Adalet, Doğa ve Toplum: Epikürcü Felsefenin Materyalist Yeniden Yorumu

Epikür’ün felsefesi tarih boyunca yanlış anlaşılmış, yüzeysel bir hazcılığa indirgenmiş olsa da, dikkatle incelendiğinde içinde toplumsal düzen, adaletin kökeni ve doğa-insan ilişkisine dair devrimci potansiyeller barındırdığı görülür. Özellikle adalet kavrayışı, insanın doğası ile toplumun örgütlenme biçimi arasında kurduğu bağ sayesinde, modern eşitlikçi düşünceler için yeniden üretilebilir bir zemin sunar. Ancak bu potansiyel, idealist yorumlardan arındırılarak, tarihsel ve toplumsal maddi koşullar temelinde yeniden düşünülmelidir.

Bu yazıda, Epikür’ün doğa ve adalet anlayışını, insanın tarihsel-toplumsal varlığı ve üretim ilişkileri bağlamında yeniden yorumlayacağız. Bu, onu sadece bireysel etik sisteminden ibaret gören dar yaklaşımların ötesine geçerek, toplumsal adaletin maddi ve tarihsel kökenlerini anlamak açısından da işlevsel bir yaklaşım olacaktır.

Doğa, İhtiyaç ve İnsan: Tarihsel Bir Ontoloji

Epikür, doğayı bir başlangıç noktası olarak alır. Ona göre doğa, evrenin ve insanın işleyişini belirleyen yasaların toplamıdır. Bu doğa, aşkın ya da tanrısal değil, maddidir. İnsan da bu doğanın bir parçasıdır ve onun ihtiyaçları –güvenlik, acıdan kaçınma, temel gereksinimlerin karşılanması– doğayla kurduğu ilişki tarafından belirlenir.

Ne var ki bu doğallık, tarih dışı bir “insan doğası” anlayışıyla yorumlanamaz. İnsan, üretim faaliyetleriyle doğayı dönüştüren bir varlıktır. İnsanın ihtiyaçları ve bu ihtiyaçları karşılama yolları, tarihsel olarak değişir. Bu nedenle doğaya uygun yaşamak, yalnızca biyolojik gereksinimlere indirgenemez; toplumsal koşullarla şekillenen bir maddi gerçekliktir.

Epikür’ün “doğaya uygun yaşam” ideali, maddi ihtiyaçların farkında olan bir toplumsallıkla anlam kazanır. Bu da bireyin salt haz arayışının ötesinde, ihtiyaçların tarihsel üretimi ve yeniden üretimi sürecine bağlıdır. Haz ve acı, yalnızca bireysel psikolojik durumlar değil, maddi üretim ilişkileri tarafından belirlenen toplumsal duygulanımlardır.

Adalet: Sözleşme mi, Sınıfsal Uzlaşma mı?

Epikür, adaleti “zarar vermeme” ilkesine dayalı bir sözleşme olarak tanımlar. Bu sözleşme, bireylerin güvenliğini ve karşılıklı faydayı sağlamak için doğar. Yasa ve hukuk, bu anlaşmanın araçlarıdır. Ancak bu, soyut bir “karşılıklı fayda” fikrinden ibaret değildir. Anlaşmanın tarafları, maddi güç ilişkilerine göre şekillenir. Sözleşmelerin içeriği, toplumdaki üretim araçlarının kim tarafından denetlendiğine göre belirlenir.

Dolayısıyla Epikür’ün adalet anlayışı, üretim biçimleri ve sınıf ilişkileriyle birlikte yeniden düşünülmelidir. Toplumsal sözleşme, eşitler arasında yapılmadığında, adalet değil tahakküm üretir. Epikür’ün “adalet, koşullara bağlı bir erdemdir” ifadesi, tarihsel maddeciliğin temel önermeleriyle birleştiğinde, hukukun da sınıfsal karakterini açığa çıkarır.

Gerçek adalet, ancak egemen sınıfların çıkarlarına değil, üretici çoğunluğun kolektif ihtiyaçlarına yanıt verebildiği ölçüde mümkündür. Bu, sadece yasalarda değil, üretimin ve toplumsal emeğin yeniden örgütlenmesinde yatar. Epikür’ün doğaya uygun adalet anlayışı, maddi eşitsizlikler ve sömürü koşulları var oldukça, eksik kalacaktır. Çünkü adalet, yalnızca zarar vermemek değil, kimlerin zarar gördüğünü ve neden görmeye devam ettiğini sorgulamakla mümkündür.

Erdem ve Yabancılaşma

Epikür’e göre erdem, doğru bilgiye ve ölçülü yaşama dayalıdır. Ancak bu ölçülülük, dışsal bir kendini sınırlama değildir; bilincin gerçek ihtiyaçlarla uyuştuğu, özgürleşmiş bir yaşam biçimidir. Böyle bir özgürlük, bireyin sadece dış koşullardan değil, yanıltıcı tutkular ve yanlış inançlardan da kurtulmasını gerektirir. Yani bireyin kendi doğasına yabancılaşmaması gerekir.

Bugün bu yabancılaşma, bireyin üretim sürecindeki konumuyla başlar. İnsan, emeğiyle toplumu kurar ama bu toplum içinde kendine ve emeğine yabancı hale gelir. Erdemli yaşam, artık sadece bireysel bir tercih değil, toplumsal yabancılaşmanın aşılmasıyla mümkündür. Gerçek erdem, yalnızca bilgiye değil, insanın kendi emeğinin ve yaşam koşullarının denetimini eline almasına dayanır.

Epikür’ün “doğru bilgiye dayalı yaşam” ideali, bu anlamda, ideolojik kurguların ötesine geçerek maddi gerçekliğin kavranması anlamına gelir. İnsanın kendini doğayla ve toplumla barışık bir şekilde yeniden üretmesi, ancak özgürleştirici bir toplumsal dönüşümle mümkündür.

Sessiz Bir Devrimin Felsefesi

Epikür’ün felsefesi, kendi döneminin egemen düşünce sistemlerine karşı sessiz ama derinlikli bir itirazdır. Tanrılara, ölümsüzlük arayışına, ebedi düzen fikrine karşı; değişim, maddilik ve doğa yasalarıyla barışık bir yaşam savunulmuştur. Bu yönüyle Epikür, dogmatik inançlara değil, maddi yaşam koşullarına odaklanan bir düşüncenin öncüsüdür.

Onun doğa ve adalet anlayışı, üretim ilişkileriyle bütünleştiğinde, sadece bireysel huzur değil, kolektif özgürlük ve eşitlik ideali için de temel oluşturur. Bu, insanın tarih boyunca sürdürdüğü kurtuluş mücadelesinin felsefi temel taşlarından biridir. Adalet, ancak üretimin toplumsallaştığı ve bireyin kendine yabancılaşmadığı bir dünyada gerçek anlamına kavuşabilir. Epikür’ün sessizliği, bu devrimin felsefi ilk adımlarından biridir.


  • Kaynakça:
    Epikür. Mektuplar ve Ana Düşünceler. Çev. Cengiz Çevik. Say Yayınları, 2023.
  • DeWitt, Norman. St. Paul and Epicurus. University of Minnesota Press, 1954.
  • O’Keefe, Tim. Epicureanism. Routledge, 2010.
  • Engels, Friedrich. Doğanın Diyalektiği.
  • Wood, Allen. The Free Development of Each: Studies on Freedom, Right, and Ethics in Classical German Philosophy, Oxford University Press, 2014.