Biraz Yaşam

Yaşamın patikasız güzergâhlarında kendini ararken, yolunu şaşıran bir acı rüzgârdır geçen yıllar… Nereden eser, hangi insanların eflatun göğüne konar, hangi kırlangıçlarla göçer de döner bilemezsin.

Günden güne eprimiş anılarla büyür gider ömrünün kayıt yılları, kayıp yılları… Bir hatıranın hayal meyal esintisinde titreyen eski dostlar, ilk sevgiliye kaçamak bakışlar, ilk gençliğinin delişmenliğiyle yaşamın ertesini gizlediğin o çağlar…

Geçmiş geçti, gelecek de geçecek. Her şeye rağmen bugün var elinde. Derken günün oynaşık ışıkları seni biraz daha sürükler içinde büyüyen yalnızlık türbülansına…

Sorular çoğalır. Sözcükler boğulur. Yaşama dair tumturaklı cümlelerden kaçıp demlenmiş bir sukutta, kâkülü uzun mutluluklardan uzak dururken dilsiz kalırsın kendine…

Yine de an ve mekân kavramlarından ötede saf varlığını hissetmek, derim. Çocukluğumun siyah beyaz ekranlarında rüya kenti gibi izlediğim, nedense hep Kemalettin Tuğcu kitaplarıyla özdeşleştirdiğim İstanbul’un karanlık sokaklarında yürüyorum. Bu cadde ne, yürüyen insanlar kim? Neden bu metro koşuşturması? Yüz yıl sonra hiçbiriniz bu metroda olmayacaksınız baylar bayanlar, mini etekli güzel kızlar, jon jon delikanlılar! Hepimiz bir dakika duralım ve neyi kovaladığımızı bir anlık, hep birlikte düşünelim, ne dersiniz? Çok kovalamak iyi değildir. Sizden önce de kovalayanlar vardı aradığınız şeyi… Yorulursunuz…

Yaşlanmak uzaklaşmaktır biraz kendinden. İnsanın anavatanıdır çocukluğu… Ne kadar uzaklaşsak o kadar büyür içimizde. Yaşam üzerine düşünmeden, öylece yaşarken güzeldir. Bu çocukça bir yetenek elbet… Bu yüzden çocuk olmak yaşama katılmış en muhteşem armağandır. Oysa hep büyümek istemez miydik? On dördünde yeni tüylenen yüzümüzü babamızın tıraş takımıyla yaşlandırırken ne halt ettik biz!

Çocukken kaç potinle yatağa girdim, kaç gömleğim oldu, annem kaç kez ucuz ipliklerden hırka ördü, bilmiyorum. Ne büyük eksiklik… Yaşadık geçtik, öyle kalıtsız, öyle hayal meyal… Eli kalem tutan anne babalar lütfen çocuğunuz adına günlük tutunuz, hiç olmazsa birkaç yıl nasıl büyüdüğü kayda geçsin. Onun için çok değerli olacak ilerde, emin olun.

Hep bir ayrıntılar kolajı…

Bir tren vagonunu salaş lokantasında dışarıyı izlerken uzayıp kıvrılan günbatımı dağlar, Beyoğlu’nun sokak müzisyenlerinden -artık onlarda yok- yükselen içli bir Selanik türküsü, bir Nazım şiirinden içine dolan yalnızlık dizeleri, soğuk resim galerilerini süsleyen tanınmamış bir ressamın soyut pesimist desenlerinde yakalanan ince bir duyumsayış, şarapçı babalarla gece yarısı sohbetleri… ve ille de sonbahar parkları…

Hayat gelip ayrıntı duyguların içsel iz düşümlerine dayandı.

En güzel günlerimi en yoksul ve en yoksun zamanlarımda yaşadım diyorum. Bir geceyi köpek öldüren içerken Erkan Oğur’un tek bir parçasıyla geçmek o ayakkabı atölyesinde bozma sığıntı bir evin loşluğunda… “Eksiklik kendi özümde/ Umana dalmaya geldim…” Ve dışarıda geceyi tamamlayan lapa lapa sevişken bir kar…

Hissettiğin kadar varsın ve hissettiğin kadar yaşarsın… En güzel çıkışsız bulvar bu… Hep yürümek zorunda mıyız? Bazen yorulduğu yerde kalmasını bilmeli insan…

Önder Birol BIYIK
Latest posts by Önder Birol BIYIK (see all)