”Her şey akar, hiçbir şey durmaz.” demiş Yunan filozoflarından Efes doğumlu Herakleitos. Bunu yüzyıllar önce söylemiş olmasına karşın, çağımız bilim insanları da artık bunu doğrulamakta. Çünkü evrende her şey hareket eder, durağan hiçbir şey yoktur.
Toplumu ve doğayı anlama ve anlamlandırmanın yöntemlerinden biri olan diyalektik yasalarını savunan filozoflara göre de bu böyledir. Ancak bu filozoflara göre değişim, gelişim ve hareket kendi içinde çelişki barındırır. Bu anlamda ilerleme, dümdüz, kopuşsuz bir süreç olmaktansa, nicelik bakımından değişimlerin yavaş olduğu, doygun bir döneme gelindiğinde niceliğin birden niteliğe dönüştüğü ani, patlamalı dönemlerle kesintiye uğratılan bir doğrusal gibidir. Algılarımız bize her şeyin durduğunu söylese, etrafımızda sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi görünse de moleküler, atom ve atom altı yapılarda madde sürekli hareket halindedir. Diyalektik bu anlamda, organik ve inorganik maddeler dünyasında oluşan olayların, süreçlerin izlenmesi ve yorumlanması bakımından öne çıkan teorilerden biridir.
Yeryüzü hem kendi etrafında hem güneşin etrafında belli bir ritim içinde sürekli hareket eder. Güneş kendi etrafında yaklaşık olarak yirmi yedi günde bir hareketini tamamlarken, sistemiyle birlikte Samanyolu merkezinin etrafında iki yüz yirmi milyon yılda bir döner. Samanyolu da içinde bulunduğu kümeyle beraber hareket eder. Bunun yanı sıra atomun içindeki elektronlar muazzam bir hızla dönmektedirler. Daha da ötesi, atom altı parçacıklar sürekli bir hareketlilik ve huzursuzluk içindedir. Protonlar nötronlara, nötronlar protonlara dönüşerek hiç durmaksızın kimlik değiştirirler.
Mantık çelişkiyi kabul etmezken diyalektik çelişkiyi kucaklar. Bu görüşe göre niceliği niteliğe dönüştüren ‘kaos eşiğidir’. Buna örnek vermek gerekirse, bir bardağa sürekli damlayan su bir noktadan sonra daha fazla su barındıramayacağı için taşar.
Bu anlamda, küresel ısınma, iklim değişikliği konularında bu noktaya gelinmiştir ve bunun geriye dönüşümü neredeyse olanaksızdır. Hepimiz bunun işaretlerini çok net görmekteyiz. Geçtiğimiz günlerde tanık olduğumuz, yüreklerimizi dağlayan orman yangınları… Gözümüzün önünde nesli tükenen hayvanlar… Yok olan bitki türleri… Sıcaklıkların artmasıyla hızla değişim gösterecek olan bitki örtüsü haritası… Yaşanan/yaşanacak olan kuraklıkla birlikte içme suyu bile bulamayacağımız gerçeği… Gezegenimizin büyük bölümünün çölleşecek olması… Buzulların erimesiyle karaların sular altında kalacağı gibi konular ancak gerçeği çok açık gören birkaç bilim insanının kaygısı. Onun dışındaki insanlık adeta bir düşünsel uyuşmuşluk içinde kafasını kuma gömmüş durumda.
Bütün bu konuları düşününce aklıma bir sürü soru gelmekte: İnsanlığın artık kendi rahat koltuğundan kalkarak birlikte hareket etme zamanı gelmedi mi? Şu ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.’ cehaletinden kurtulması gerekmiyor mu? Kendi çıkarları peşinde koşarken dünyaya, etrafına verdiği zararları görmek gibi bir farkındalık geliştirmeye zorunlu hissetmemeli mi? Her birey kendi sorumluluğunu sorgulasa iyi olmaz mı? Ve daha pek çok soru var aklımda.
Yarın susuz kalabileceğimizi düşünerek suyu dikkatli kullansak; yiyecek bulamayacağımızı düşünerek daha az yiyecek tüketsek… Bugün çöpe atılan bir parça ekmeğin dünyanın öbür ucundaki biri için ne kadar değerli olduğu bilinciyle yaşasak… İyi olmaz mı? Fazla karbon ayak izi yaratmamaya çalışsak mesela… Gelgelelim içinde bulunduğumuz toplumu oluşturan bireyler, yani bizler hepimiz balık hafızalarla yaşıyoruz artık! Olaylar sıcakken, birileri ateşi yakınca bir süre harekete geçiyoruz ama sonra tekrar konfor alanlarımıza geri çekiliyor, her şeyi unutuveriyoruz. Bunun sonucu olarak da, toplum duyarlılığını uyandırmak, toplumsal bilinci harekete geçirmek çoğu zaman SANAT’a düşüyor. Bu anlamda sanatçılara da oldukça büyük görevler düşüyor.
- Gösteri Toplumu - 12 Kasım 2024
- Ya Olduğun Gibi Görün, Ya Göründüğün Gibi Ol - 27 Temmuz 2024
- İnançtan Bilmeye Giden Yol Farkındalıktır - 7 Haziran 2024