAD’ın hiç sahip olmadığı kadar örgütlü, donanımlı ve bilinçliydiler. Depremzedeler ölüme, ölüleri çürümeye terk edildi. Maden işçilerinin çalışması da engellendi. Önce onların çalışma başlatmak için seçtikleri noktada izin verilmeyip, hiç de uygun olmadığı düşünülen bina enkazlarına götürüldüler. Kazdıkları tünellerin üstüne dozerleri çıkarıp, işçileri çalıştırmadılar. Enkaza saplana kepçeler ölü ya da diri beden parçalarıyla çevredeki yakınların infialine yol açıyır, silahlar konuşuyordu. Oysa, maden işçileri, yeraltında kazdıkları tünelleri kazarak enkaz altındakilere ulaşabilir, güvenli şekilde çıkarabilirlerdi. Engellendi. Böyle bir çalışma aylar sürebilirdi. Sermayenin acelesi vardı. Çürüyen, sermaye iktidarının sahiplerinin gülüşleri, çürüten yağma düzeniydi. . Hep gülüyorlardı. Fotoğraflarında değil sadece, röportajlarında, sohbetlerinde.

Deprem bölgesini, iktidar muhalefet elele, Kılıçdaroğlu ve Soylu ile birlikte  “ziyaret” eden patron temsilcilerini,  13 Şubat 2023 tarihli bir fotoğrafta otel merdivenlerini kahkahalarla çıkarken görüp; “bu adamlar neye gülüyor” diye merak etmiştiniz. Tabii, sermaye iktidarının çok yönlü saldırılarından abondone olup, servis ettiklerinden başka bir şey “yemediğiniz” için, cevabı görmemiş, okumamıştınız. Şimdi unuttunuz! Demokrasi ile geldiler, demokratik seçimlerle iktidarlarını perçinlediler. Verdiğiniz oy ve yetkiyle yağma ve sömürü devam ediyor. Hep gülüyorlar, hepsi gülüyor. Hiç sinirlenmiyorlar!

Deprem bölgesinde her şey yolunda olmalı! Hiç ses seda yok! Değil mi? Duymuyorsunuz da ondan, olmasın! Yanılıyorsunuz, ses var, eylem var, açlık var; ağlayarak seyrettiğiniz yağma, depremden daha çok mülksüzleştirdi, yoksullaştırdı. Görmediğiniz halde, uyanmanızdan korktular, alanı boşaltmanız, depremi-zedeyi unutmanız için, demokrasiye sarıldılar. Aynen düşündükleri gibi, onlarca ilin yıkımı, milyonlarca işçi-emekçi-üreticinin toplu katliamı, diri diri enkaza gömülmesi, kurtulanların açlığı, soğuk, susuzluk, çaresizlik unutuldu. Yarısı enkazın altında kalan Türkiye işçi sınıfının yıkımla oluşan siyasi, toplumsal birliği parçaladı. Türkiye kapitalizmi enkazın altından servet kazanarak çıktı; rantı bölüşüyorlar, her şey yolunda, bunun için ağızları kapanmıyordu. Adamlar, bugünü görüyorlardı, elbet. Ondandı kahkahaları.

TRT’nin yalancısıyım, deprem bölgesinde yıkılmayan binalar da yıkılmış (yok, sarsıntıdan değil; söylenmeyen, ihaleyi kapanların, alt taşeronları tarafından yıkıldığı).  Yeni binalar yükseliyormuş! İşte bunun için gülüyorlardı. Hala gülüyorlar servete dönüştürdükleri enkaz için. Siz önce sevinin AKP gidecek Öteki gelecek diye sevinin, sonra oturup ağlamaya devam edin. Sizin geminiz şimdilik yüzüyor!

Şimdi, onların sevincini de paylaşırsınız tabii! Sermaye ne yaparsa iyi yapar! “Adamlar çalışıyor”! Desem ki, deprem bölgesini yeniden kurmak için bölgede yaşayan halka ait ne varsa el koyuldu. Hem de, siz uyurken imzalanan, 8 Şubat 2023 tarih,  126 sayılı “Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” ile.  OHAL ilan edilen deprem bölgesinde yürürlükteki tek hukuk normu 126 Sayılı CB Kararnamesi, tek yetkili Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı.

Meclis’e gönderdiğiniz 600 milletvekilinden 200 tanesi ya da Meclis’te en çok üyesi bulunan siyasi partiler Anayasa Mahkemesi’ne götürebilir, iptal isteyebilirdi. Götürmediler. İptalini istemediler. Bir zamanlar Yüksek Lisans Tez Danışmanım olup, yedeğe atıldığım mülakatlarda bölüm ve jüri başkanı olan Anayasa Profesörüm CHP milletvekili olarak Meclis’teydi. Bilirim, siz de bilirsiniz de bilmek istemezsiniz, tüm CHP’liler gibi,  tipik bir sosyal demokrattır. İyi tarafı, kendisini Marksist filan ilan etmez. Ne olduğunu bilir. Ödü kopar Marksizmden, sınıftan, devrimden, sermaye iktidarı ile kapışmaktan. Üstelik bir sorunu da yoktur, parlamento ve akademideki arkadaşları gibi, barışıktır iktidarla. Her neyse, 126 Sayılı CB Kararnamesi’ni, duymadınız, okumadınız! Duyduysanız da, merak etmediniz.  Yani devletin malı değil Hazine’ye aktarılıp, sermayeye üleştirilen, desem; inanmazsınız. Adamlar her istediklerini yapıyorlar, neden gülmesinler, değil mi?

Yıkılan şehirler, el koyulan ormanlar, tarlalar, araziler üzerine yeniden kurulsun diye ihale ile dağıtılan maddi kaynak,  çoğunlukla yurtdışından olmak üzere yapılan nakdi yardımlardan oluşuyor ve patronlar değil, devlet tarafından (on beş günde) bedelsiz yeniden  inşa ve yaşamı olanaklı kılacak nitelikte ve yoğunluktaydı. Yani, yıkılan şehirleri kursunlar diye sermayeye aktarılan servet de Hazine’den değil. Deprem bölgesinde enkazın altından çıkanlar, yaşama tutunmaya çalışanlar, birkaç saniyede mülksüzleşenler, yoksullaşanlar için gönderildi, ancak onlar için kullanılmadı. Bir tarafta mülksüzleşme büyürken diğer tarafta bir avuç adam servet sahibi oluyordu. Bunun için gülüyorlardı.

Bitmedi. Mülksüzleşmeye rağmen, bölgede yaşayan, üretici, emekçi yığınlar için gönderilen maddi ve ayni kaynaklara,  kamusal arazilere, tarlalara, ormanlara, yıkılmayıp yıkılan mahallelere el koyulması da yetmez. Kurdukları şehri, bedeli karşılığında yeni sahiplerine devredecekler. Onlarca şehirde yüzlerce yıldır yaşayan  milyonlarca emekçi mülksüzleşirken, hak sahiplerinden çalınan servetle kurulan şehirlere, yeni malikler yerleşecek, nüfus yapısı değişecek, servet büyüyecek, patronları sevindirecekti. Marks’a göre, her koşulda, “burjuvazi her şeyden önce kendi mezar kazıcılarını üretiyor. Onun yıkılması da   proletaryanın zaferi de aynı oranda kaçınılmaz.” Son gülen biz olacağız.

“İktidar Partisi” AKP’nin iç işlerine bakan Soylusu, başkanvekili Kurtulmuş’u büyük patronların temsilcileri ile yerli yabancı arama-kurtarma ekiplerini yolcu ettikten sonra, deprem bölgesinde buluşmuşlardı. “Reis”, tek başına “halkı” ziyaret ediyor, patronlarla görüşmeleri çıraklar yapıyordu.  İlan edilmemiş olan toplantı öncesi, deprem bölgesi baştan başa gezilmiş, tespitler yapılmış olmalı! Keşif sonrası otele dönerken, kameralara yakalanan keyifli bir fotoğrafla bir an için dikkatleri çektiler. Hepsi bu. Sonra unutuldular. Akıllarda fotoğraf ve “bu adamlar neye gülüyor?” sorusu kaldı, cevabı merak edilmeyen! Saramago’nun körleri ya görmüyor, ya gördüğünü unutuyordu! Bundan iyisi, Şam’da kayısı! Onlar gülmesin de kim gülsündü!

“İktidar partisi” AKP’ye büyük patronları; düzen muhalifi CHP’ye de küçük patronları sevindirmek düşmüştü. Aslan Sosyal Demokratların, aslan “lideri” Kılıçdaroğlu, 7 Şubat’tan itibaren deprem bölgesindeydi.  10 Mart 2023 tarihli, dördüncü ziyaretinde, “Malatya’da iş insanlarıyla” görüşmüş, “iş dünyasının sorunlarını” dinlemişti. Deprem bölgesinde iş dünyasının temel sorunu, çalışacak işçi bulamamaktı. Depremde kimi ölmüş kimi şehrini terk etmişti. Geri dönmeleri için,  “belli bir süre” işçi ücretlerinden vergi alınmamasını, (küçük) patronlar lehine “vergi açısından pozitif ayrımcılık” yapılmasını öneriyor, (çok geçmeden) ilan edilecek olan seçimlerde Cumhurbaşkanı seçilirse gerçekleştirmeyi vadediyordu (https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/100320236).

Marks; “Modern toplumda sınıfların varlığını ya da bunlar arasındaki mücadeleyi keşfetme onuru, haliyle bana ait değildir. Benden çok daha önce burjuva tarihçileri bu sınıf savaşımının tarihsel gelişmelerini, burjuva iktisatçıları da sınıfların ekonomik yapısını açıkça anlatmışlardır. Benim yeni olarak tanımadığım şey; 1) sınıfların varlığının ancak üretimin gelişmesinde belirli tarihsel aşamalarla sıkı ilişki içinde olduğu; 2) sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne varacağı; 3) bu diktatörlüğün kendisinin de sadece, bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten ibaret bulunduğu gerçeğidir” demiştir.

Örneğin, son jeolojik dönemde oluşan Anadolu ve Trakya yarımadasında aktif faylar üzerinde kurulan şehirler, yapılaşma, alt yapı işçi sınıfı başta olmak üzere, diğer üretici sınıflar için sürekli yaşamsal ve ekonomik tehdit unsurudur. Ne de olsa “burjuvazi artık… kölesine köle olarak bile varolma güvencesi veremiyor”(Lenin).  Bana kalırsa, işçi sınıfının kayıpları umurunda bile değil. Kapitalist üretim sürecinde, emeğinden başka geçim aracına sahip olmayan yedek iş gücü ordusu her zaman var nasılsa. Bile isteye, servet kaynağına dönüştüreceği bir fırsattır sermaye sınıfı için, işçi sınıfı için yıkım olan.

1999 Depremi sonrası depreme dayanıklı konutların inşası, hasar görenlerin, yıkılanların yeniden yapımı, onarımı maskesi altında kanunlaştırılan, halen yürürlükte ve taşınmaz  alım satımında aranan, Zorunlu Deprem Sigortası’nın işçi ve diğer üreticilerden alınıp, yine sermayeye kaynak olarak aktarma aracı işlevini gördüğü, görünürdeki amacın hiçbir doğal felakette, kent planlamalarında uygulanmadığı, kullanılmadığı görülmüştür.  Deprem bahane, yağma şahane! “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’ olarak 16.05.2005 tarihinde dünyaya gelen Kentsel Dönüşüm’ün ilk yasal biçimi ise, AKP’nin keşfidir.  Hayal gücünü aşan nitelikte yürürlükte ve tüm Türkiye coğrafyası uygulama alanıdır.

Dün sabah, TRT Radyo’dan “iyi bir şey” olarak ilan edildiği gibi, daha önce deprem sırasında yıkılmayan, ayakta kalan konutlar dahi yıkılmaktadır. Kriter olarak başlangıçta, 20 yıllık bütün binaların devlet zoru ile yıkılması kuralı getirilmişti. CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu tarafından en ileri modeli seçim öncesinde oluşturulmuş, uygulamaya koyulmuştur. İmamoğlu’ndan önce İstanbul’da başlayan, Tarlabaşı, Sulukule, Ümraniye, Göztepe, Fikirtepe gibi özellikle yoksul, işçi, emekçi mahalleleri Kentsel Dönüşüm kılıfıyla yerle bir edilmiştir. Yeni kurulan mahallelerden eski konut sahiplerinin çoğunluğu mülksüzleşerek şehri terketmiştir. Zira, varsa eline verilen bedel yeni yapılardan konut edinmek için çok yetersizdir. Öte yandan, artık yeni bina üretimi için boş arazi kalmadığından, Kentsel dönüşüm, devlet zoru kullanılarak yoksul işçi, emekçilerden alınıp,  inşaat ve bağlantılı alanlarda oligarklara sunulan yepyeni bir servet aracıdır.

Çok net, yığınlar halinde büyük kentlerin dışına sürülmüş, merkeze iş için gelip giden yoksul-işçi ve emekçiler buralardan da Kentsel Dönüşüm aracılığıyla sürülmektedir. Kapitalizmin çelişkilerinden biri daha karşımıza çıkıyor. Deprem bölgesinde ve deprem olasılığının yüksek olduğu İstanbul gibi şehirlerde sermaye bir yandan işçi ve emekçileri mülksüzleştirerek uzaklaştırırken, öte yandan onların emeği olmadan yapamamaktadır. Bunu da geçici işçi evleri kurarak çözmeye çalışmaktadır. Gebze ve Tuzla’da olduğu gibi… Türkiye kapitalizmin ortaçağını yaşamaktadır. Emperyalizmin egemen olduğu yer kürede oradan daha ileriye gitme şansı yoktur. Ancak, yeni çağı başlatacak olan Türkiye işçi sınıfının yükselen mücadelesi olacaktır.

İmamoğlu da, İstanbul için beklenen ve mevcut yapı stoğu ve kullanılan yapılar güven vermediği için herkesin korku içinde yaşadığı şehirde, sırasıyla yıkılacak ilçeleri ve şehirin yeniden kurulacağını ilan etti.  Ancak, eski ev sahipleri ancak evin yapım maliyetinin yarısını en az 700 bin TL borçlanarak ödediği koşullarda ev sahibi olabilecek. Ödeyemeyen, yatağı yorganı sırtında köyüne dönecek, eğer hala varsa! Şunu da ekleyeyim, yirmi değil, elli yıllık olup da kentsel dönüşümde dinamitlerle bin bir zorlukla yıkılan evler de var. Çürük olanlar ise 12 Eylül’den sonra giderek artan biçimde üretilen yapılar. 1999 ve 6 Şubat ve diğer depremlerde görüldüğü gibi ilk yıkılan yapıların tamamı son on yıllarda yapılmış yeni yapılar. Hadi bakalım, 700bin liranız olsa bile cesaret edebilir misiniz, patronlara servet kaynağı olmak üzere ihale edilen bu yeni evlere vermeye?

Eee, peki bu işten kim karlı çıkacak dersiniz? Şimdilik, inşaat, beyaz eşya, demir, vs.üreticisi, bankacısı oligarklarla onlara hizmet eden, şehirden sürdükleri işçi ve emekçilerden aldığı oy ve yetkiyle iktidar olanlar kazanacak. Ancak, nihai zafer, kendi elleriyle yarattıkları mezar kazıcılarının olacaktır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilecektir. Oligarkların elinden alınacak servetleri proletarya diktatörlüğünün kurucularının konut gibi, eğitim, sağlık, enerji, alt yapı vd. yaşamsal gereklerine tahsis edilecektir.

Yine çok konuştum! Uzun yazdım! Boşverin siz, deprem bölgesindeki mülksüzleri, büyük kentlerde kentsel dönüşümle mülksüzleşecek milyonları, evsizleri; restoranları barları boykot edin. Şimdi anladınız mı, “bu adamlar niye gülüyor”? Anlatabildim mi?