Beni Asla Bırakma

Bahçe duvarlarının arkasında öğrencilere korku salan, karanlık bir orman… Hafta sonu evlerine ya da tatile gidemeyen, okuldan önceki yaşamlarını hatırlamayan, gözetmenler tarafından dış dünyadan tamamen izole şekilde yetiştirilen öğrenciler…

Hepsi, İngiltere’de bir yatılı okul olan Hailsham’ın atmosferinin parçaları. Hailsham ise, büyük yazar Kazuo Ishiguro’nun engin hayal gücünün ürünü. Bu hayal ürünü okuldaki gözetmenler spor ve sanata büyük önem veriyor, öğrencilerine sürekli olarak özel olduklarını söylüyor ve bedenlerine çok çok iyi bakmaları gerektiğini hatırlatıp duruyorlar.

Peki, neden?

Çünkü okulun zavallı öğrencileri, emanet hayatlar yaşıyorlar. Başkaları adına, başkalarının derdine deva olabilmek için… Ve biliyorlar ki gün gelecek, başkalarının sağlığı için kendi canlarını feda etmeleri gerekecek.

Evet, Hailsham’ın öğrencileri, ihtiyaç duyulduğunda organları (adeta) hasat edilmek (!) üzere klonlanmış insanlar. Ishiguro’nun Beni Asla Bırakma isimli romanı, böyle kasvetli, karanlık ve distopik bir dünyada geçiyor. Okuyucunun üzerinde öylesine sarsıcı  ve derin bir etki bırakıyor ki yayımlandığı yıl Time tarafından İngilizce yazılmış en iyi 100 roman listesine alınmış… Romanı okumanızı tavsiye ederim. Ancak bu noktada konuyu değiştirmem gerekiyor çünkü odaklanacağımız konu romanın eleştirisi değil, “organ bağışı”.

Organ, doku veya hücre nakli, günümüzde birçok ciddi ve hayati tehdit yaratan hastalık için (çoğunlukla) tek hayat kurtarıcı tedavi şekli. Dünya sathında birçok hasta, yaşama tutunabilmek için böbrek, karaciğer, kalp, akciğer, pankreas ve ince bağırsak gibi hayati organların naklini bekliyor. Ancak, bağış o kadar az ki ihtiyaç duyulan organ sayısını karşılayamıyor.

Organ bağışı ve nakli konusunda dünya sathında veri toplayan ve yayınlayan bir kuruluş var. Unvanı, Global Observatory on Donation and Transplantation (GODT). İspanya Organ Nakli Organizasyonu (ONT) ve Dünya Sağlık Örgütü’nün ortak girişimi. Kuruluş tarafından hazırlanan Organ Bağışı ve Organ Nakli 2020 raporu, yaptığımız tespitin altını çiziyor: Giderek daha fazla ülkenin ulusal sağlık sistemlerinde organ naklinin rolüne ilişkin farkındalık yükseliyor. Bununla birlikte, ne yazık ki organ nakli programları artan talebi karşılamakta yetersiz kalıyor. Organ bağışı ise neredeyse yok denecek kadar az.

Organ nakli hizmetlerinin yetersizliği, bağışçıların azlığı ile birleşince organ nakli turizmi artıyor ve organ ihtiyacındaki kişiler yasadışı ve etik olmayan yollarla organ nakli hizmetine ulaşabilmeye çalışıyorlar. Kazuo Ishiguro’nun romanının başlangıç noktasını da bu çaresizlik oluşturmuş olmalı.

Biliyorum, acaba ülkemiz bu açıdan ne durumda, diye düşünüyorsunuz. Tahmin ettiğiniz gibi durum hiç de iyi değil. Bu konuda başvurulan göstergelerden birisi, milyon nüfus başına düşen ölüm sonrası donör sayısı. 2020 yılı rakamlarına baktığımızda, bu sayının Avrupa’da genellikle 20-25 düzeylerinde seyrettiği, İspanya’da 38 gibi yüksek bir seviyeye ulaştığı, Kanada’da 19,5 iken Amerika’da da İspanya’da olduğu gibi 38 düzeyinde bulunduğunu görüyoruz. Türkiye’de ise milyon nüfus başına ölüm sonrası bağışçı sayısı sadece 2,0. Bu rakam 2000’li yılların başında da aynı seviyelerdeymiş. Yani, bir gelişim kaydedilemiyor.

Hal bu iken, gözler kaçınılmaz olarak yeniden bilim insanlarına dönüyor ve hastalar bir çözüm bekliyorlar. Geçtiğimiz haftalarda, bu konuda oldukça ümit verici bir haber yayımlandı ve Massachusetts, Boston’da yaşayan; ağır karaciğer hastalığından mustarip bir gönüllünün, vücudunda “ikinci bir karaciğer oluşturabilecek” yeni bir tedaviyi deneyen ilk kişi olacağı açıklandı. Tedavi, hastanın lenf düğümlerine, bir donörden alınan karaciğer hücrelerinin enjekte edilmesi esasına dayanıyor. Kulağa ne kadar garip geliyor değil mi? Vücutta oluşacak ikinci bir karaciğer…

Tedaviyi geliştiren şirketin unvanı LyGenesis. LyGenesis, bir “klinik evre hücre tedavisi” şirketi. Hastaların lenf düğümlerini bir biyoreaktöre dönüştürerek görevini yerine getiren ektopik organlar üretmelerini sağlıyor. (Ektopik organ, vücutta normal olarak bulunması gereken yerde değil de, başka bir yerde bulunan organ anlamına geliyor)

Yaklaşım hayvanlar üzerinde denenmiş ve işe yarıyor gibi görünüyor.

LyGenesis, sadece karaciğer değil; diğer organlar için de tedaviler geliştirmek üzere çalışmalarını sürdürüyor. Şirketin kurumsal internet sitesi incelendiğinde; karaciğer çalışmalarının ikinci faza geçtiği, böbrek ve pankreas üzerine yapılan araştırmalarda ise kavram ispatı düzeyinin geçildiği anlaşılıyor.

Bilim, birçok alanda hastalıklardan mustarip insanlara umut kaynağı olmaya devam ediyor.

Bir sonraki yazıda görüşene kadar, sağlıcakla kalın.

Özgün ÇINAR
Latest posts by Özgün ÇINAR (see all)