Barış

Karşılaştığımız kişilere nezaketen “Nasılsın?” diye sormayı ihmal etmeyen ama kendimize “Nasılım?” diye sorma alışkanlığı geliştirmemiş insanlarız. Bu soruyu başkalarına sormanın önemli bir nezaket kuralı olduğu daha çok küçükken tembihlenir kulaklarımıza ama aynı nezaketi kendimize de sunmayı öğretmek hiçbir büyüğün aklına gelmez nedense. “Nasılım?” sorusuyla aramıza koyduğumuz mesafenin nedeni ne olabilir?

Bu küçücük soru, dünyayı değiştirme gücüne sahip olduğu için desem, ne dersiniz? Ya, içtenlikle sorulduğunda ortaya çıkabilecek cevapların sahip olduğu mevcut düzenimizi değiştirme potansiyelinden korktuğumuz için de olabilir desem? Öyle olduğunu kabul edecek olursak, değişmekten mi korkarız; yoksa cevapların, kaybetmekten korktuğumuz şeyleri yüzümüze vurmasından mı çekiniriz? Cevabı apaçık görüp de görmemiş gibi yapmaya çalışmak zorunda kalmak istemediğimizden de olabilir bence. Ya da hepsi mi?

*****

Çikolataları kadar kendisi de sıra dışı olan bir kadının (Vianne) 1959 kışında altı yaşındaki kızıyla tutucu bir kasabaya yerleşmesi ve bir çikolata dükkânı açmasıyla birlikte kasabada yaşanmaya başlayan radikal değişimin anlatıldığı Çikolata (*) filminin bir amacı da budur bence: İnsanlara o sıra dışı soruyu sordurmak. “Nasılım?” sorusunu…

Vianne ve kızının yolu, kendilerine öğretilenleri muhafaza etmenin ve kendilerinden beklenenleri yapmanın en büyük huzur olduğuna inanılan, kuralları yüz yıllardır belli olan bu tutucu kasabaya, tam da Büyük Perhiz (**)’in başlayacağı günlerde düşer. Kasaba halkı, hep beraber “huzur”a niyet etmişken, Vianne ve çikolataları ezberleri bozan tüm özellikleriyle kasabanın gündemine oturur. Filmin başında öykünün anlatıcısından, bu kasabada düzen ve huzur bozulmasın diye görmemen gereken bir şey görürsen görmemiş gibi yapmak gerektiğini ve yapmaman gereken bir şey yaparsan da buna hemen son vermeni sağlayan, yapman gerekeni hatırlatan birilerinin her zaman olduğunu öğreniriz. İşte Vianne tam da bu noktada rahatsız eder kasaba halkının çoğunluğunu.

Vianne görmek istediği her şeyi gören ama görmemiş gibi yapmayan ve ne yapmak istediğine sadece kendisi karar veren bir kadındır çünkü. İlginç bir yöntemi vardır Vianne’nin. Dükkanına gelen kişiler için üzerinde çeşitli figürler bulunan bir çarkı döndürmekte ve onlardan çarka bakınca gördükleri, akıllarına ilk gelen şeyi söylemelerini istemektedir.  Cevapların içinde saklı olan gerçekleri bu yolla gören Vianne, yaşamaya küskün olan kasabalılara ihtiyaçlarına uygun, özel içerikli çikolatalarından vermektedir. Vianne’nin her çikolatası kendine özgü bir yaşam formülü içermektedir çünkü. Gördüklerini görmemiş gibi yapma ehli bu insanlar içinse ‘gördüklerini söylemek’ devrim niteliğindedir.

Vianne çarkı döndürerek, müşterilerine aslında “Nasılsın?” diye sormakta ve “Nasılım?” diye düşünmelerini sağlamaktadır. Filmin başlarında, Vianne’yi yadırgayan bu insanlar kendi gerçeklerini kendilerine ilk kez itiraf ettiklerinin, kaybetmekten korktukları şeylerle yüzleştiklerinin farkında değillerdir ama filmin ortalarına doğru insanlarla birlikte kasabanın da gri rengi değişmeye başlar. Seyirciler de kendileriyle barışmış, barışmaya başlayan ve barışmayı reddeden insanların güzel öykülerine şahitlik ederler film boyunca.

Bana soracak olursanız, Vianne rolü bu filmde “Barış”ı temsil etmektedir. “Güzel” bulduğumuz her öyküde kendisiyle barışan ya da kendisiyle barışık bir insan mutlaka vardır ve insanın kendisiyle barışması bir anlamda dünyaya da barışın gelmesidir, öyle değil mi?

*****

Filmin sonunu, merak edenlerin seyrine bırakıp kendi kasabamıza dönecek olursak kimilerine göre “Kendinle barışmak” söylemi post-modern spiritüellerin gösterişli ama içi boş, basmakalıp bir söyleminden ibarettir. Kendiyle barışmak deneyiminden geçmiş olsalar böyle düşünmezlerdi kuşkusuz ama kendilerine sorsanız böyle bir deneyime ihtiyaçları yoktur; huzurları yerindedir, düzenleri devam etmektedir.  Post-modern spiritüellere göre ise “Kendinle barışmak”, mevcut düzenin herkese aynı yaşam formülünü sunan katılığına karşı çıkan, kendilerine de herkese olduğu kadar nazik davranıp “Nasılım?” diye sormayı öğrenmiş ve kendileriyle barışmayı başarmış insanların herkese önerdikleri, gerçeklik dolu ama sıra dışı bir deneyimdir. İnsanı tekdüzelikten çıkarıp zengin iç dünyasıyla tanıştıran bir deneyim… Kendini post-modern spiritüellerin arasında konumlandıran biri olarak, insanın kendine samimiyetle “Nasılım?” diye sormasının kişisel bir devrimin ilk adımlarından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

*****

Sabahleyin yeni güne gözlerinizi bir kez daha istemeden açtığınızda ya da geceleyin başınızı yastığa koyup gözlerinizi bir kez daha boş bakışlarla tavana diktiğinizde ya da büyük yeminler edip büyük bir perhize girmeye niyet ettiğinizde… vs kendinize “Nasılım?” diye sorsanız, aklınıza ilk gelen cevabınız ne olurdu acaba?  Cevabınızın derinlerinde saklanmış; sıra dışı hayalleri olan, kimseye söylemeye cesaret edemeyeceği arzularla dolu, tadını merak ettiği şeylere özlem duyan, hiç bilmediği diyarlara ayak basmak isteyen, bambaşka bir tene dokunmayı düşleyen, içinde cayır cayır bir aşk ateşi yanan, yaptığı işi sevmeyen, karısına/kocasına/sevgilisine uzaklaşmış, özetle içinde yaşadığı huzur kasabasının yalanlar ve dayatmalarla kurulu olduğu gerçeğine daha fazla göz yummak istemeyen kişiyle karşılaşma olasılığına ne kadar hazırsınız peki?

İçimizdeki ‘gerçek ben’e işte bu yüzden küseriz, konuşmayız onunla. Ezkaza karşılaşıp da görecek olsak, görmemiş gibi yaparız. O yine de konuşmaya çalışırsa kavga çıkarır, çatışırız. Kavga etmeye, küskün kalmaya yıllar yılı yettirebildiğimiz gücümüzün, içimizdeki benin gerçeklerini kabul etmeye de yetebileceğine inanmak istemeyiz. Bu yüzden en kestirme ve en konforlu yolu seçer; onunla irtibatı keseriz. Kasabanın düzenine uymaya devam eder, gördüklerimizi görmemiş gibi yaparak, bize biçilen rolü oynamaya devam ederiz. O rolü unutmaya teşebbüs edecek olsak bile hatırlatmaya hazır birileri mevcuttur zaten.

*****

İşte bu nedenle başka bir post-modern bir zaman diliminde (farz edelim ki 2022 kışında) geçen başka bir filmin de konusu aynıdır: Barış.  Bu filmde, devam ettirmekte zorlandığı yaşantısının ağırlığından kurtulmanın yolunu yeni nesil bir spiritüel öğretiden öğrenen bir kadın kahraman vardır. Kadının, tüm cevapları kabul edecek kadar güçlü olduğunu kabul etmesiyle ve bir gece kendine nazikçe ve içtenlikle “Nasılım?” diye sormasıyla başlar bu sıra dışı hikâye.   Kadının aklına gelen ilk cevabına gözyaşlarının eşlik etmesi, kasabaya çok yakında barışın geleceğinin ilk işaretidir. Vianne’nin soğuk kuzey rüzgârlarıyla gelmesinin aksine, bu filmde barış kadının kasabasına sessizce, kimse görmeden gelir ve yerleşir. Değişim, kadının kalbini zorlayıcı bir süreçten geçirse de kadın her gün yeniden ve nazikçe sormaya devam eder kendine “Nasılım?” diye. Bu filmdeki “Nasılım?” sorusu, ilk filmdeki çikolata metaforuna benzemektedir; sorunun herkese farklı şeyler söyleten, özel bir formülü vardır çünkü…

Belki de bu yüzden filmin başındaki sahnelerin birinde bir gece kadın adama aniden en sevdiği şarkıyı sorar ve adamın da yaptığı gibi çabucak cevap verir aynı soru kendisine yönelince. Kadın, aklına ilk gelen şarkının (***) en sevdiği şarkı olduğunu bilmiyordur;  anlam veremez birdenbire neden o şarkıyı seçtiğine ama filmin ortalarında, bunun da nedenini anlar. Kadın mutsuz yarınlara inanmamaktadır ve barışın kasabasına bu yüzden geldiğini artık bilmektedir çünkü… Nasıl? Güzel bir hikâye, öyle değil mi? Bence de…

*****

Her güzel hikâyede kendisiyle barışmış bir insan vardır demiştik yazının başında. Bugün Dünya Barış Günü. Bugün herkesin kendine içtenlikle “Nasılım?” diye sorduğu ve cevapları görmezden gelmediği, kendini inkâr etmediği bir gün olsa… Bugün sıra dışı, güzel bir hikâye doğsa… Barış bir kişiden çıkıp iyi huylu bir pandemi gibi -barış bulaşıcıdır çünkü- tüm kasabaları kuşatsa… Ne güzel olur…


*: Joanne Harris’in aynı isimli romanından sinemaya uyarlanan 2000 İngiliz/Amerikan ortak yapımı yapımı film https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87ikolata_(film)

**: Katolik, Anglikan, Metodist, Lüteryan, Presbiteryen, Moravya ayin takviminde Kül Çarşambası günü başlayan ve yaklaşık altı hafta sonra, Paskalya Pazarından önceki gece sona eren ciddi bir oruç dönemidir. Orucun amacı, müminin Paskalya için dua ederek, günahlardan kefaretle, bedeni alçaltarak, günahlardan tövbe ederek, sadaka vererek, basit yaşama ve kendini inkâr yoluyla hazırlamaktır. https://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BCk_Perhiz

***: Kadının en sevdiği şarkı, yeryüzüne bıraktığı tüm ağırlıklardan kurtulmayı dileyen ve mutsuz yarınlara inanmayan bir kadının şarkısıdır.  https://youtu.be/47EYlqamvCw

Elif Demirbaş TOPCU
Latest posts by Elif Demirbaş TOPCU (see all)