Bir şiddet döngüsü: İşkence

Mehmet Eymür’ün açıklamalarını dinlerken, Franz Kafka’nın ; “Giyotin gibi bir inanç. Onun  kadar ağır, onun kadar hafif “sözleri geldi aklıma. Mehmet Eymür sorgu sırasında işkence  olabileceğini savunurken diyor ya: “Başka çare yoksa yapılabilir. Bazı tipler çok inatçı oluyor.”  Mehmet Eymür’ün bahsettiği o inatçı tiplerden biriydim bende… 

 Katıldığım panellerde bazen şöyle sorular geliyordu, “o kadar işkenceye dayanabilmek için nasıl  bir inanç, nasıl bir motivasyon gerekiyor?” Aslında cevap çok basit, ister fiziksel ister psikolojik  işkence olsun, nereden ve kimler tarafından uygulanırsa uygulansın, insan onurunu kırmaya dönük  bu uygulamalar karşısında ruhsal bütünlüğünüzü korumak için direnmekten başka çareniz yoktur.  İşkence süreci dipsiz, karanlık bir kuyudur ve güçlü olmaktan başka şansınız yoktur. Kaldı ki  düşüncelerinden dolayı işkenceye maruz kalan bir insan düşüncelerinin bedelini göğüslemeye  hazırdır. Yüz kızartıcı bir suçtan değil düşüncelerinden dolayı yargılanır. Bu yüzden bilir ki, askıda  çarmıha gerilen, elektrik verilen sadece vücudu değil asıl olarak fikirleridir. İşkencede direnen kişi  gücünü haklılığından alır. Dupduru bir bilinçle bakar hayata hatta karşısındaki işkencecilere bile..  Bunun bir sistem sorunu olduğunu bilir. 

 Son günlerde işkence, sistematik işkence çeşitli vesilelerle gündem oluyor. Bunu olumlu  buluyorum. Çünkü en fazla hasır altı edilen konulardan biridir işkence. Geçen hafta da sistematik  işkence üzerine yazdım. Eğer gerçekten demokratikleşmek istiyorsak, yüzleşmek zorundayız.  AKP’nin yeni devletiyle de eski nizamla da… Ne yazık ki, televizyon ekranlarında işkencecilerin  anlatımlarını dinliyoruz hala. Oysa, bir de işkence görenlerden dinlesek bu işkence süreçlerini. 

 Yeni jenerasyon pek bilmez. Mehmet Eymür, dönem dönem konuşur, basına demeçler verir.  Genelde kritik süreçlerde ortaya çıkar Eymür. Doğu Perinçek ile aralarındaki kişisel çekişmelerden  dolayı bazen ortaya dökülür entresan gerçekler. 

 Anlatılan olaylar önemli elbet. Lakin asıl önemli olan işkence konusu. Televizyon ekranlarında  anlatılıyor, sanki normal bir şeymiş gibi… Tabi bu sadece Türkiye’de yaşanmıyor. Bu işlerin baş  mucitlerinden biri CIA’dır. Amerika’nın, “Panama İşkence Okulununda” öğretilen güçlendirilmiş  sorgulama teknikleri yani işkence teknikleriyle Latin Amerika’yı nasıl bir laboratuvar olarak  kullandığını hepimiz az ya da çok biliriz. CIA’nin “Panama İşkence Okulunda” yetişen yıldızı  parlak işkencecileri, Latin Amerika’dan Tayland’a kadar dünyanın herhangi bir yerindeki cuntaların, darbelerin arkasında görebilirsiniz.  

 Sahi, 15 Temmuz Fetullahçı darbe girişiminde (siz bunu Amerika’nın darbe girişimi diye okuyun) Graham Fuller ne geziniyordu oralarda? Sonra niye topukladı, ortadan kayboldu? Hatırlarsanız o  dönemki, ABD hükümeti birkaç gün susmayı tercih ederek beklemişti. Bu defa Sam amcanın  “bizim çocukları” darbeyi yüzüne gözüne bulaştırmıştı. Bir yerde darbe ortamı varsa, yayvan  konuşulan bir Amerikan aksanlı ingilizce kulağınızı tırmalar. Darbe alemlerinin favori çocuğudur  CIA. 

 Türk kontrgerillasının röntgenini çekecek olsak ana rahmindeki döllenmiş bebeğin gelişmekte  olan beyninden ayak parmaklarına kadar CIA’nin yüzünü görürüz. Alparslan Türkeş’ in meşhur  komando kamplarından bugüne kadar birçok olayda ve örgütlenmede bunun izlerine rastlarız.  Neyse konumuz işkence… 

 Hangi nedenle olursa olsun, kime yapılırsa yapılsın işkence bir insanlık suçudur. İşkencenin  normalleştirilmesi, bir rutin halinde uygulanmasının sonuçları vahim olmuştur. Türkiye’den Latin 

Amerika’ya ; Guantanamo’dan Ebu Garib hapishanesine… Uygulanan işkencelere bakmamız  yeterlidir. Sistematik işkence dediğimiz olay, devlet politikası olarak, istihbarat teşkilatları ve kolluk güçleri tarafından belli bir hedefe odaklanarak, günlerce, aylarca hatta bazen yıllarca uygulanan  işkence periyodudur. Bu konuda başta Amerika olmak üzere tüm devletlerin tarihini “tencere dibin  kara seninki benden kara” deyimi özetler. 

 Devlet aklı işkenceyi normal bir uygulama gördüğünde tüm toplum bundan etkileniyor. Ve işkence kültürü oluşuyor. Günlük yaşama yansıyor. Kadına şiddet, LGBTİ bireylere şiddet, Afrika’lı sihayi  insana şiddet, çocuğa şiddet ve öteki görülen herkese şiddet… Ve koyu bir nefret! Nefretin  örgütlediği karşı nefret… Nefret ikliminin sarmalı… Bu bir şiddet döngüsü. Asıl olarak bu döngüyü  kırmak lazım! 

 1997’de gözaltında işkenceli sorgudan geçtikten sonra işkenceciler bana sormuştu; “bir gün senin  eline düşersek bize sana yaptığımızın iki katı işkence yaparsın değil mi?” 

 “Hayır yapmam” dedim hiç tereddüt etmeden. 

 “Nasıl yani bizi affedebilecek misin” dedi biri. Diğeri, “kesin yaparsın” dedi.  Sözlerimi yineleyerek “hayır yapmam” dedim net bir ses tonuyla. 

 “İyi de neden” dediler. 

 “Sizi affetmeyeceğim doğru ama bir gün elime düşerseniz size işkence yapmam. Çünkü size  işkence yaparsam ben de sizin durumunuza düşerim yani işkenceci olurum. Karşı çıktığım bir şeyi  yaparsam ne farkımız kalır?” diyerek yanıt verdim . 

 “Biz işkenceciyiz öyle mi küçük hanım? Civcive bak sen, çıktığı yumurtanın kabuğunu  beğenmiyor. Sen bizim kızımızsın. Ne çabuk unuttun geçmişini. Komünist bir örgüte katılınca  hafızan mı silindi? O kadar kolay mı, ne ara onlardan oldun sen?” dedi tim şefi, sert ve alaycı bir  ses tonuyla. 

 “Ben geçmişimi reddetmiyorum. Evet, sizin içinizde büyüdüm doğru. Ama sizden değilim. Siz  işkence ve katliam yaparak her sorunu çözeceğinizi sanıyorsunuz. Siz bu ülkeye değil, Amerikan  emperyalizmine hizmet ediyorsunuz. Gerçek vatansever olan benim siz değil. 

 “Sana işkence yaptığımız için bize kızgınsın, öfkelisin. Ama unutma polis olacaktın sen. Bak  başvurun duruyor hala. Tüm geleceğini karartıp o komünist örgüte girmeseydin şu an meslektaş  olacaktık. O zaman da böyle mi düşünecektin? Bir gençlik macerasına kapıldın sen. Ayrıca şunu iyi  bil, ben yıllardır bu mesleği yapıyorum ama hayatımda ilk defa birine işkence yaparken bu kadar  zorlandım. Konuşsaydın tüm bunlara gerek kalmayacaktı. Sana işkence yapmak hoşumuza mı  gidiyor sanıyorsun? Senin yüzünden günlerdir uyuyamıyorum. Gözümü kapattığımda aklıma sen  geliyorsun. Sadece ben değil tüm ekibin psikolojisi bozuldu. Sana mı işkence ettik kendimize mi  belli değil. Çünkü sen inkar etsende bizim kızımızsın. Neden anlamak istemiyorsun” dedi tim şefi. 

 “Bana işkence yapmakta zorlandınız, çünkü sizin içinizde büyüdüm. Ama buna rağmen işkence  prosedürünüzü eksiksiz uyguladınız. Şimdi timsah gözyaşları döküyorsunuz. Timsah, yavrusunu  yerken gözyaşı dökermiş. Ayrıca, bana işkence yaparken zorlandığınızı söylüyorsunuz. Peki ya  diğerleri… Hiçkimse işkence görmeyi haketmez. Bir vicdanın olduğunu düşünüyorsan başkalarına  yaptığın işkenceleri de sorgula. Belki bir gün işkence yapmaktan vazgeçersin.” 

 “Sana ne diğerlerinden. Onlarla sen bir misin? Sen şu an bu vaziyette olmamalıydın. Akıllısın, 

cesursun, zekisin, inançlısın, inanılmaz bir direncin var. Ama sen geleceğini mahvettin. Bu aklını  devletten yana kullansaydın ya! Bak ben sana söyleyeyim, senin gördüğün bu işkencenin yarısını  ben görsem donuma kadar çözülürdüm. Şu enerjini, zekanı devleti yıkmak için değil de devlet için  kullansan, yeminle devlet güçlenir.” dedi tim şefi. 

 “Ben geleceğimi karartmadım. Bence, asıl siz geleceğinizi karartıyorsunuz. Tarihe bir işkenceci  olarak geçeceksiniz, bu sizi hiç mi rahatsız etmiyor? İşkence yaparak bir yere varamazsınız.”  dedim. 

 “Sen geleceğini karartmadın öyle mi? Demek asıl biz geleceğimizi karartıyoruz öyle mi küçük  hanım? Bu akşam sen hapishanede yeni mekanına yerleşirken, biz polis balosunda olacağız” dedi. 

 “İyi o zaman, bu akşam polis balosunda bir şampanya patlatıp kutlama yaparsınız. Yalnız kadehini  benim için kaldırmayı unutma. Gözlerini kapat ve bir dakika benim dediklerimi düşün. Belki  başkalarına işkence yaparken bundan sonra biraz kendini sorgularsın. İşkence yaparak bir yere  varamazsınız” dedim. 

 Elbette ki ben ne ilktim ne de son olacaktım. Devletin bu şiddet döngüsü, dünden bugüne, Ziverbey Köskü’nden, bugün bahsedilen MIT’in gizli işkence merkezlerine… Eski devletten yeni  devlete… Farklı yöntem ve şekillere bürünerek devam ediyor. Eski devlet, emniyette, karakolda  uyguluyordu iskence politikasını yani daha resmi prosedürle. Yeni devlet ise gizli iskencehanelerde uyguluyor. 

 Yıllar geçti, yollar geçti, nice insanlar geldi geçti… Lakin bu şiddet döngüsü her daim kendini  yenileyerek devam ediyor. Bir şeylerin değişme vakti gelmedi mi?