Donald Trump, Amerikan dış politikasında zaten zayıflamış olan ahlaki pusulayı nihai olarak kırarak, seleflerinin bile cesaret edemediği bir yola girdi. Trump, başkanlık koltuğuna geri döndüğü ilk 100 günde, Amerikan dış politikasının temel direklerinden biri olan “ahlaki diplomasi”yi yalnızca görmezden gelmekle kalmadı, onu sistematik biçimde yok etti. Bu hamleler, Henry Kissinger’ın onlarca yıl önce başlattığı, ancak hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleştiremediği hayalin nihai vücuda kavuşmuş hali olarak okunabilir. Artık sadece realpolitikten söz etmiyoruz; artık sadece çıkar üzerinden yürüyen bir dış politika değil, ahlakı açıkça değersizleştiren bir dış politika düzeni ile karşı karşıyayız.
Kissinger’ın Soğukkanlı Pragmatizmi: Ahlaksızlık mı, Soğuk Hesap mı?
1970’lerin başında, dönemin Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın kayıt altına alınmış bir sözü, onun etik anlayışını açıkça sergiler: “Yahudileri Sovyetler’de gaz odalarına koysalar bile, bu Amerika’nın meselesi değildir. Belki sadece insani bir kaygı olabilir.” Bu söz, Nazi Almanyası’ndan kaçan bir Yahudi olarak Kissinger’ın kişisel tarihine rağmen, onun soğukkanlı realpolitik anlayışını özetliyordu. Kissinger için mesele, insan hakları ya da evrensel değerler değil; güç dengesi, istikrar ve nükleer savaşın önlenmesiydi. Ahlaki değerlendirmeler, bu büyük planın yalnızca rahatsız edici yan etkileriydi.
Kissinger’ın yaklaşımı tartışmalıydı ama yine de bir stratejiye dayanıyordu: Sovyetler’le detant politikası, Çin ile diplomatik açılım gibi girişimler, küresel istikrar arayışının ürünleriydi. Ancak Trump’ın yaptığı şey, Kissinger’ın hesaplı soğukkanlılığını bile aşan bir düzeyde, tamamen çıkarcı ve ahlaksız bir dış politika inşa etmek oldu. Kissinger bile bu denli bir kopuşu öngörmemişti.
Dış Politikada Büyük Tasfiye: İnsan Hakları ve Demokrasi Programları Yok Ediliyor
Trump, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın bütçesini keserek ve Dışişleri Bakanlığı’ndaki insan haklarıyla ilgili birimleri fiilen tasfiye ederek, insan hakları ve demokratikleşme politikalarının omurgasını çökertti. Freedom House gibi 1941’den beri faaliyet gösteren köklü insan hakları kuruluşları programlarının %80’ini sonlandırmak zorunda kaldı. ABD’nin demokrasi ihracında kilit rol oynayan Ulusal Demokratik Enstitü ve Uluslararası Cumhuriyet Enstitüsü gibi kurumlar personelinin üçte ikisini izne çıkardı. National Endowment for Democracy ise finansmanını geri kazanmak için Kongre’ye başvurmak zorunda kaldı.
Amerika’nın Sesi, Özgür Avrupa Radyosu ve benzeri medya organlarını yöneten ABD Küresel Medya Ajansı ise tamamen ortadan kaldırıldı. Bu kurumlar her hafta 420 milyon kişiye ulaşan yayınlar yapıyordu. Şimdi ise sessizlik hâkim. Wilson Center gibi düşünce kuruluşları da bu tasfiyeden nasibini aldı.
Ahlaki Diplomasinin Sonu: “Dinleyici Hat” Kapandı
Tüm bu gelişmelerin özünde yatan yaklaşım, ahlakın yalnızca gereksiz değil, aynı zamanda tehlikeli ve zararlı görülmesi. Trump’ın dış politika vizyonunda, insan hakları savunuculuğu “radikal bir siyasi ideoloji” olarak değerlendiriliyor. Önceki başkanlar, insan haklarını kendi hedefleri doğrultusunda kullansalar da, en azından retorik düzeyde bu değerlere sadık kalma ihtiyacı duydular. Ronald Reagan, komünizmi Tanrı’sız ve ahlaksız bir sistem olarak hedef alırken; George W. Bush Irak Savaşı’nı Ortadoğu’ya demokrasi getirme projesi olarak sundu. Ancak Trump, bu fikirlerin hiçbirine ihtiyaç duymuyor. Onun dünyası, yalnızca “büyük köpek küçük köpeği yer” mantığına dayanıyor.
Kissinger Bunu Görse Ne Düşünürdü?
Henry Kissinger uzmanı tarihçi Jeremi Suri’ye göre, Kissinger, Trump’ın güç ve çıkarı merkeze koyan yaklaşımından memnun kalabilirdi. Özellikle ABD’nin “Wilsoncu takıntı”sını terk etmesini desteklerdi. Ancak yine de, Trump’ın uluslararası kurumlara olan küçümseyici tavrı ve ahlaki değerlere yönelik topyekûn saldırısı, Kissinger’ın bile öngörmediği bir radikalliğe işaret ediyor.
Kissinger da zaman zaman Amerikan gücünü hoyratça kullandı. Şili’de Salvador Allende’ye karşı yürütülen gizli darbe girişimi bunun en bilinen örneğidir. Ancak en azından bu girişimler, daha büyük jeopolitik hedeflere bağlanıyordu. Bugünse görülen, bu hedeflerin dahi olmaması: sadece güç, sadece çıkar, sadece baskı.
Amerikan Dış Politikasının Ruhunu Kaybı
Amerikan dış politikası, ne kadar ikiyüzlü ya da çelişkili olsa da, tarih boyunca bir çeşit “vicdan arşivi” işlevi gördü. Baskıya uğrayanlar, ayrımcılığa maruz kalanlar, bir yerde raporların yazıldığını, en azından birilerinin bu zulmü kayda geçirdiğini bilirdi. Şimdi bu umut da ortadan kalktı.
NPR’nin haberine göre, Dışişleri Bakanlığı’nda yıllık insan hakları raporları “yeni yürütme emirlerine uyum” gerekçesiyle kısaltılıyor. El Salvador’daki cezaevlerinin içler acısı koşulları, Macaristan’daki yolsuzluk gibi detaylar artık bu raporlardan çıkarılıyor. Artık yalnızca Kongre’nin yasal olarak zorunlu kıldığı asgari bilgiler yer alacak.
Trump, Misyoner Diplomasi Geleneğini Yıkıyor
Kissinger’ın savaş suçlusu olarak suçlandığı bir dünyada bile, en azından karşıtları vardı. Misyoner diplomasiye inanan, ahlaki duruşu savunan bir muhalefet vardı. Bugün ise bu denge tamamen bozulmuş durumda. Trump, ahlaki dış politika çizgisini yalnızca pasifize etmedi; onu topyekûn yok etti.
Bir zamanlar dünyanın dört bir yanındaki mazlumlar için umut kaynağı olan Amerikan diplomasisi, artık telefonun ucunda kimsenin olmadığı bir hat. Ve bu, sadece Trump’ın değil, Amerika’nın da dönüşümünün simgesi.
Kaynakça:
-
The Atlantic, “Trump Is Fulfilling Henry Kissinger’s Dream”
-
NPR, State Department Human Rights Reports Revision Memo
-
Jeremi Suri, Henry Kissinger and the American Century
-
Christopher Hitchens, “The Trial of Henry Kissinger”