Bilinçaltı çöplüğü 

Özgün olmayı ihmal edenlerden olmamalıyım. İçimden yeni boşluklar yaratmak, sonra o boşlukları kendi koşullarımda yapabileceğim kadar doldurmak… Ama daha önce aklımı ve gözlerimi serbest bırakmalıyım. Onların ipi bir yerlere bağlıyken yeni/özgün bir şey yapabilmem mümkün değil. Ancak boş bir bardağı yeni bir şeyle doldurabilirim. Boşluktan kastım, kuşkusuz “fazlalık”lardan arınmışlık halidir. Bunu sadece kendim için yapacağım; kendi belirlediğim standartlarda… Bunu başarabilmek benim için büyük atılım olur.

Biliyorum, bu anlamda içe doğru attığım her adım, beni dışarıya doğru taşıyan bir adım olacak aynı zamanda. Zira kendimi bu anlamda yeniden kurmadan, hem kendi zamanımı hem de başkalarının zamanını boşa harcamış olacağım. Çevremizde olup bitenden sağlıklı bir biçimde etkilenmek, ondan bir müzik, şiir, estetik çıkarmak içimizdeki boşlukları bu anlamda kendimizce doldurmaya bağlı. İşte insanlığın sorunlarına çözüm getirecek kaynak… İnsanın içi… Daha doğrusu bilinçaltı…

İnsanlar genellikle politikacı gibi düşünüyor. Oysa bir sanatçı gibi düşünmeli. Zira bütün yaratıcılık buradadır. Politik alanın bir yaratıcılık yönü yoktur ya da çok kısırdır. Politik zihinsel kodlar çerçevelenmiş kodlar oluşturuyor. Sanatsal zihinsel kodlar, tam bir özgünlük vaadidir… Ancak bu -ikinci- bakış açısıyla yeni/yaşanabilir bir dünya yaratılabilir. Ancak yarattığımız bu dünyaya karşı sorumluluk duygusuyla taşabiliriz.

Tabii sorumluluk dediğimiz şey boşlukta, rastgele oluşabilen bir şey değil. Birçok insana sorsanız “kendinizi nerede buluyorsunuz” diye, yine pek çoğu, mesleğinin ya da cinsiyetinin içinde bulunduğunu söyleyecektir. Oysa insanların asıl içinde bulundukları yer bilinçaltıdır. Oraya atılan tohumların ürünleriyiz. Oraya bugüne kadar atılandan farklı “tohumlar” atılmasından bahsediyorum. Sonuçta gerek mesleğinizin, gerekse de insanlarla ilişkilerimizin niteliğini belirleyen ahlâki sınırı bilinçaltımız koyuyor. Kuşkusuz her insanın bilinçaltının ahlâki sınırı farklı farklıdır. Bu durum, cinsiyetten cinsiyete, kültürden kültüre faklılık gösterir. Ama aslolan bilinçaltımızın ahlâki sınırının düzeyi, niteliği ve evrenselliğidir.

Dünyaya tüm kapılarımızı kapatabiliriz; tüm kapılarımızı, hatta tüm pencerelerimizi de açabiliriz. İşte bu bilinçaltımızla ilgili bir şey. Ben bir Psikolog ya da psikiyatrist değilim, ama bunu görebiliyorum. Sonuçta, kişileri, kurumları, olguları “dev aynası”nda büyüten de küçülten de bilinçaltımız değil midir?

Bir yere gitmek istediğiniz halde hayat sizi oraya götürmüyorsa, ya gittiğiniz yolu ya da gideceğiniz yeri değiştirmelisiniz. Zira ikisinden biri size göre değildir. Tabii hayatın bizi gayriiradî olarak bir yerden başka bir yere sürüklediğini söylemeden geçersem insanlara haksızlık etmiş olurum. Bu nedenle bu şerhi düşmeliyim…

Ama her ne olursa olsun bilinçaltımız o sahne ışıklarının uzağındaki yer, varlığımızın mutfağı, karakterimizin kaynağı, kendimizle başkaları arasındaki mesafeyi belirleyen soyut şey, bizi her ne isek “o” yapandır.

Bu minvalde hayat, diğer yanıyla tüm zorluklarıyla akıp gidiyor. Bütün bu olup bitenlerden etkilenmemek için mükemmel bir serada yaşamak gereklidir ki, böyle bir şey mümkün değil. Oysa ne kadar güzel olurdu; insanların daha çocukluğundan itibaren bahçeden açan bir çiçek gibi serpilip büyümesi…

Dünyanın yaşar kalması ve hayatın böylesine serpilip büyümesi William Blake’nin dediği gibi, ”algı penceremizin temizlenmesi”ne bağlıdır. Mevcut algı kalıplarımızın bize yüklediği roller yapıcı değil, daha çok yıkıcı. Artık gidişat daha da kötüdür; ilericiler gericileşmiş; devrimciler statüko yanlısı olup çıkmışlar… İçinde bulunduğumuz an, bir sonrakine umut beslemiyor; yaşam ölümü çağırıyor; çürümeye, bozulmaya, o son durağa, yara bere içinde, bozguna uğramış olarak gidiyoruz. Gerek yerelde, gerekse de Ortadoğu’da bugün yaşanmakta olan savaşlar bunun için yeterli göstergeler değil mi? İleride umut verici bir işaret yok. Buradan bir kurtuluş arayışı içine girenler kalın bir sis tabakasıyla karşılaşıyorlar.

Aslında sadece, eko-sisteme bakmayı becerebilsek neyi yanlış yaptığımızı, doğru olanın ne olduğunu görebileceğiz. Ama bugün “o” bilinçten, daha doğrusu “o” bilinçaltından çok uzağız. Tam da burada, Ursula K. Le Guin’e söz vermeli: “Yeniden doğumdan fazlaca bahsederken, yeniden doğurmadan hiç bahsetmeyişimize hayret ediyorum. Bu kelimenin kendisi pek çok insana yabancı… (…) Yeniden doğmak zorunda değiliz, yeniden doğurabiliriz. (…) Böylesi bir bilinç, her türden yeni davranışa giden kapıları açabilir.”

Söz konusu etmek istediğim tam da bu; yaşamı yeniden doğurmak. Bunun için, bizi yöneten bilinçaltı çöplüğünden kurtulmak… Kişinin zihin-beden bütünlüğünün sağlanması ve korunması için, “çöplük” olarak nitelediğim fazlalıklardan kurtulmak ancak “içeriye” doğru, kendince adımlar atmakla mümkündür.

-Ki dışarıya doğru sağlıklı adımlar atılabilelim..
-Ki, özgün olmayı ihmal edenlerden olmayalım.
-Ki, özgün olmayı denerken, özgür olmayı ihmal edenlerden olmayalım.

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)