Hepimiz insanlarız ve bundan dolayı
insanlığı kendimizde taşıyoruz veya insanlığa aidiz.
Johann Gottfried Herder
 Herhangi bir insanın sahip olduğu veya sahip olduğunu sandığı gerçeklik
değil, tersine onun gerçekliğe ulaşmak için dürüst çabası insanın değerini oluşturur.
Gotthold Ephraim Lessing
 Bu kısa yazıda Kant’ın “‘Aydınlanmacılık Nedir?’ Sorusuna Yanıt” adlı makalesinin çerçevesine yakından bakılıp, makalenin bugünün kuÅŸakları için anlaşılır olması için bazı çözümlemeler ve yorumlar yapılacaktır.
Bir filozof olarak Immanuel Kant Aydınlanmacılığın bir çocuÄŸudur. Ä°ngiltere’de, Fransa’da bütün dünyada insanlığın kaderini deÄŸiÅŸtiren, insanlığa özgürlük yolunu açan devrimler yapmış fikirlerin taşıyıcısı olan Aydınlanmacı çağın bir insanıdır Kant. Onun Aydınlanmacı felsefesine dair yorumlara dayanarak gericilik, ahlaksızlık, karanlık ve kirlilik karşısında sergilenen uzlaÅŸmacı (konformist) tutumların onun felsefesinin ruhuyla, bizzat kendi yaÅŸamına da uyguladığı yalanı yasaklayan sıkı ahlak öğretisiyle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Ama aynı zamanda Aydınlanmacılığın bir filozofudur da o. Onu kendisinin de çocuÄŸu olduÄŸu Aydınlanmacı çaÄŸ filozof yapmıştır. Bu özelliÄŸiyle Kant aynı zamanda Klasik Alman Felsefesi’nin kurucusudur da.
Klasik modern Alman felsefesini betimlemek için “Alman Ä°dealizmi” kavramı yerine “Klasik Alman Felsefesi” tabirini kullanıyorum; çünkü diÄŸer kavramdan farklı olarak bu kavram hem Johann Gottlieb Fichte ve Friedrich Schelling üzerinden Kant’tan Hegel’e kadar uzanan filozoflar arasında her bakımdan (yalnızca “idealist” olmaları bakımından deÄŸil) çok sıkı bir baÄŸ olduÄŸunu; Klasik Alman Felsefesi’nin Kant’tan Hegel’e bir oluÅŸum süreci sergilediÄŸini ve bu oluÅŸum sürecinin elbette ciddi bir diyalektik felsefeyi kurduÄŸunu, ama bu felsefenin aynı zamanda materyalizme doÄŸru evrildiÄŸini de düşünüyorum. Bu süreçsel sistematik ve kavramsal bütünlüklü felsefe oluÅŸurken aynı zamanda Marksçı felsefenin oluÅŸumunu da kendi içinde hazırlamıştır. Kant’ın attığı taÅŸ sayısız geniÅŸ daireler çizmiÅŸ ve bu, insanlığı aydınlatmaya devam ediyor. Buna karşın “Alman Ä°dealizmi” kavramı Kant’tan Hegel’e olan felsefi oluÅŸumun süreçselliÄŸini göz ardı etmektedir; bu filozoflar arasındaki sıkı sistematik süreçsel bağı koparmaktadır ve oluÅŸturmuÅŸ oldukları kapsamlı kavramsal-kuramsal içbağıntıyı hepsinin “idealist” olmasına indirgemektedir. Benzer nedenlerden dolayı modern Avrupa felsefesini de betimlerken “Klasik Modern Avrupa Felsefesi” kavramını kullanıyorum.
Kant’ı Aydınlanmacı Bir Filozof Olarak Okumanın KoÅŸulu
Ãœnlü Alman Suhrkamp Yayınevi’nden çıkan, çaÄŸdaÅŸ Alman filozoflarından Dieter Henrich’in “Yüzyılımızın en deÄŸerli Kant biyografisi” olarak tanımladığı ve en kısa sürede muhakkak Türkçeye çevrilmesi gereken Immanuel Kant adlı devasa eserinde Rus filozofu Arseni Guliga[2], sivil bir insan ve filozof olarak Kant’ın yaÅŸamını yorumlarken şöyle der:
“Kant’ın yaÅŸamının dışsal bakımdan hep aynı ve tekdüze, aynı ÅŸekilde çalışmış olanların yaÅŸamında olduÄŸundan belki de daha tekdüze geçmiÅŸtir. Bunun onun iç yaÅŸamı, tinsel yaÅŸamı bakımından söylenmesi mümkün deÄŸildir. Burada ÅŸaşırtıcı ÅŸeyler olmuÅŸtur. Alışılmış olanın ötesine giden fikirler oluÅŸmuÅŸtur; bunlar sabitleÅŸmiÅŸtir, baÅŸkalarıyla kavga halinde olmuÅŸtur; mücadelede kaybolup gitmiÅŸler veya olgunlaÅŸmışlardır. Onun düşünceleri evrenin en son sınırına ulaÅŸmak için kıtalarda dolaÅŸmıştır, yeryüzünün sınırlarının ötesine geçmiÅŸtir. Onun düşünceleri insan ruhunun derinliklerine nüfuz etmiÅŸ ve kendi kendisini tanımak istemiÅŸtir.”3
Kant’ın yukarıda iÅŸaret edilen dış görünüş bakımından “tekdüze” bir yaÅŸam sürmüş olmasından dolayı onun son derece mekanik bir insan olduÄŸu sanılır, oldukça mekanik bir yaÅŸam sürdüğüne inanılır ve Newton çağının filozofu olması nedeniyle düşün dünyasına da mekanik ilkelerin tamamıyla hakim olduÄŸundan hareket edilir. Bu konuda onun akÅŸamları tam saat 7’de hep “dakik” olarak yaptığı yürüyüşleri ünlü örneÄŸi oluÅŸturur. Kant’ın bu yürüyüşleri onu “sıradan” insanlarla ve halkla buluÅŸturur. Bu arada Kant’ın dakikliÄŸine o kadar güvenilir ki, Königsberg’in sakinleri saatlerini ona göre ayarlarlar. Bu söylence onun düşün dünyasının algılanmasında, kullandığı sıkı mantık dilin de etkisiyle bugüne kadar hala çok etkilidir. Sanki Kant insanın yaratıcı spontaneliÄŸini reddeder, görmezden gelir. Oysa Kant’ın düşün dünyası son derece dinamiktir ve bu düşüncelerinin oluÅŸmasına, onun tabiriyle “aydınlanmacı çaÄŸ”ın sorunları kaynaklık eder. Kant çağını “aydınlanan çaÄŸ” olarak tanımlarken çağının sürekli hareket, deÄŸiÅŸim ve dönüşüm içinde olduÄŸuna yani kısacası döneminin son derece dinamik olduÄŸuna dikkat çekiyor.
Nedir Kant’a göre henüz aydınlanmamış olan, fakat “Aydınlanmacı” (Aufklärung) çağın teorik soruları ve pratik sorunları? Önce Kant’ın kendi çağını nasıl tanımladığına bakalım. Kant, kendi çağına neden “aydınlanmış” deÄŸil de “aydınlanan” çaÄŸ demiÅŸtir? Ve onu bu baÄŸlamda “aklın kamusal kullanımı” ve “aklın özel kullanımı” ayrımına götüren çağının çeliÅŸkisi nedir?
Bir Aydınlanmacı, bir filozof olarak Kant üzerine düşünmek isteÄŸi akla hemen “‘Aydınlanmacılık Nedir?’ Sorusuna Yanıt” adlı makalesini getirir. Aydınlanmacılığa dair bu tanım denemesinin sonunda Kant, insanın kendisinin sebep olduÄŸu reÅŸit olmama durumundan çıkış konusunda vurguyu inanç ve din meselesine yaptığını söylüyor, fakat makalesinin başında da düşünmeye cesaret etmeye çağırıyor. “Sapere aude!” diyor Augustus döneminin ünlü Roma ÅŸairi Horatius’tan ödünç aldığı sloganla. Ancak bu cesaret ile insan bizzat kendisinin sebep olduÄŸu reÅŸit olmama durumundan çıkabilecek ve kendi başına düşünebilen ve davranabilen insan olabilecektir. Peki, reÅŸit olmak ne demektir? Nedir kendi akıl yetisini baÅŸkalarının yardımı olmadan kullanabilmek? Elbette büyük bir ahlak filozofu olarak Kant bu sergilediÄŸimiz fikirleriyle insanın ahlaken ceza ehliyetli olabilmesinin koÅŸullarını araÅŸtırıyor ve tanımlıyor. Bu nedenle Kant’ı Aydınlanmacı bir filozof olarak okumak, onun son derece hareketli, son derece dinamik olan çağında son derece dinamik olan düşün dünyasıyla iliÅŸkili görmek ile mümkündür. Çağının soruları onun düşüncesini son derece dinamik kılan, capcanlı iÅŸleten sorular ve konular. Kant’ın makalesinin hemen ilk cümlesinde vurgulayarak yaptığı Aydınlanmacılık tanımını tam olarak anlamlandırmak için bu tanımı baÄŸlamına oturtmak gerekmektedir.
Felsefi EleÅŸtiri Programı ve “Aydınlanmacılık Nedir? Sorusuna Yanıt” Makalesi
Aydınlanmacılığa dair güncel tartışmalarda Michel Foucault’nun bir ‘yeni aydınlanmacılık’ denemesi doÄŸrudan Kant’ı eleÅŸtiri konusu yaptığı için popülerdir.
Foucault’nun Türkçede “Aydınlanma nedir?” baÅŸlıklı iki farklı makalesi bulunmaktadır. Bunlardan ilki “Magazine Littéraire” adlı derginin Mayıs 1984 tarihli sayısında yayınlanmıştır. Aynı baÅŸlığı taşıyan ikinci makale Foucault’nun bugün Dits et Ecrits (KonuÅŸmalar ve Yazılar) olarak bilinen derlemenin 4. cildinde yer alan ve P. Rabinov tarafından yayınlanan Foucault Reader’den alınmıştır. “Magazine Littéraire”den çevrilen metne “Birinci Makale” ve Foucault Reader’den çevrilen metne “Ä°kinci Makale” olarak gönderme yapacağım.
Foucault “Birinci Makale”de, Kant’ın “Aydınlanma Nedir? Sorusuna Yanıt” baÅŸlığını taşıyan makalesinde baÅŸka birçok yazısından farklı olarak “mevcut durum” ve “ÅŸimdiki zaman” sorusunu gündeme getirdiÄŸini ileri sürüyor. Şöyle diyor Foucault söz konusu makalesinde: “Bence Kant’ın bu metninde ilk defa ele alır göründüğü soru, ÅŸimdiki zaman sorusu, güncellik sorusudur: Bugün neler olup bitmektedir? Åžu anda neler olup bitmektedir? Ve hepimizin kendimizi içinde bulduÄŸumuz ve halen yazmakta olduÄŸum ÅŸu anı tanımlayan bu ‘ÅŸimdi’ nedir?”
Burada söz konusu olan ‘ÅŸimdi odaklı’ bakışın Kant’ın baÅŸka metinlerinde bulunmadığını ileri sürüyor Foucault. René Descartes’ın hiçbir metninde ‘ÅŸimdi nedir?’ sorusuna rastlanmaz Foucault’ya göre. Bu soru yalnızca Kant’ın “Aydınlanmacılık Nedir? Sorusuna Yanıt” baÅŸlıklı yazısında sorulur. Fakat kanımca Kant’ın felsefesine ve genel olarak da Klasik Modern Avrupa felsefesine dair bu yaklaşım son derece yanlış bir yaklaşımdır.
Elbette Foucault da Kant’ın Üç EleÅŸtiri‘si ile “Aydınlanmacılık Nedir? Sorusuna Yanıt” baÅŸlıklı makalesi arasında bir iliÅŸki olduÄŸunu kabul eder. Şöyle der Foucault Birinci Makale’de: “…ben bu kısa makale ile üç EleÅŸtiri arasında var olan bağı vurgulamanın zorunlu olduÄŸuna inanıyorum.” Fakat bu iliÅŸkinin hangi anlamda alınması gerektiÄŸi sorusuna açıklık getirmez. Foucault, aynı makalesinde Kant’ın tarihe ayırdığı metinler arasındaki iliÅŸkinin de altını çizmek ister. Fakat dikkat çekilen bu iliÅŸkinin de hangi anlamda alınması gerektiÄŸi sorusuna açıklık getirmez Foucault. Aynı makalesinde “bu küçük metnin bir anlamıyla eleÅŸtirel düşünce ile tarih üzerinde düşünmenin kavÅŸağında durduÄŸudur” diye belirtse de bunun ne anlama geldiÄŸine açıklık getirmez.
Kant’ın bu makalesi onun bütün felsefe kuramının en özlü ifadesidir ve olgunluk dönemi metinlerinde doÄŸrudan baÅŸlıkta gördüğümüz “eleÅŸtiri” kavramını hangi anlamda almamız gerektiÄŸine yani yalnızca bir felsefi kuramlar eleÅŸtirisi deÄŸil, aynı zamanda hakikatin kendisinin pratik bir eleÅŸtirisi olarak da alınması gerektiÄŸine iliÅŸkin bir bakışı sergilemektedir. Bu nedenle Kant’ın “Aydınlanmacılık Nedir? Sorusuna Yanıt” baÅŸlıklı makalesi genel felsefi eleÅŸtiri programından koparılamaz, tersine onun en özlü ifadesi olarak alınmalıdır.
Kant’ın söz konusu felsefi eleÅŸtiri programı, Klasik Modern Avrupa Felsefesi‘nin kapsamlı eleÅŸtiri programının bir ifadesidir. Descartes’ın tüm metinlerinde olduÄŸu gibi Kant’ın tüm metinlerinde de büyük soru, kavramın hem geniÅŸ anlamında hem de dar anlamında kendi çağının nasıl bir çaÄŸ olduÄŸu sorusudur. Kant bunu örneÄŸin erken dönem metinlerinde son derece dinamik olan modern dönemi kavrayabilmek için felsefenin de OrtaçaÄŸ felsefesinin ve teolojisinin eleÅŸtirisi olarak son derece dinamik olarak kurgulanması gerektiÄŸinden hareket eder. Bunu yapabilmek için ÅŸimdiye kadar yalnızca betimleyici yani hiçbir ÅŸekilde eleÅŸtirel olmayan felsefe yapma tarzını, felsefeye ‘negatif büyüklüğü’ yerleÅŸtirerek aÅŸmak ister. Böylece felsefe salt betimleyici olmaktan kurtulacaktır. Bununla birlikte felsefede de pozitif olan ile negatif olanın birliÄŸi saÄŸlanmış olacaktır. Bu, sürekli hareket halinde, deÄŸiÅŸen dönüşen dünya ve dünyada oluÅŸan ve yok olan ile sürekli beraber hareket eden felsefeye dünyayı kavrama yetisi kazandıracaktır.
Felsefe eleÅŸtirel olmak zorundadır. Kant bu yaklaşımıyla felsefeyi çağının içinde bulunduÄŸu deÄŸiÅŸimin yönlendiricisi olarak tasarladığını gösterir. Olgunluk döneminin metinlerinde eleÅŸtiri felsefi bir program olarak karşımıza çıkar ve bu hiç kuÅŸkusuz bir rastlantı deÄŸildir. Kant, eleÅŸtiriyi felsefi bir program olarak geliÅŸtirmesiyle çağı arasındaki bağı Saf Aklın EleÅŸtirisi‘nde doÄŸrudan kurar. Kant’a göre modern çaÄŸ bir eleÅŸtiri çağıdır. Felsefenin kendi çağını kavraması ancak kendisini eleÅŸtirel olarak yeniden kurgulamasıyla mümkün olacaktır. Üç EleÅŸtiri‘den oluÅŸan felsefi eleÅŸtiri programı, bir eleÅŸtiri çağı olan modern çağı kavramlaÅŸtırma çabasından doÄŸmuÅŸtur.
Leibniz modern bir metafizik kuramının ortaya konuÅŸu olarak düşünülmüş olan Monadoloji‘nin 22. paragrafında modern çağın ÅŸimdiki zaman odaklı olduÄŸunu ve geçmiÅŸi ve geleceÄŸi ÅŸimdiki zamanda kavradığını gösterir. GeçmiÅŸ zaman ÅŸimdiki zamanda kapsanıp aşılmıştır ve gelecek ÅŸimdiki zamanda potansiyel olarak bulunmaktadır. Leibniz’in zamanın üç boyutunu bu ÅŸekilde iliÅŸkilendirmesi, güçlü bir tarih felsefesini zorunlu kılmaktadır. Kant’ın felsefi eleÅŸtiri programının mümkün kaynaklarından birisidir Leibniz’in bu yaklaşımı. Zaten Baruch de Spinoza’nın doÄŸa ile tanrıyı felsefi olarak eÅŸ anlamda kurgulamasıyla felsefenin ÅŸimdiki zaman odaklı olmaktan baÅŸka gidebileceÄŸi yol kalmamıştır. Spinoza bunu yaparken elbette hem empirist hem de rasyonalist geleneÄŸin ÅŸimdiki zaman odaklı felsefi yaklaşımını ölçü almaktadır. Zira Descartes’ın “düşünüyorum” ilkesi ile Francis Bacon’ın “deneyim” ilkesi ÅŸimdiki zaman odaklıdır. Modern felsefenin kurucu unsuru olan Descartesçı rasyonelizm ile Bacobcı empirizm yani Hegel’in tabiriyle modern felsefenin iki partisinin de dünya tasarımı ÅŸimdiki zaman odaklıdır.
Bunun ne anlama geldiÄŸini en iyi betimleyenlerden birisi Hegel’dir. Hegel Tinin Fenomenolojisi‘nin önsözünde 8. paragrafta modern çaÄŸda insanlıkta ve felsefede ÅŸimdiki zaman odağının nasıl kurulduÄŸuna dikkat çekerken, insanlığın tininin “zorla” öbür dünyadan bu dünyaya döndürüldüğüne iÅŸaret ederken, bununla “Kopernikçi Devrim” ile birlikte baÅŸlayan, tüm toplumsal, kültürel, ahlaki, siyasi vesaire devrimlere iÅŸaret eder. Türkiye’de cumhuriyetin kurulması dünya çapında yaÅŸanan bu dünyevileÅŸme devriminin bir parçasıdır. Bu nedenle Kant’ın gerçekliÄŸin bir eleÅŸtirisi olarak kurguladığı ve Üç EleÅŸtiri‘de ifadesini bulan felsefi eleÅŸtiri programı ÅŸimdiki zaman odaklıdır ve düşüncede devrim yapmayı amaçlarken aynı zamanda aydınlanmaya baÅŸlamış olan çağın pratik ilerleyiÅŸinin teorik olarak da önünü açmak olduÄŸunu söyleyebiliriz. Buraya Türkçede pek bilinmeyen Pedagoji Ãœzerine adlı metninden bir pasaja dikkat çekmek istiyorum. Bu pasajda ifade edilen düşünce tüm eleÅŸtiri felsefesine bir çeÅŸit anahtar niteliÄŸi taşımaktadır. Şöyle diyor Kant: “Biz disipline etme, kültür ve sivilleÅŸme döneminde yaşıyoruz, fakat ahlakileÅŸme döneminden hala çok uzaktayız.” Buna göre eÄŸitimin amacı içinde bulunduÄŸumuz çaÄŸda insanları toplumsallaÅŸtırmaktır, sivilleÅŸtirmektir. Onları kültürlü varlıklar haline getirerek aynı zamanda ahlaklı varlıklar olmalarının koÅŸulunu da saÄŸlamak amaçlanmaktadır. Ä°nsanların ahlaki olabildiÄŸi çaÄŸ gerçek anlamda “aydınlanmış çaÄŸ” olacaktır. Ve bundan ne yazık ki hala çok uzaktayız. Kant’ın eleÅŸtiri felsefesinin içeriÄŸi ve amacı bu bir cümlede saklıdır. Hegel, Tinin Fenomenolojisi‘nin önsözünde paragraf 11’de “çağımız bir doÄŸum ve yeni bir döneme geçiÅŸ çağıdır” derken Klasik Alman Felsefesi’nin Kant’tan beri oluÅŸan içeriÄŸine dikkat çekiyor aynı zamanda.
“Sapere Aude!” ÇaÄŸrısı Neden Yapılır?
“Düşünmeye Cesaret Et!” ÇaÄŸrısı Ne Anlama Geliyor?
Kant Aydınlanmacılığı insanın kendisinin sebep olduÄŸu yani kendisinden baÅŸka kimsenin sorumlusu olmadığı reÅŸit olmama durumundan çıkma olarak tanımlıyor. ReÅŸit olmama durumunu Kant, insanın “kendi anlama yetisini bir baÅŸkasının katkısı olmadan kullanamama” olarak tanımlıyor. Bu belirlemesiyle mantıksal olarak tutarlı bir ÅŸekilde “sen kendi aklını kullanmaya cesaret et!” çaÄŸrısında bulunuyor. Kant’ın özellikle bu çağırıyı yapmasının somut bir baÄŸlamı var. Ä°nsanlara her taraftan düşünmeyin emri yağıyor. ÖrneÄŸin subay askerlere “düşünmeyin, talim yapın!” diye emreder. Maliyeden sorumlu olan, yurttaÅŸlara “düşünmeyin, ödeyin!” diye emreder. Din adamı “düşünmeyin, inanın!” diyor. Bunların hepsi insanların üzerinde “efendi” pozisyonunda ve insanlara, düşünmeyin, emirlere uyun!, diye emrediyorlar.
Buna karşın “(d)ünyada yalnızca tek bir efendi: istediÄŸiniz kadar ve istediÄŸiniz konuda düşünün; fakat itaat edin!” diyor. Bu ‘efendi’ Büyük Friedrich’dir. Kant, çağını “Aydınlanmacılık Çağı” olarak tanımlarken, onu çekinmeden aynı zamanda “Friedrich’in yüzyılı” olarak tanımlar.
Büyük Friedrich çoÄŸu Aydınlanmacı filozofun toplum ve siyaset felsefesi çerçevesinde tanımladıkları “aydınlanmış despot” düşüncesinin en iyi örneÄŸi olarak alınır. Bununla iliÅŸkili olarak da onun kral olarak bulunduÄŸu Prusya despotizmi dönemi “aydınlanmış despotizm” dönemi olarak kabul edilir. Fakat Büyük Friedrich aslında dünya tarih sahnesinin trajik bir figürüdür. Büyük Friedrich’in babası ünlü filozof Christian Wolff’u idam ile tehdit ederek Prusya’yı 48 saat içinde terk etmesini emreden I. Friedrich Wilhelm’dir. Bu kral bilim ve felsefe düşmanı olarak bilinir ve Prusya’yı büyük bir askeri güç haline getirdiÄŸi için “asker kral” olarak anılır. Müzik ve felsefe ile ilgilenen, edebiyatı seven Büyük Friedrich babasının Prusya’da kurduÄŸu düzeni dayanılmaz bulduÄŸu için Fransa’ya kaçmak ister. Fakat refakatçisi ile yakalanır. Gözlerinin önünde refakatçisinin kafası kesilir. Kendisi kurÅŸuna dizilme tehlikesiyle savaÅŸ mahkemesinde yargılanır. Fakat sonra her ÅŸey yoluna girer ve 1740 yılında kral olarak tahta oturur.
Büyük Friedrich’in trajik bir figür olması onun kraliyet dönemi ile ilgilidir. Büyük Friedrich Machiavelli’ye karşı ünlü “Anti-Machiavelli” denemesini yazmıştır ve kralları uyruklarının hükümdarı olarak deÄŸil, hizmetçileri olarak belirlemiÅŸtir. Fakat tahta çıktıktan sonra mutlakiyetçilik ilkesini vücuda getirmiÅŸtir. YaÅŸam tarzı bakımından EpikürosçuluÄŸu savunmaktadır, fakat Stoacı olarak yaÅŸamak zorunda kalmıştır. Fransa ile ilgili olan her ÅŸeyi seven birisi olarak Fransa’ya karşı savaÅŸ yürütmüştür. Ä°ÅŸte bu nedenle yani hep olduÄŸunun tersi olmak, yapmak istediÄŸinin hep tersini yapmak zorunda kaldığı için dünya siyaset tarihinin trajik figürlerinden birisidir. Fakat ünlü Aydınlanmacı Fransız tıpçı ve filozof Julien Offray de La Mettrie öldüğünde hakkında kaleme aldığı denemesi onu felsefi bilgi bakımından döneminin doruk noktalarından birisi olarak göstermiÅŸtir. Bu nedenle Büyük Friedrich “aydınlanmış despot” olarak da anılır ve “asker kral” olarak anılan babasının tersine “filozof kral” olarak bilindiÄŸi için de Prusya despotizmi onun tahtta oluÅŸu nedeniyle “aydınlanmış” olarak anılır.
Ä°ÅŸte bu nedenle yani sistemin her tarafından yurttaÅŸlaram “düşünme, emirlere uy!” sloganı yükselirken, Büyük Friedrich “istediÄŸiniz kadar ve istediÄŸiniz konuda düşünün; fakat itaat edin!” demekle düşünmeye cesaret etmeye çağırmış olmaktadır. Ve bu çaÄŸrının cesaretlendirdiÄŸi düşünme eylemi Kant’a göre insanlığın içinde bulunduÄŸu mevcut durumdan çıkması için en çok ihtiyaç duyduÄŸu ÅŸeydir. Zira düşünme yetisini kullanmasını bilmeyen ne içinde bulunduÄŸu mevcut durumun reÅŸit olmama durumu olduÄŸunu ne de bu durumdan çıkışın nasıl mümkün olabileceÄŸini bilebilir.
Kant veya Foucault: ‘Klasik Aydınlanmacılık’ mı yoksa ‘Yeni Aydınlanmacılık’ mı?
KurulmuÅŸ olan geleneksel feodal sistemin her tarafından yurttaÅŸlara karşı “düşünme, emirlere uy!” sloganı yükselirken, Büyük Friedrich bizzat babasının kurduÄŸu sistemin karşısında “istediÄŸiniz kadar ve istediÄŸiniz konuda düşünün” diye seslenir. Yeter ki “itaat edin!” diye ekler koÅŸulunu. Yasalar, tüzükler, kurallar, formüller; kısacası, kurulu düzen bir bütün olarak düşünmeyi yasaklamıştır. Kant’a göre insanın düşünmesini engelleyen tüzükler, formüller “insanın doÄŸa tarafından bahÅŸedilen yetilerinin bir mekanik veya daha çok kötüye kullanımıdır, ebedi reÅŸit olmama durumunun ayak kelepçeleridir.” Büyük Friedrich kuÅŸaklar arası kopuÅŸa iyi bir örnektir. Babasının daraÄŸacıyla tehdit ederek ülkeyi 48 saat içinde terk etmek zorunda bıraktığı Aydınlanmacı filozof Christian Wolff’u danışmanı (Geheimrat) olarak atar. Büyük Friedrich sistem veya yapı ile özne arasındaki iliÅŸkinin incelenmesine dair örneÄŸin Georgi Plehanov tarafından Tarihte Bireyin Rolü Ãœzerine adlı eserinde önemli tarihsel bir örnek olarak alınır. Sistem feodal ve gericidir. Fakat sistemin başındaki kral
“aydınlanmış despottur” ve toplumunu yeni ve ileri bir çaÄŸa taşımak istemektedir. Kant bu durumda ‘sapere aude!’ çaÄŸrısı yapmıştır.
Kant’ın bu çaÄŸrısı elbette Descartes’ın “düşünüyorum, o halde varım” özdeyiÅŸini hatırlatır. Descartes’ın bu belirlemesi bazen baÄŸlamından koparılır ve sanki kilisenin tahakkümünün gerekçelendirmesiymiÅŸ gibi sunulur. Fakat unutmayalım ki OrtaçaÄŸ’ın en yüce erdemi inanma idi. Descartes inanmanın karşısına bilgiyi mümkün kılan düşünmeyi en yüce erdem olarak koyar. Ve ancak bilgi ve düşünceye dayanan inanmayı tek mümkün inanç biçimi olarak kabul eder. Öyleyse ‘sapere aude!’ çaÄŸrısı aynı zamanda herkesin kendisinde de gerçekleÅŸtireceÄŸi toplumun bir bütün olarak içinde bulunduÄŸu cehaletten bilgilenerek çıkışa bir çaÄŸrıdır. Fakat bu söylenenler yukarıda Büyük Friedrich ve onun “aydınlanmış despotluÄŸu” hakkında söylenenlerin ışığında alınınca Kant’ın ‘sapere aude!’ çaÄŸrısı aslında aynı zamanda aydınlanmaya açık, aydınlanmayı mümkün kılan ‘yeni ve daha uygar bir çaÄŸa geçmeye cesaret et’ çaÄŸrısı olarak da alınabilir. Bu çaÄŸ insanın ahlakileÅŸeceÄŸi çaÄŸa doÄŸru ilerleyiÅŸin de önünü açacaktır.
Teker teker insanların kendilerini, onların “neredeyse doÄŸası olmuÅŸ olan reÅŸit olmama” durumundan kurtarması oldukça “zordur”. Mümkündür, fakat çok zordur. Fark edileceÄŸi gibi Kant’ın vurgusu sisteme, yapıyadır. Bu nedenle örneÄŸin Foucault’dan farklı olarak aydınlanmayı herkesin kendi çabasına bırakmak yerine bir bütün olarak sistemin deÄŸiÅŸtirilmesine yapar. Fakat Kant teker teker insanları kendilerini aydınlatma yükümlülüğünden muaf tutmaz. Elbette herkes ancak kendisini aydınlatabilir. Kant, toplumsal yapılar, iliÅŸkileri, süreçler aydınlatılmadığı sürece teker teker bireylerin aydınlanma çabasının rastlantısal olacağına dikkat çeker. Bir toplumun yani Kant’ın tabiriyle “bir kamuoyunun eÄŸer ona özgürlüğü verilirse kendi kendisini aydınlatması daha çok mümkündür, hatta neredeyse kaçınılmazdır.” Buna karşın Foucault post-yapısalcı tutumuna uygun olarak deÄŸiÅŸimin nesnesi olarak yapıları ve süreçleri düşünmenin kapsamının dışında tutar. Foucault’ya göre “eleÅŸtiri artık evrensel deÄŸerlere sahip biçimsel yapıların aranması için deÄŸil, fakat daha çok, kendimizi, yaptığımızın, düşündüğümüzün, söylediÄŸimizin öznesi olarak kurduÄŸumuz ve tanıdığımız olayları tarihsel sorgulayan olarak uygulanacaktır. Bu anlamda bu eleÅŸtiri, aÅŸkınsal deÄŸildir ve amacı metafiziÄŸi mümkün kılmak deÄŸildir…” Foucault burada “eleÅŸtiri, aÅŸkınsal deÄŸildir” derken, önermiÅŸ olduÄŸu ‘yeni aydınlanmacık’ açısından deÄŸiÅŸimini konusunun artık yapılar ve süreçler olmadığını ima ediyor. Yani Foucault’ya göre, Marksçı kavramlarla ifade edecek olursak, ‘yeni aydınlanmacılık’ deÄŸiÅŸimin nesnesi olarak “üretim biçimini” ve “üretim iliÅŸkilerini” tamamıyla düşünümün dışında bırakmaktadır. Foucault sınıf kavramının yerine kendi başına çabalayan bireyi koymaktadır. Buna uygun olarak da ‘yeni aydınlanmacılık’ açısından “metafiziÄŸi mümkün kılmak”, metafiziÄŸin nasıl mümkün olduÄŸunu araÅŸtırmak bir amaç deÄŸildir, yani bireyleri aÅŸan yapılara ve süreçlere yönelen felsefi bilinç durumlarının kurulması anlamsızdır. Böylelikle Foucault Kant’ın kamusallık dediÄŸi ve benim toplumsallık deÄŸim toplumsal özneyi hiçlikte çözmektedir. Oysa Kant kalıcı deÄŸiÅŸimlerin ancak yapıların, iliÅŸkilerin ve süreçlerin ilkesel olarak deÄŸiÅŸmesiyle mümkün olacağını düşünmektedir. Bu konuyu Frankfurt Okulu baÄŸlamında da Modern Felsefe adlı kitabımda (s. 109-114) ayrıntılı olarak tartıştım.
DoÄŸa insanı kendi başına düşünebilmesi ve davranabilmesi için gerekli yetilerle potansiyel olarak donatmıştır. Kant’ın kendi tabiriyle söyleyecek olursak doÄŸa insanları “yabancı yönlendirmeden muaf etmiÅŸtir”. Fakat insanlar korkak veya tembel, korkak ve tembel oldukları için, hatta bu onların “neredeyse doÄŸası” olduÄŸu için, doÄŸanın kendilerini donattığı yetilerini geliÅŸtiremezler, onu aktüel ve iÅŸler hale getiremezler. Böylece insanların tüm üstün yetileri çöker ve çürür. ReÅŸit olmama durumu yani baÅŸkasının yardımı olmadan anlama yetisini kullanma becerisinden yoksun olma durumu, alışkanlık halini alır ve sonunda insanların severek katlandıkları bir durum halini alır. Kendi durumunun, kendi halinin bilincinden olmayan, kendi kendinin de bilincinde olmaz, bir öz-bilinç geliÅŸtirme olanağından yoksun olan birisinin kendisini bilmesi de mümkün olmayacaktır.
Böyle bir insanın “korkak ve tembel” olmasından daha ‘doÄŸal’ bir ÅŸey olamaz. Tembel olurlar, çünkü zamanında iÅŸler kılınmamış, dolayısıyla çürümeye yüz tutmuÅŸ olan anlama yetisini sonradan çalıştırmaya giriÅŸseler de bunu, bir yöntemden yoksun oldukları için de çoÄŸu kez baÅŸaramazlar ve kendilerine yenik düşerler. Ä°nsanların anlama yetileri böylece zamanla tembelleÅŸir, en sıradan yargılarda bulunmaları bile olanaksızlaşır ve giderek iÅŸlemez olur. Korkak olurlar, çünkü anlama yetisini kullanmasını bilmeyen insanların korkak olmaktan baÅŸka seçenekleri yoktur. Burada söz konusu olan korkaklık, insanın kendisini dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı koruması için, dikkatli olmak amacıyla bir nevi bir erdem olarak geliÅŸtirdiÄŸi korkaklık deÄŸildir. Burada Kant’ın iÅŸaret ettiÄŸi korkaklık, durumunu bilmezlikten, kendini bilmezlikten, ne olacağını bilmezlikten kaynaklanan korkaklıktır. Ve elbette bu durumda bütün bunları bildiÄŸini sandığı otoritelerden kaynaklanan korkaklık da eklenir. Anlama yetisini kullanma becerisinden yoksun olma; alışkanlık sonucu doÄŸal hal almış olan tembellik ve korkaklık; ve bundan kaynaklı olarak mutluluk yanılsaması yani mutsuzluÄŸu mutluluk olarak algılayan bilinç yanılsaması sonucu “vasiler” (Vormünder) insanlığın büyük çoÄŸunluÄŸu üzerinde gözetim ve kontrol (Oberaufsicht) kurar. Ä°nsanlığın büyük çoÄŸunluÄŸunun içinde kadınların yani “güzel cins”in (das schöne Geschlecht) tamamı bulunmaktadır. Kant’ın burada “vasiler” olarak tanımladığı Platon’un ve Thomas Aquinas’ın “çoban” olarak betimlediÄŸi krallardan baÅŸkası deÄŸildir. Kant metninde kimi kastettiÄŸini açıkça belirtmek yerine “baÅŸkaları” kavramını kullandığı için, ünlü akÅŸam yürüyüşlerini sıkça beraber yaptığı ve eski bir öğrencisi olan Johann Georg Hamann tarafından “cesur” olmamakla suçlanmıştır. Hamann’a göre Kant herkesi cesur olmaya çağırmaktadır, fakat kendisi cesur davranıp, kimi kastettiÄŸini açıkça söylememektedir. Ama Kant’ın metninden kimlerin kastedildiÄŸi açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca Kant içerik bakımından son derece açıktır ve sözünü de esirgememektedir. ÖrneÄŸin “vasiler” insanlar üzerinde tahakküm kurunca onlara kendilerinin
“ev hayvanı” gibi davranırlar. Onları “önce aptallaÅŸtırdıktan ve bu sakin yaratıkların içine kapattıkları koÅŸum arabasının dışında hiçbir ÅŸekilde kendi baÅŸlarına yürümeye kalkmamalarını için dikkatlice önlem alırlar; bu amaçla sonra onlara, eÄŸer kendi baÅŸlarına yürümeye kalkarlarsa, tehlikeyi gösteriyorlar.” Fakat Kant’a göre tehlike göze alınmaya deÄŸer. Zira mesele özgürlük meselesidir. Ä°nsan kendi başına yürümeye çalışırken hiç kuÅŸkusuz birkaç defa düşebilir. Ama sonunda yürümesini muhakkak öğrenecektir.
Aydınlanmacılığı Hangi Anlamda Almalıyız?
Aklın Kamusal ve Özel Kullanımı Arasındaki Ayrım Ne Anlama Gelmektedir?
Peki, Kant’a göre Aydınlanmacılık nedir? Kant’ın söz konusu metni okunup bitirildikten sonra genellikle akılda yazının ilk cümlesi kalıyor: “Aydınlanmacılık, insanın kendisinin sebep olduÄŸu reÅŸit olmama durumundan çıkıştır.” Bu cümle genellikle ezbere bilinir ve söylenir.
Kant reÅŸit olmama durumunun ne anlama geldiÄŸini, reÅŸit olmamanın ne demek olduÄŸunu insanın bizzat kendisinin edimlerinin ve tutumlarının sonucu olarak betimler. Sonra reÅŸit olmama durumundan çıkış için perspektifsel bir politik yönelim ve uygulama önerir. Bu baÄŸlamda ünlü aklın “kamusal kullanımı” ile aklın “özel kullanımı” arasında ayrım yapar. Kant’ın bu ayrımı yapmadan önce reÅŸit olmama durumundan çıkışın sonunda durumun ne olacağına ve buna ulaÅŸmanın yolunun ve yönteminin ne olduÄŸuna iliÅŸkin açıklaması gözden kaçtığı zaman sonrasında söylenenlerin anlaşılması mümkün olmuyor. Hatta anlamsız çok anlamsız bile gelebiliyor. Zira Kant’ın reÅŸit olmama durumundan çıkışın sonunda oluÅŸacak olan duruma ve bu duruma ulaÅŸmanın yolunun ve yönteminin ne olduÄŸuna iliÅŸkin açıklaması gözden kaçarsa, aklın kamusal ve özel kullanımına iliÅŸkin yapmış olduÄŸu ayrım reÅŸit olmama durumunun idarecileriyle yani vasileri ile bir çeÅŸit uzlaÅŸmacılık (konformizm) olarak bile algılanabilir.
ReÅŸit olmama durumundan çıkış ne anlama gelmektedir, bunun sonunda oluÅŸacak olan durumu hangi anlamda almalıyız? Kant hedefe yerleÅŸtirdiÄŸi durumu nasıl betimliyor? Kant, kamuoyunun geçmiÅŸini, mevcut durumunu ve geleceÄŸini ilgilendiren konular hakkında düşünümlerinde özgür bırakılırsa kamusal tartışma sürecinin sonunda en doÄŸru olanı bulabileceÄŸinden hareket ediyor. Hatta toplum kendisini ilgilendiren konularda kamusal veya ortak akıl yürütme konusunda serbest bırakılırsa, aydınlanması kaçınılmaz olacaktır. Zira bu durumda toplum demokratik bir ÅŸekilde farklı yaklaşımları ve görüşleri beraber tartacak ve sonunda muhakkak en doÄŸru ortak akla ulaÅŸacaktır. Hatta toplum kendini ilgilendiren konularda serbest bırakılırsa, meÅŸruluÄŸu geleneÄŸe, dine, doÄŸaüstü güçlere vesaire dayanan kralların yerine aydınlanma güzergahında kendisinin yönlendiricisi olabilecek kendi başına düşünme yetisini elde etmiÅŸ olan ‘doÄŸal liderlerini’ de ortaya çıkarabilecektir. Kant, burada benim halkın ‘doÄŸal liderleri’ olarak kavramlaÅŸtırdığım kiÅŸilerin niteliÄŸini betimlerken reÅŸit olmama durumundan çıkışın her bir insan için ne anlama geldiÄŸini tanımlıyor. Şöyle diyor Kant: “…reÅŸit olmama durumunun boyunduruÄŸunu kendileri atıp kurtulduktan sonra her insanın kendi deÄŸerinin ve mesleÄŸinin deÄŸerlendirmesini yapacak bir tine göre kendi başına düşünmesini kendi etraflarında yayacaklardır.”
Kant bu pasajda reÅŸit insanı betimliyor. ReÅŸit insanın baÅŸkasının yardımı olmadan kendi anlama yetisini kendi başına kendisinin kullanmasının ne anlama geldiÄŸini tanımlıyor. ReÅŸit insan yani baÅŸkasının yardımı olmadan kendi anlama yetisini kendi başına kullanabilen insan kıskançlık, rekabet duygusu, imrenme ve öykünmeden arınmış bir ÅŸekilde “kendi deÄŸerini ve mesleÄŸini” kendisi deÄŸerlendirebilecektir. EÅŸ deyiÅŸle böyle bir insan kendisi olacaktır, kendisini bilecektir. Dikkat edilirse Kant burada insanın kendini belirlemesi, kendi güçlerini ve yetilerini bulup keÅŸfetme sürecinde hiçbir toplumsal yaptırımdan bahsetmemektedir. Burada söz konusu olan, yakından bakılırsa görülecektir, Kant’ın Pratik Aklın EleÅŸtirisi, Ahlakın MetafiziÄŸinin Temellendirilmesi ve Ahlakın MetafiziÄŸi‘nde (özellikle Erdem Öğretisi‘nde) ahlaka dair geliÅŸtirdiÄŸi düşüncelerin bir özü, özeti verilmektedir: ReÅŸit insan kimdir, nasıl düşünür ve nasıl davranır?
Yukarıda aktardığım pasajda Kant reÅŸit topluma iliÅŸkin herhangi bir tanımlama iÅŸine giriÅŸmiyor. Böyle bir toplum aydınlanmış ve insanların gerçekten ahlaki olabilecekleri bir toplum olacaktır. Böyle bir toplumun oluÅŸması yine toplumsal bir süreçtir. Ä°ÅŸte, Kant’ın aklın kamusal kullanımı ile özel kullanımı arasındaki aslında çeliÅŸki dolu ayrımı bu süreç baÄŸlamında anlam kazanmaktadır. Bu ayrım çeliÅŸki doludur, çünkü gerek özel kullanımda gerekse kamusal kullanımda kullanılan aynı akıldır. Bir alanda yani kamusal alanda özgür olması ve özel kullanımda yükümlülüklere boÄŸulması anlaşılır deÄŸildir. Fakat söz konusu çeliÅŸki Kant’ın düşünsel çeliÅŸkisi deÄŸildir. Aydınlamış topluma geçiÅŸ sürecinin kendisi çeliÅŸki dolu bir süreçtir. Kant aklın kamusal kullanımını özgürleÅŸtirmek istemekle feodal sistemin hemen hiç tanımadığı kamusallığın oluÅŸmasını amaçlamaktadır. Kamusallığın oluÅŸması, toplumsallığın aydınlanmış çaÄŸa doÄŸru ilerlemesinin de koÅŸuludur. Bu süreçte aklın özel kullanımına getirilen sınırlar ancak diÅŸler sıkılarak kabul edilebilecek bir ÅŸeydir. Kant’ın tüm felsefi külliyatı böyle kamusal bir özgürlük perspektifinin yakalanması ve bu yönde güzergahın önünün açılmasına dairdir. Kant’ın biyografisinin yazarı Arseni Guliga’ya Aydınlanmacı projenin üç sütun üzerinde yükseldiÄŸine dikkat çekiyor. Bunlar; birincisi en iyi toplumsal düzen nedir ve bu nasıl mümkündür sorusu etrafında ÅŸekillenen düşüncelerdir. Ä°kincisi; bilginin temellendirilmesi ve yayılması ile aydınlanmanın saÄŸlanması. Bu ise kamusallığın oluÅŸması ve eÄŸitimle mümkündür. Üçüncüsü; insanlığın aydınlanmış çaÄŸa ereceÄŸine dair iyimser bakış. Bu baÄŸlamda deÄŸiÅŸimin zorunlu ve mümkün olduÄŸunun temellendirilmesi yapılmaktadır. Bu çaba modern felsefede, Hegel’in üst uÄŸrağını temsil ettiÄŸi diyalektik felsefenin kurulmasına götürecektir. Bu kadar çeliÅŸkili olan bir dünyanın kavranması ve yine çeliÅŸkilerle dolu olan deÄŸiÅŸim sürecinin baÅŸka türlü örgütlenmesi mümkün deÄŸildir. Kant’ın yukarıda genel hatlarıyla tartıştığımız makalesinin üzerinde yükseldiÄŸi bu üç sütundur. Yukarıda sunduÄŸumuz bakış bu farklı perspektiflerden okunmaya, zenginleÅŸtirilmeye, derinleÅŸtirilmeye ve tamlanmaya açıktır ve muhtaçtır.
[*] Elinizdeki yazı Bilim ve Ütopya dergisinin Mart 2021 (27/321, s. 19-26) sayısında yayınlanmıştır.
[2] Ülkemizde ne yazık ki pek bilinmeyen, fakat Klasik Alman Felsefesi üzerine çok önemli eserler vermiş olan Arseni Guliga için bkz.: http://filosofia.dickinson.edu/encyclopedia/gulyga-arseny/ (erişim: 12.02.2021). 3 Arseni Guliga, Immanuel Kant, Suhrkamp Verlag, Frankfurt a.M., 1985, s. 7.
- David Hume’un Yararcılık Ahlakının Arkaplanı Olarak Tanrı Tartışması - 28 Haziran 2022
- David Hume’un Yararcılık Ahlakının Arkaplanı Olarak Tanrı Tartışması - 9 Mayıs 2022
- Modern Felsefe Açısından Bakış: Uluslararası Göçler, Göçmenler, İnsanlık ve İnsan Olmak - 6 Mayıs 2022