Başkanlık Sistemi, Güçlü Devlet ve Erdoğan Miti

7 Haziran’da  ‘başkanlık sistemi’, 16 Nisan’da ‘cumhurbaşkanlığı sistemi’ ve 24 Haziran sürecinde ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ olarak referans verilen rejim değişikliği çabası, devletin yeniden yapılanmasında ihtiyaç duyulan güç-denge değişimlerini yansıtırken, toplumsal alanda lider mitine yaslanan boyutlara da sahip oldu.

Son dört beş yılda ülkede yaşanan krizler, toplumsal sorunlar ve artan şiddet ortamına karşın Erdoğan miti, parti liderliğinden devlet liderliğine dönüşürken, 15 Temmuz sonrasında devletin bekası ile özdeşleştirilerek devletin bölünmez bütünlüğünün simgesi ve temsili olarak  güç kazandı. Bu anlayış, parti tabanından milliyetçimuhafazakar-İslami kesimlere kadar yankı buldu. Dikkat çekici biçimde, siyasi çalkantı ve toplumsal krizler karşısında var olan sistemin işlemediği ve ülkenin yönetim krizi içinde olduğu teslim edilirken, çözümler de lider kültünü merkeze alan referanslara dayandı. Devlet alanı içerisindeki kriz derinleştikçe, başta Kürt meselesi olmak üzere toplumsal alanlardaki sorunlar derinleştikçe, lider kültüne yaslanan rejim değişikliği çabaları öne çıktı.

“Teklik” çözümü!

İktidara taraf olan toplumsal kesimlerin toplumsal sorunlar ve huzursuzluklara dair çözüm önerileri ‘tek’lik ve ‘pratik’lik etrafında çizildi. Yani koalisyonlara karşı teklik, bölünme mefhumuna karşı güç, iç ve dış tehditlere karşı güvenlik söylemi öne çıktı. Yasama, yürütme ve yargı gibi temel organları uyumsuz çalışan bir devletin ve kriz içinde olan bir sistemin karşısında gücün bir elde toplanmasının pratikte faydalı olacağı belirtildi.

Türkiye’nin önemli bir evreden geçtiği, işlerin eskisi gibi gitmeyeceği ve taşların fazlasıyla yerinden oynadığı algısı ve artık yönetim biçiminde değişikliğe gidilmesi gerektiği iktidar nezdinde yaygın biçimde ifade buldu. 2. İstiklal Savaşı ya da 2. Cumhuriyet Dönemi gibi kavramsallaştırmalar, bir değişim dönemine atıfta bulunan belirleyici örnekler oldu. Büyük resme  ve toplama bakılması gerektiğini vurgulayan bir bakış sürekli biçimde işlendi. Buna göre, önemli olanın fayda olduğu, yeni yönetim biçiminin adının ne olduğunun önemli olmadığı, geçmişten bugüne Türkiye’nin neler kat ettiğine bakılması gerektiği sıkça ifade edildi. Hatta iktidarı desteklemese de ekonomi politikalarını akılcı-faydalı bulan kesimler için, oturmamış bir demokrasi geleneğine sahip bir ülkede otokrasi benzeri bir rejimin kurulması doğal olarak görüldü. Çünkü bu bakışa göre hangi parti olursa olsun kendi gücünü diğer kesimlere dayatıyordu, ne ülke de ne dünyada gerçek anlamıyla bir demokrasi yoktu; dolayısıyla bugün gerçekte demokrasi kaybından da bahsedilemezdi.

“Güçlü devlet”!

Yönetimde ve sistemdeki bu değişiklik vurgularının dayandığı temeller vardı: iktidar cenahında cumhuriyet/ulus-devlet paradigmasının yetersiz-sancılı olduğu ve aşılamayan sorunlar yarattığı dile getirilen bir görüştü; parlamenter sistemin var olan haliyle işlemediği ve yönetim krizine cevap olmadığı ifade buldu.. Burada imparatorluk geçmişinin/geleneğinin bu sancıların aşılabilmesinde örnek olacağı sıkça işlendi. 700 yıllık bir imparatorluk geçmişi ve hilafet yönetimi deneyimine yaslanarak, artık yönetim sisteminin değişmesi gerektiği söylendi.  Medyada da popüler diziler başta olmak üzere gündelik hayatın pek çok alanında bu kültürel kodlara yoğun olarak referanslar verildi. Başkanlık sistemine dair anlatımlar bu kodlarla da gündem edildi.

16 Nisan referandumu, başkanlık sisteminin filli olarak hayata geçirilmesi için önemli bir eşik oldu. Burada cumhurbaşkanlığı sistemine dair, otoriterlik-diktatörlük eleştirilerine cevap üretilemezken, sistem asıl olarak  güçlü devlet propagandası ile birlikte savunuldu.  Nitekim istenilen sonuçların alınmadığı referandum sonuçları sonrasında, 24 Haziran cumhurbaşkanlığı seçimlerinde güçlü devlet propagandası ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi arasında daha sıkı ve güçlü vurgular yapıldı. Örneğin MHP’nin seçim söylemleri buna yaslandı. MHP’nin propagandalarında içerde ve dışarıda sorun alanlarının arttığı, küresel güç ve karanlık odaklarının Türkiye’ye yönelik hain planları olduğu 15 Temmuz’un da en başta Türk vatanının işgaline yönelik vurgular yer buldu. Cumhurbaşkanı hükümet sistemiyle Türk kimliğini muhafaza eden ve Türk devletinin bölünmez bütünlüğünü teminata alan bir yapının inşa edildiği belirtildi.

Lider olarak Erdoğan ve AKP

Erdoğan, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi değişikliği ile kendi tabanını yeninden konsolide etmeyi, muhalefet karşısında sıklaştırmayı ve bir arada tutmayı başardı.  Erdoğan kendi şahsı üzerinden parti ve seçmen tabanına yönelik sürekli ve güçlü bir propagandayı sürdürdü.

AKP’nin seslendiği toplumsal kesimler açısından olduğu gibi parti gövdesini ve örgütlülüğünü oluşturan taban açısından da parti, belediyecilik uygulamasından militarist-ulusalcı tutumuna kadar farklı konularda eleştirilebilmekteydi. Yani hata yaptığı kabul edilen, hatta ömrü sınırlı bir parti olarak görülebilmekteydi. Fakat bir lider olarak Erdoğan,  hem seçmen nezdinde hem parti tabanı açısından hatta AKP’li olmayan sağ-muhafazakar-milliyetçi kesimler gözünde partiden bağımsız ayrı bir yere ve öneme sahip.  Eleştirilemez, hataları dile getirilmeyen, biyolojik ömrüyle sınırlı görülmeyen, neredeyse değişmez imaja sahip bir lider olarak görülmekte.

Erdoğan’ın sıkça ifade ettiği ‘Tek dertleri Erdoğan’ı yıkmak’ söylemi, 24 Haziran’da da önemli bir propaganda malzemesi olmaya devam etti. Parti içi eğitimlerde, söyleşilerde, propagandalarda yılardır sürekli biçimde konu edilen gündemlerden biri Erdoğan’a sahip çıkmaktı. Buna göre Erdoğan’ın dış mihraklar ve içeride hain rakip güçler tarafından düşürülmek istendiği, ‘Allah rızası için en başta bunu korumak ve sahip çıkmak gerektiği’ sürekli vurgulanmaktaydı. Özellikle 15 Temmuz’dan bu yana Erdoğan’ı korumanın vefa borcu olduğunu ve aynı zamanda kazanımlara sahip çıkmak gerektiğini düşünen kesimler nezdinde, benzer korku ve hissiyatlar 24 Haziran sürecinde de canlandırıldı. Erdoğan iktidardan düştüğü takdirde neler olabileceğine dair anlatıları bir distopya içinde kurmayı ve hitap ettiği kesimleri buna inandırmayı başardı. Başörtüsü meselesi bunların başında geldi. Başörtülü kadınlara 28 Şubat ve AKP dönemi kazanımları sürekli biçimde hatırlatıldı.

Aynı zamanda, kendi kaderini Erdoğan’ın kaderine bağlayan kesimler için, Erdoğan’ın koltuğunu ve başkanlığı garantilemesi, mevzileri korumak demekti. Aksi takdirde kendi konumları için bir belirsizlik/kaygı ortamı oluşacak demekti.  Dahası referandumda anayasa değişikliğine evet demeyen kesimler de ikna edilmiş görünüyordu. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak seçilip konumunun garanti altına alınması her şeye rağmen daha öngörülebilir ve güvenilir bir zemin sunuyordu.

Erdoğam miti

Burada Erdoğan liderliğine verilen desteğin politik-pragmatik boyutları yanında Erdoğan mitinin, sınıfsal ve toplumsal cinsiyetle ilgili vehçeleri de vardı. Kentin kenar mahallesinde yaşamış, eğitim sermayesi açısından dezavantajlı görülmüş Erdoğan’ın sınıfsal dönüşümü ve etnik/hemşerilik bağları anlamda gösterdiği aidiyet ve kimlik belli, toplumsal kesimler için temsil edici nitelikte. MSP döneminde Akıncılar içinde yer alan, RP döneminde Milli Gençlik Vakfı’nda yoğrulan ve AKP ile siyasete ön safhalarda atılan, eskinin gecekondu semtlerinde bugünün sitelerinde yaşayan sınıf atlamış, iktidarı ve bunun deneyimlerini yaşayan belli kesimlerin kendi değişim serüvenlerini gördükleri biri Erdoğan. Özdeşlik kurulan bir güç imgesi.

Aynı zamanda, partinin yerel çalışmalarını sürdürmesinde ve kitle bağlarını kurmasında hayati öneme sahip, kadın kollarında yer alan ve çoğu orta yaş grubunu oluşturan ev kadınları için de bir fetiş. Parti içerisinde sahip oldukları hakları ve esnekliği, kamusal alanda kazandıkları statüleri Erdoğan’a borçlu olduklarını düşünen kadınlar için, O aynı zamanda duygu ve hissiyatlarını rahatça ifade ettikleri bir temsil. Yani kadınlar için beğeni ve hayranlıklarını coşkuyla ifade etmelerinin muhafazakar kültürel kodlar içinde dahi meşru görüldüğü biri. Kadınların görünmeyen emekleriyle iktidarını sürdürmesine yardımcı oldukları ve güç verdikleri bir erkek.

Sonuç olarak Erdoğan miti, rejim değişikliği propagandasında ve uygulanmasında bir katalizör olurken, iktidarın onayını almayı başardığı kesimler nezdinde ehveni-şer dahi olsa rejim değişikliğini kabul edilebilir sınırlara çekti.

Araştırmacı-Sosyolog
sevincdoan@gmail.com


Bu yazı ilk kez, Sosyal Demokrat Dergi, 91/92 Sayı yayınlanmıştır