Asla Unutma!

Geçmişten kalan bazı fotoğraflar tarih gibidir. İnsanın kendisiyle yüzleşmesine neden oluyor. Gördüğüm bir fotoğraf bana kendimi tarihimi sorgulattı. Bir kez daha anladım ki insanın kendi ve ailesinin kişisel tarihini kabullenmesi onu özgürleştirir. Çünkü insan böyle yaparak tarihin hafızasında kendisini bir hikâyeye yerleştirir. Onu özgürleştiren de o hikâyedir. Seneca, “Nereye gideceğini bilmiyorsan hiçbir rüzgâr sana yardım etmez der.” Bunun için insanlar ya hep yolculuktadır ya da hep tatildedirler ve evlerine dönmeyi beceremezler. Son günlerde yaşananlara baktığımda kendimi uçan bir yaprak gibi, sahipsiz bir mektup gibi hissediyorum ve böyle hissedenlerin çoğaldığını görmek beni kedere boğuyor.

Bu durumlar ulusların tarihi için de geçerlidir. Onlar da kendi tarihlerini kabullenip sahip çıkmadıkları zaman aynı kaderi paylaşırlar, kendi yarattıkları kuşak lanetleri içinde debelenip dururlar. Oysa ulusların kendi tarihlerini kabullenmeleri çok önemlidir.  Uluslar böyle yaparak kendi tarihlerini temizlemek için yola koyulur. Gördüğüm fotoğraf; 1970 yılında o zamanın başbakanı olan Willy Brandt tam da böyle yapmıştır. Brandt Alman bayrağının renkleri ile döşeli bir çelenkle Varşova’daki Getto Anıtı’nı ziyaret eder, çelengi anıta yerleştirdikten sonra  anıtın ıslak taşları üzerinde dizlerinin üstüne çökerek ellerini saygıyla önüne kavuşturur. Varşova direnişine katılan biri bu durum karşısında şöyle hissettiğini söyler; “Willy Brandt’ın Varşova Gettosu anıtındaki diz çöküşünü gördüm. O anda şunu hissettim: Artık içimde nefret yok! O diz çöktü ve halkını yükseltti.” Kendi adıma,Brant’ın bu erdemli davranışını ve Alman ulusunun kendi tarihini temizleme gayretini, kendi tarihlerinde lanet ve soykırım olan diğer uluslar de için çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Yakın tarih okumalarımdan hep şunu çıkardım kendi tarihleri ile yüzleşmeyen ulusların hep köle kaldığını, kendi içlerindeki birbirlerine karşı ihanetlerinin hiç bitmediğini ve bu ulusların her dönem “hain” ve kahraman” kelimeleri arkasına saklanarak kendi halkını da zehirlediklerini gördüm.

Tarihe baktığımda acının yaşanmadığı toprak parçası göremiyorum ve tarih adına nereyi kazısanız kemikler, toplu mezarlar çıkıyor karşınıza. Kanın aktığı topraklara ayak bastığınızda içinizde sebebini bilmediğiniz bir ürperme ile aniden sarsılırsınız ve ne yazık ki bugün Orta Doğu’da topraklar yeni ürpermelere, boşalan evlere, parçalanmış cesetlere yeniden şahitlik yapıyor. Panzer homurtuları, uçak sesleri, insan çığlıkları ve göç yollarında toz duman hayatlar insanlığın ortak hafızasını yeniden sarsıyor. Göç yolarındaki kadınlar, çocuklar yeniden ganimet sofralarına sunuluyor.  Bugün Harabeye dönen Orta Doğu’da yediden yetmiş insanlar, yaşama değil savaşa çekiliyor. Bunu insanların yüzüne çöken umutsuzluk, acı ve yıkımda görmek mümkün.

Kadınların, “Kahramanca” başkaldırılarını, kadınların aşk karşısındaki tutkusuna benzetiyorum. Kadın aşka tutulduğunda nasıl iliklerine kadar yaşıyorsa savaşta da öyle yaşıyor demek ki diye düşünüyorum ve kadınların ellerinde silahla başkaldırmasında sadece keder duyuyorum. Keşke kendi tarihlerini yaratmak için bu durumla kaşı karşıya kalmasalardı diyorum.

Tüm bunlar bana yurduna dönen Odyseus’u hatırlatıyor. Ne mutlu ki Odyseus dönebilmişti yurduna. Oysa Ortadoğu halklarının ve onların çocuklarının evlerine dönmesi halen çok zor gözüküyor. Yeni ahit “Babaların günahını çocukları çeker” der. Sahi ne büyük bir günahmış ki öde! Öde! Bitmiyor. Sanırım herkesin dönüp Willy Brandt’ a tekrar bakması gerekir. Bu Osmanlı’nın mirasını hala sahiplenenler için de çok önemli çünkü bu mirasın taşıyıcıları bu mirasla yüzleşmeden “hain” ve “kahraman” mitinden kurtulamayacaklar, ruhlarını asla özgürleştiremeyeceklerdir. Elbette Osmanlı’nın mirasçıları kendilerini gayet iyi tanırlar.

Dilerim bir gün bunlar da yağmurlu bir günde toprağa diz çöküp elleriyle toprağa dokunup katlettiklerinden özür dilerler. Çünkü siz ne yapsanız yapın bunu yapmadığınız zaman toprak unutmuyor… Toprak kanlı, toprak acılı, toprak ölüm kokuyor.

 

Cennet BİLEK
Latest posts by Cennet BİLEK (see all)