Anayasa Değişikliği Ya Da “Working Class Hero”

“Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor –Komünizm hayaleti, Avrupa’nın tüm eski güçleri bu hayalete karşı kutsal bir sürgün avı için ittifak halindeler; papa ile  çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polisleri*.

İktidardaki rakiplerince çığlık çığlığa komünist diye saldırılmayan hiçbir muhalefet partisi var mı? Daha ilerici muhaliflere olduğu gibi, gerici rakiplerine de damgalayıcı bir komünizm suçlamasıyla karşılık vermeyen hiçbir muhalefet partisi var mı?

Bu gerçeklikten iki şey çıkıyor:

Komünizm, artık tüm Avrupa güçlerince bir güç olarak kabul edilmiştir. 

Komünistlerin bakış tarzlarını, amaçlarını ve eğilimlerini tüm dünya önünde açıkça ortaya koymaları ve Komünizm hayaleti masalının karşısına bir parti manifestosuyla bizzat çıkmalarının tam zamanıdır.” (Marks-Engels, Komünist Parti Manifestosu, Aralık 1847- Ocak 1848).”

Yıl 2024, Komünist Manifesto’dan 176 yıl, Sovyetler Birliği’nin (1991’de) çözülüşünden 33 yıl sonra, ne kadar kara çalınsa, ne kadar inkar edilse, ne kadar yok sayılsa da hala korkuyorlar. Komünist Parti Manifestosu’na girişte yapılan tespit, emperyalist kapitalist sömürü ve yağma düzeninin sahiplerinin “komünizm korkusu”, bugün hala,  aynen devam ediyor. Bizzat yarattıkları mezar kazıcıları işçi sınıfının öfkesinden, mülksüzleştirilenlerin mülksüzleştirileceğinden korkuyorlar. Bunun için kıyasıya bir ideolojik mücadele, adı anılmaksızın antikomünizm propagandası yaygın olarak gerçekleşiyor. Pusulasını yitiren, “sağa sapan” sola, birliği parçalanan dünya işçi sınıfına rağmen! Zira, yetmiş yıllık Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği deneyimi, kimi zaman bilimsellikle aşıldığı halde “ütopik” olduğu, kimi zaman “dinazorlar çağında kaldığı” ya da “insanın insanın kurduğu olduğu” savlarını (Sosyalizmin kuruluşunun öncüsü, emperyalizme karşı Anayurt Savaşı’nın kumandanı Stalin düşmanlığını saymıyorum bile) ve çok daha fazlasını çürüttü. SSCB, emperyalistler ve işbirlikçiler eliyle çözülmüş de olsa, Dünya işçi sınıfına devasa bir miras, deneyim bıraktı.  

Günlerden, 1 Mayıs 2024 Çarşamba. Egemen sınıfın, nam-ı diğer sermaye sınıfının temsilcileri tarafından tarihsel ve sınıfsal kökeninden aldığı adı, -2009’dan bu yana- “emek ve dayanışma günü” olarak değiştirilen; sadece İstanbul’da -valilik tarafından belirlenen- 40 farklı noktada; 84 ilin 71’inde “kutlanan”; sınıflar mücadelesi tarihindeki yeri nedeniyle dünya ve Türkiye işçi sınıfının “1 Mayıs Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü”dür.  

Tarihsel olarak, 1889’dan bu yana 2.Enternasyonel Kararı ile Dünya ve Türkiye işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanıyor.  1856’da Avustralya Melborn’da taş ve inşaat işçileri, 1886’da Amerika’da Şikago’da yarım milyon (İstanbul’da en son 1977’de,  İstanbul Taksim’de olduğu gibi) ve Kentaki’de, siyah ve beyaz yüz binlerce işçi omuz omuza yürüdü; 1Mayıs 1886’da kanla bastırılan Haymarket Olayları** ile  tüm dünyaya yayıldı. Talepleri aynıydı: “Sekiz saatlik iş günü.”

1 Mayıs 2024, Türkiye işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşulları, 1800’lerde Avrupa ve Amerika’da ayağa kalkan işçi sınıfı ile aynı. Emperyalist kapitalist sömürü ve yağma düzeninde işçi sınıfının payına düşen hala “sekiz saatlik iş günü”nü aşan, ağır, ücretli çalışma koşulları, açlık ve yoksulluktur. Oysa, “boş laflarla karın doymaz yiyecek ekmek olmalıdır.” 

Üstelik sömürü ve yağmanın yoğunlaşmış biçimi emperyalizm çağında, yeni sınıfın doğmakta olduğu 1600; iktidarı aldığı 1800’lerden bu yana egemen sömürü ilişkisinde, üretim araçları üzerinde mülkiyet yoksunluğu nedeniyle, emeğinden başka geçim aracına sahip olmayan işçi, emekçi, üretici sınıfların sömürüsü, yaşam hakkını gerçekleştirme aracı olarak toprak ve suyun elinden alınmasına vardırılmıştır. Su kaynakları, toprak ve madenler,  yani doğal yaşam ve geçim araçları da üzerinde yaşayanların yaşamsal çıkarları aleyhine olarak kapitalist devlet eliyle, sermaye sınıfına sermaye birikim aracı olarak devredilmektedir.

Hal böyleyken, Türkiye işçi sınıfı ağır sömürü ve yağma koşullarında bilinçsiz ve örgütsüz olduğu ölçüde “silahsız ve çaresiz” bırakılmıştır. Türkiye işçi sınıfının gündemi ile burjuva diktatörlüğünün gündemi bir ve aynı değildir. İşçi, emekçi, üretici sınıfların gündemi, kaçınılmaz olarak, “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” başlığı altında toplanabilecek; sekiz saatlik işgünü, iş, ekmek, eğitim, sağlık, barınma hakkı başta olmak üzere, insanca çalışma ve yaşam koşulları için “birlik ve mücadeledir”. 1923 Cumhuriyeti’nin tasfiye sürecinin sonuna gelirken ivme kazanan, Kamu (hizmetleriyle birlikte) personelinin,  sanayi ve tarımın, idari teşkilat ve nihayet ordunun tasfiyesinden sonra toprak ve suyun zor alımına karşı “birlik ve mücadeledir”.

26 Nisan 2024 günü, Adana Demirspor- Galatasaray Maçı’nda, Adana Demirspor taraftarları açtıkları dev pankartlarla,  Grup Yorum eşliğinde sözünü söyleyecekti: “Working Class Hero”; “Her Sokakta İzin Bu Memleket Bizim” diyordu. Ayrıca, elinde keseriyle demiri döven bir demiryolu işçisi ile tünele giren tren resminin yer aldığı büyük bir pankart hazırlamışlardı.

En son, Balıkesir Burhaniye’de katıldığım 1 Mayıs “Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü” eylemine. “Pahalılık mitinglerini”, “Ankara Yürüyüşlerini” aratmayan yüzeysellikte, sürekli her yerde her zaman konuşan egemen sınıfın temsilcilerine söz verildiği, günler öncesinde yüreklere düşen heyecanı söndüren, öfkeyi soğuran, kimsenin kimseyi dinlemediği, herkesin konuştuğu, işçi sınıfının güncel sorunlarına yabancı “miting”, son oldu benim için.  Türkiye işçi sınıfı, kendisine, sorunlarına yabancı, birleştirici, örgütleyici, mücadeleci olmayan alanları terk edeli çok oldu… Bakın, artık statları kullanıyor. Kendisine, sözüne alan açıyor. 

Birileri hala, emperyalist kapitalist sahiplerinin bağıra bağıra; “işçi sınıfı yok!” Sözünü tekrarlayadursun. Bu beyler hanımlar, acaba en son ne zaman kişisel işlerini bile kendileri gördüler, mesela kaçı temizliğini, yemeğini kendisi yapıyor, fabrikada, tarlada çalışıyor? Kaçı bir işçinin emeğinden yararlanmadan, her nasılsa servet sahibi oldu? Fabrikalarda, tarlalarda, atölyelerde sömürülen, emeğine, ürününe el koyulan kim? Toprağından koparılan, kentsel dönüşümle, depremle evsiz, işsiz, mülksüz kalan kim; üretici sınıfların üzerinde yaşayıp, ürettikleri toprak ve suya el koyup servet kaynağına dönüştüren kim? 

1 Mayıs’a dair okuduğum her haber öfkemi, “sirke gibi kabartıyor, küpüne zarar veriyor”! Adana Demirspor taraftarlarının yarattığı heyecanı öfkeye dönüştürüyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın işkollarında örgütlü işçi ve sendikaların üye sayılarına göre Türkiye’de, 16 milyon 395 bin 275 işçiden, 2 milyon 495 bin 423’ü sendikalı(AA.; Orhan Onur Gemici, “İşçinin ve emeğin bayramı: 1 Mayıs”, 30.04.2024). Türk-İş Bursa’da, Hak-İş Kocaeli, Memur-Sen Samsun, Türkiye Kamu-Sen İzmir’deydi… Siyasi partiler, sendikalar hepsi çoğunlukla tek başına, kimi örgütlü oldukları il sayısınca eylemdeydi, kimi il il dağılmışlardı. Dağılan, sınıfın birliği idi. Bir kez daha, işçi sınıfının birliğine, örgütlülüğüne darbe, işçi sınıfını temsil etme, çıkarlarını koruma, örgütleme iddiasındaki işçi öğütlerinden geldi. Bir Mayıs, tek bir 1 Mayıs olarak, üstelik Taksim’de örgütlenmedikçe, örgütler yalnız kalacaklardır. Egemenlerin “korkusu” onları da saracaktır.

Daha bir ay önce, 31 Mart 2024 Pazar günü, işçi, emekçi sınıfların oyuna başvurmuşlardı. Her ne kadar, oy kullanma oranı ilk kez %26 azalsa da görmezden geliyorlar. Zira; onlar nereye bakarsa, birliği parçalanan bilinçsiz “kalabalıkların” oraya bakacağını düşünüyorlar! Yanılıyorlar.  Daha dört hafta önce aldıkları oy ve yetkiyle, oy kullanmayan, geçersiz oy kullanan, 1 Mayıs’da alana çıkmayan (çıkanlar, çantada keklik) işçi emekçi, üretici sınıfların önüne “Demokratik Bir Anayasa” için halk oylamasını koymaya hazırlanıyorlar. Güven tazelemek zorundalar.

2 Mayıs’da ekranlarda, “ya 12 Eylül Anayasası ya da demokratik bir anayasa” tartışması başlatıldı. Oysa, 12 Eylül Anayasası’nda hemen hemen değişmedik madde kalmadı; 1980’den bu yana 21 kez değişiklik yapıldı. “Demokratik bir anayasa” tartışması, bilinçli ve yanıltıcıdır. Üstelik, 2 Mayıs’da başlayan anayasa turlarından birinde Numan Kurtuluş, (asıl) tartışmaların Ekim ayında başlatılacağını söyleyecekti! Peki, 2 Mayıs’ta başlatılan ikna turları, pazarlıklar ne için? İki yüz yıl önce Avrupa işçi sınıfını devrimcileştiren çalışma ve yaşam koşullarındaki Türkiye işçi sınıfını kendi gündeminden uzaklaştırmak için.  Türkiye işçi sınıfının “eşitlik ve özgürlük” gereksinimi öylesine yüksektir ki, bunun tek gerçekleşme aracının “demokratik seçimler/demokratik anayasa” olduğu yanılgısını güçlendirecek şekilde, Türkiye kapitalizmi her sıkıştığında, sandığa sarılmaktadır. Eskisi kadar olmasa da, başarılı da olmaktadır. Ancak, 14 Mayıs 2023’de, bir yıl geçmeden ilan edilen 31 Mart 2024’te ve “çok parçalı”  1 Mayıs meydanlarında görüldüğü gibi,  bu hiç de uzun sürmemekte, sevinci yarım kalmaktadır. 

14 Mayıs 2023 Genel seçimlerini hatırlayın. Son dört yıldır “tarihi kendinden menkul bir seçim süreci” söz konusuydu. 6 Şubat’da Doğu-Güneydoğu illerinin tamamının yıkıldığı Kahramanmaraş Depremi gerçekleşmişti. Türkiye işçi sınıfı tek yürek, tek yumruk olmuş, tüm engellemeleri aşıyor, enkaz altındaki sınıf kardeşlerine ulaşıyordu. 8 Şubat’ta OHAL ilanı ve 24 Şubat’da bölgede, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın tek yetkili, yürürlükteki tek kişilik “yasa”,  “OHAL Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin” 126 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ilan edilmişti. 

25 Şubat 2023 tarihli Türkiye Barolar Birliği basın bildirisi başlığına göre, “Depremzedeye Çözüm Getirmeyen Mülkiyet Hakları Bakımından Risk” oluşturan  Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, bölgede yaşayan üretici sınıfların, emekçi halkların ve işçi sınıfının kitlesel yıkımdan sonra henüz enkaz altında kurtarılmayı beklerken, geçim ve yaşam araçlarının devlet zoruyla ellerinden alınmasının yasal kılıfı oldu. Partili Cumhurbaşkanının deyimi ile yıllardır konuşulan, “tarihi kendinden menkul” seçim için “6 Haziran beklenemezdi”! 

“Yerleşme ve Yapılaşma” adı altında dozerlerin bölgeye girebilmesi için, dikkatlerin başka yöne çekilmesi gerekiyordu. Kitlelere en çok ihtiyacı olan şey, “söz hakkı” olarak seçimler öne çekildi ve ilan edildi. On bir ilde, şehrini terk edemeyen nüfusun çoğunluğu yağmura, kara, soğuğa, susuzluğa, açlığa terk edildi, unutuldu.  Cumhur İttifakı, Millet ittifakı, Ata, “Emek ve Özgürlük” ile “Sosyalist Güç Birliği” adı altında beş ayrı ittifak kuruldu.  Adından anlaşılacağı gibi, “Emek ve Özgürlük” ile “Sosyalist Güç Birliği” sol ittifaklardı!  Egemen sınıfın demokrasi gemisine binmeye çalışıyor, siyasi temsilcileri ile yarışıyorlardı. 

Aynı film, aşağı yukarı 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde de tekrarlandı. İşsizlik, açlık, yoksulluk giderek büyüyordu. Egemenler, her türlü devlet zorunu kullanmaktan çekinmedikleri halde, ekonomik ve siyasi yönetememe krizini aşamıyordu. Ellerinde hala tek koz, “demokratik seçimlerdi”. O da giderek zayıflıyordu; son yerel seçimler tarihin en düşük katılımıyla gerçekleşmişti; %78!

Yaşam ve geçim araçlarına göz koyulan emekçi milyonlar, sandıktan umudu kesmeden, kağıt üzerinde de olsa, “Eşit Yurttaşlık Hakkının” öznesi haline geldikleri Cumhuriyet’in, kırk yıldır dibine yerleştirilen dinamitleri ateşlemenin zamanı gelmiş olmalı! En uygun zaman! Emekçi milyonlar çaresiz, başıboş, sürüler halinde en ağır yaşam ve çalışma koşullarında çırpınıyor, çıkışı bulamıyordu. Ama yakındı, her şey an meselesiydi. Egemen sınıf eliyle altüst oluşa sürüklenen milyonların “zincirlerinden başka kaybedecek şeyi kalmadığında”, yıkılırken son bir hamle yapabilirlerdi. 

Ölebilirlerdi örneğin, zaten yaşamıyorlardı; her gün yığınlar halinde ölüyorlardı. İş cinayetlerinden, kadın cinayetlerinden, depremden, selden, soğuktan, açlıktan, hastalıktan kırılıyorlardı.  Aileler her gün parçalanıyor, her gün sevdiklerinden birini yitiriyorlar, hiçbir şey yapamıyorlardı. Sokağa çıktıklarında o gün iş bulunup bulamayacaklarını, iş bulmuşlarsa akşam eve dönebileceklerini, bir ekmek alabileceklerinden şüpheliydiler. 

İktidar sahibi sınıf, korkusunda haklıydı. 31 Mart’ta sandığa gitmeyen %22, bir o kadar geçersiz oy alınmıştı. O kadar sıkıştılar ki! NTVSpor’a göre, “yerel seçimlerde kullanılan oy sayısı 38 milyon 153 bin 788. 61 milyondan fazla kayıtlı seçmen bulunurken seçime katılım oranı %78.38 oldu.” Oy kullanmayan sayısı ise 2 milyon 192 bin 577. Bir de buna, Anadolu Ajansı’na göre  2.200 milyon geçersiz oy kullanımını ekleyin. Sonuç olarak, 31 Mart seçimleri ve 1 Mayıs “Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü”ne katılma oranı hızla düşen Türkiye işçi sınıfının, düzenin aktörleriyle, düzenle ilişkisinin zayıfladı söylenebilir. 

26 Şubat 2023 günü, Beşiktaş Antalyaspor karşılaşmasında, Beşiktaş kulübünün Kahramanmaraş merkezli deprem nedeniyle başlattığı “bu oyuncak sana arkadaşım” kampanyası kapsamında sahaya atılan pelüş oyuncaklar; 4 Mart 2023 günü Pendikspor taraflarınca depremzede çocuklar için sahaya atılan toplar; 26 Nisan 2024 tarihinde Adana Demirspor taraftarları tarafından, elinde çekiciyle demiri döven bir demiryolları işçisi ve tünele giren lokomotif resmi olan dev pankart eşliğinde açılan  “Working Class Hero”, “Her Sokakta İzin Bu Memleket Bizim” pankartları, Türkiye işçi sınıfının yükselen sesidir.  Maç öncesi, açılan pankartlara hopörlörden, Grup Yorum’un 90’lı yıllara damgasını vuran Sevda Türküsü; “ cesaret, cesaret, daha fazla cesaret, kurtuluş mutlaka ellerimizdedir. Zincirlerini kır, son ver sömürüye. Özgürlük mutlaka ellerimizdedir” marşı çalmaktadır.    Türkiye işçi sınıfı, 26 Nisan 2024’de, son eylemiyle, kendisi sınıf olarak, açıkça ortaya koymuştur. 1 Mayıs alanlarında taşıyamayacağı pankartlarını statta açmıştır.

Bu nedenle, 12 Eylül’den bu yana, 44 yılda, 21 kez, en çok da AKP iktidarı döneminde yapılan değişikliklerle, yapıcısı Askeri Cunta’nın tüm izlerini silen, çelişkileri derinleştiren, gericiliği toplumsallaştıran AKP ve muhaliflerine dar gelen Anayasa, tasfiye sürecinin anayasasıdır. Anayasa değişikliği Türkiye işçi sınıfının değil, iktidardaki sınıfın, sermayenin gündemidir. Emperyalizmle uyumlu çıkarları gereğince ulusal birliği, dolayısıyla işçi sınıfının birliğini parçalamak üzere Cumhuriyet’in tasfiyesini tamamlayacak, “Yeni Osmanlı”yı ilan, Meclis’i ve kendisini lağvedecek, edemezse, onu hazırlayan bir Anayasa”! 

Hıııım! Yoksa siz, 12 Eylül Anayasası’nı mı istiyorsunuz? Diyerek, AKP’li Cumhurbaşkanı CHP’li Özer’le görüşürken; TBMM Başkanı, eski AKP başkanvekili Numan Kurtulmuş DEM Parti, Saadet ve İYİP’le görüşüyordu.  Ne kadar demokratik! Evet, burjuva demokratik! Türkiye işçi sınıfı için hiçbir şey söylemeyecek. Söyleyemez. Dolayısıyla, Ekim’de tartışmaya başlanacağı ilan edilen, artık hiç de yabancı gelmeyen “Demokratik Bir Anayasa” değişikliği gündemi, Eylül’den itibaren beklenen ekonominin dibe vurmasının yaratacağı etkiyi yumuşatmak, düzen içi çözümleri çekici kılmak üzere ortaya atılmaktadır. 

Başka bir deyişle, (devrimin objektif koşulu) iktidarın “yönetememe krizi”, “demokratik bir anayasa” ile çözülemez. Ancak, emekçi milyonları bir süre daha düzen içine tutar, sermayeye daha etkili hamleler için zaman kazandırır. Alt üst oluş kaçınılmazdır. Kaçınılmaz olanı bilen, gören Türkiye kapitalizmi bunu hızlandırmak ve lehine çevirmek için hamleler yapmaktadır. İşçi sınıfı, karşıt çıkarları gereği, tarihsel rolünü gerçekleştirmek zorundadır. Süreç, kendi içinde doğal öncülerini çıkaracaktır.  Türkiye işçi sınıfı, kendi gündemini devrime dönüştürmedikçe dolap beygiri gibi düzenin içinde dönmeye devam edecektir. “Kendi kaderini tayin” hakkında söz söyleyemeyecektir. Öncelikle,  “… halkların ya da ulusların kendi kaderini tayin  hakkı yerine, her ulus içindeki proletaryanın kendi kaderini tayin hakkına geçerlilik kazandırmakla kesin temelli görevli”(Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Sol Yayınları) somut duruma uygun sınıf örgütünü kuracaktır.

176 Yıl önce olduğu gibi, bugün de; “sosyal demokrat ve revizyonistlerin saflarında yaygın ve moda olan tez, Manifesto’nun bugün artık gelişmeler karşısında eskimiş ve kadük bir metin haline geldiğidir. Kuşkusuz bunlar, aynı zamanda Manifesto ya da Marks’tan alıntılar yapmaktan da vazgeçmiyorlar (ama buna giderek daha seyrek başvuruyorlar ve hatta İspanyol ‘sosyalistleri’ gibi bir kısmı bu tür referansları kendi literatürlerinden temelli silmiş bulunuyorlar), hemen ardından ise dünyanın 1848’den bu yana değiştiğini, Marks’ın vardığı sonuçların bugün için geçerli olmadığını ve işe yaramadığını ekliyorlar. Manifesto’nun her türden revizyonist ve ihanetçilerin işine yaramadığı doğrudur.” (Marks-Engels, Komünist Parti Manifestosu, Çev.Yılmaz Ony, Evrensel Basım Yayın, 5.basım, 2009) 4.5.2024


DİPNOT

  • Prens Klemens von Metternich, Avusturyalı diplomattır(1773-1859). Napolyon Savaşları sonunda Fransız ordusunun, koalisyon orduları tarafından yenilgiye uğratılmasının ardından, Avrupa’daki sınırları ve güçler dengesini yeniden belirleyeme yönelik, 1815 Viyana Kongresi’nde, karar merkezi kıta merkezindeki Avusturya olacak şekilde Avrupa ülkeleri arasında bir federatif bir örgütlenme önerisiyle anılır.  Gerçekten de, 19.yüzyıl Avrupası’nda kendi devrimini arayan işçi sınıfına karşı iktidardaki sınıflar tarafından, “Metternich Sistemi” olarak anılacak olan ittifaklar gerçekleşir.

François Guizot ise, dönemin Fransa Dışişleri Bakanı’dır(1787-1874). Marks’ın Fransa’da Sınıf Savaşımlarında tespit ettiği üzere, Restorasyon döneminde toprak sahipleri ve 1830 “Temmuz Monarşisinin altın kaidesi” mali aristokrasi ve sanayi burjuvazisinin ortak çıkarları için iş başındaydı.  

** Haymerket Olayları; 1 Mayıs’ın doğduğu yer, 1886’da Haymarket Meydanı.  

1 Mayıs 1886’da, “sekiz saatlik iş günü” istemiyle Kentucky ve Şikago’da ayağa kalkan işçilerinde katılacağı Haymarket Meydanı’nda düzenlenen  miting alanında işçilerin arasından atılan, altısı polis on iki kişinin olay yerinde öldüğü bomba patladığında, polisler de işçilerin üzerine ateş açarlar. Belirsiz sayıda eylemci ölür, kimi yaralanır. Bombayı atanların provakatör olduğu ve devlet tarafından görevlendirildiği şüphesiz olmakla birlikte, grevin örgütleyicilerinden sekiz kişi yargılanarak suçlu bulunur. Albert Parsons, Sosyalist İşçi Gazetesi yayıncı ve başyazarı August Spies, George Engel ve Adolph Fischer asılarak idam edilirler. Louis Lingg, ieri gizlice sokulan bir dinamit lokumuyla hücresinde intihar eder. Oscar Neebe 15 yıla mahkum edilirken, Michael Schwab ve Samuel Fielden’in idam cezaları vali tarafından ömür boyu hapse çevrilir. August Spies’ın “sessizliğimizin bugün kendisini boğan gürültülerden daha güçlü olduğu günler gelecektir” sözü akıllara yerleşti. 

1 Mayıs 1886 tarihinde Haymarket Meydanında başlayan olaylar, öncesinde ve sonrasında iki sınıfın karşı karşıya geldiği olaylar gibi, dünya işçi sınıfı tarafından unutulmadı. 1889, 2.Enternasyonal toplantısında, bir Fransız işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs, dünya işçi sınıfının “Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak ilan edildi.