‘’Önce söz vardı’’, inanç sistemleri dünyasına aittir. Tanrı buyruğuna vurgu yapar ve olduran tanrının ilk emrine işaret eder. Ülkemizdeki sol siyaset de bu inanç tavrı üzerinden yürümüş, düşünce acizliğini ezberleri tekrar ederek kapatmaya çalışmıştır. Siyasi dergiler okunduğunda bu durumun önemli açmazlarından biri olarak devam etmekte olduğu görülecektir.
İnsana hiç bir şey önceden verilmemiştir. Mısır piramitleri ya da başka devasa kalıntılardan yola çıkıp uzaylılara kadar uzanan dışarıdan gelen uygarlık efsaneleri ya da palavralarını bir kenara koyarsak, insan algılarıyla kendi dönüşümünü sağlayıp, kültür denilen kendi doğasını yaratmıştır. Tek algısı duyuları olan insanın dönüşme süreçlerinden ziyade asıl vurgu, dışarı bakışını belirleyen içerisinin oluşumlarıdır. Çok zıt da olsa aynı kaynağa tekabül eder: ister materyalist ister idealist dünya görüşüne sahip olsun her ikisi de insanın dış dünyaya karşı bir yorumundan başka bir şey değildir. Dönüşüm süreçlerinin iki temel yönü kurgu ve kabuller bütünüdür; İçine doğduğumuz kültüre göre belirlenip yaşarız.
Her teori aslında yaşanmış pratiğin anlatımıdır. Membası yaşamın ta kendisidir. Yeni teoriler de bir sonraki adımın tezahürleri olarak ortaya atılır ki geçmişe dayanan bir gelecek algısı inşa eder. Buraya kadar sorun yok; sorun bundan sonra başlıyor: sistemleştirilmiş teoriyi pratiğin belirleyeni olarak atadığınızda, yaşamı da teoriye göre düzenleme kaygısı baş gösteriyor. Kabul edilmiş doğruları esas alan bu yaklaşım, yaşamı daraltıp, onun canlılığını yok eden bir hale dönüşüyor. Vurgu yapılan inanç sistemleri nasıl böyle ise bunun karşısında konumlanmış tüm yaklaşımlarda aynı anlayışı besliyor; dondurulmuş tarih ve bugüne dair yaşam anlatıları. Yaşamasız ve ölü metinler: kütüphaneler bu yüzden ölü kitaplar mezarlığı gibidir. Bir bütün olarak geleneksel solun açmazı da burasıdır; eğer ki insanı ya da kitleleri teoriye(programa) göre dönüştürme başarılırsa devrim yapılmış olunacaktır ki baştan kaybetmektir. Devrim tarihsel bir an değil ki yapılan bir şey olsun; sürekli yaşanılan, dönüşen bir oluş halidir. Devrimi iktidar sorunu olarak görenlerin(indirgeyenlerin) anlayışıdır bu: iktidarı aldıkları günün ertesinin, devletin değil devrimci sürecin sönümlenmeye başladığı, karşı devrimin taşlarının döşendiği güne dönüşmesi bu yüzden. Yani 1990’ların başında başta Sovyetler Birliği olmak üzere sosyalist adı verilen bürokrasiler yıkılmamış aslına rücu etmişlerdir. Bu yanılgı bugün hala geçerlidir.
Toplumsal olgular nedensiz, durup dururken ortaya çıkan süreçler değildir. Sol, kendiliğinden denildiğinde, kendisi dışındaki her türlü kalkışmayı anlar; Gezi eylemlerinde olduğu gibi, tüm haşmetiyle bir kalkışma söz konusu olduğunda, kitleler kontrol altına alınıp programlarına göre yola getirilmez ise bir anlamda yoldan çıkıp kısa erimli olacak ve o ünlü sözleriyle “saman alevi” gibi parlayıp sönecektir. Kitle insiyatifine zincir vurmak gerek iktidarı elinde tutanların ve gerekse iktidara talip olanların ortak politikasıdır.
Fransız Devrimi’nden, Ekim Devrimi’ne kadar yaşanılanlar söylediklerimizden farklı değildir; ezilenlerin başkaldırısı sistemi yıkıma doğru götürmeye başlayıp başarı kazanma noktasında kitlelere gem vurmayı başaranlar( ister burjuvazi ister Bolşevikler olsun) iktidara yerleşmişlerdir: kitle insiyatifi kırılmış, bireysel özgürlük ve yaratıcılık baskı altına alınarak yok edilmiştir. Kitleler hep yeni bir yarına(devrime )ihtiyaç duymuşlardır.
Tarihsel materyalist anlayışın zaman boyutuna dayalı, aşamalarla belirlenen bir kuram oluşturmak ve buna uygun programları dayatmak, sömürü ve zulme “zaman” tanımaktır. Devrimi sömürünün en yoğun en dayanılmaz noktasında beklemek bir yönüyle ekonomik sadizmdir. En sert muhalefeti yaptığını iddia edip de düşmana zaman kazandıran bu anlayış terk edilmelidir.
Unutmayalım ki tarih düşmana zaman tanımayanlar tarafından yazılmış ve yazılacaktır: Winstanley, Spartaküs, Şeyh Bedreddin ve daha niceleri. “Onlar zaten yenilecekti, tarihin demir yasalarını bilmiyorlardı ve zamansız çıkışlardı” diyenler ise baştan kaybetmişlerdir.
Kaybedecek zamanımız yok. Ya hemen şimdi ya da hiçbir zaman…
- Bir Sol Şerit İhlali: Küçük İskender - 30 Temmuz 2022
- Önce Eylem Vardı - 24 Ekim 2021
- Eros’u öldürmek - 11 Ağustos 2021