Sınıf mücadelesi kavramı, normal olarak, Emek Partisi’nin (EMEP) anayasa tartışmalarındaki hareket noktasını oluşturuyor. Parti, tarihsel bir perspektiften, sınıf mücadelesi ile demokratik laik anayasa mücadelesini birbirinden ayırmamaya özen gösteriyor. “…sınıf mücadeleleri açısından anayasa tartışmalarının özünü oluşturan bir soruyu sormak ve bu soruyu yanıtlamak gerekir. O temel soru şudur: Anayasalar toplumda tartışılan herhangi bir sorunu çözüme mi bağlarlar, yoksa toplumun bir çözüme bağladığı sorunları temel bir yasa halinde güvenceye alan metinler midir? Bu soruya tarihsel materyalizm ve sınıf mücadeleleri cephesinden verilmesi gereken yanıt şudur: Anayasalar toplumun –sınıf mücadelesinden geçerek– ulaştığı çözümleri, temel yasalar haline getiren metinlerdir.”[1]
Parti’ye göre “Toplumda çözülmeyen sorunları çözmeye yönelmek değil, ama ulaşılmış çözümleri, en azından toplumda o anda oluşan yeni güç dengelerine dayalı olan ara çözümleri anayasa maddeleri düzeyine yükseltmek, toplumu yönetmenin genel ilkeleri haline getirmek, devletin işleyişinin kurallarını belirlemek anayasaların temel içeriğini –bu durum aynı zamanda devletin alacağı biçimi de- doğrudan” doğruya şekillendirecek, belirleyecektir.
Elbette ki “…anayasalar toplum tarafından olumlu ve olumsuz bir çözüme kavuşturulamamış sorunları çözüme kavuşturmazlar, bu anlamda sorunları çözen sihirli metinler değillerdir. Egemen olan kendi anayasasını da hazırlar, yürürlüğe koyar. Bu söylenenleri tek cümlede şöyle de özetleyebiliriz: Anayasalar toplumun o andaki fotoğrafını çeker ve bize verirler. Bundan ne eksik ne de fazla!”
EMEP, bir anayasanın, o toplumun bir fotoğrafı -belki bir fotoğraf değil de o toplumu ayakta tutan, iskelet yapısını gösteren röntgeni hatta toplumun tüm iç yapısını görüntüleyen bir MR’ı (Manyetik Rezonans’ı)- olduğunu belirtir; ki bu, “modern anayasalar”ı tanımlayan gerçekten önemli bir teşhis olarak not edilmelidir. Anayasa bir toplumun MR’ı, röntgeni, fotoğrafı olduğu kadar, o toplumdaki sınıfsal yapıyı, o sınıfsal yapının ima ettiği sömürü ilişkilerini de örten, onu “toplum sözleşmesi” halinde hegemonlaştıran ve o ilişkileri tüm sınıflar için kabul edilebilir, (edilmesi gerekir/edilmesi zorunlu) bir metin halinde sunan belgelerdir de. Nitekim EMEP’in de altını çizdiği gibi; “…modern burjuva toplumun temeli, alt yapısı kapitalist ilişkiler tarafından oluşturulmuş, burjuvazi de burjuva toplumunun bu yapısını hem kendi devletinin, hem de genel olarak insan haklarının temeli olarak tanımıştır. Yeni devlet, burjuva toplumun ürünü ve sermayenin egemenlik ve yönetim aygıtıdır. Bu toplumun temel belgesi olan anayasalar ve yasalar da burjuvazinin sınıf egemenliğini güvence altına almıştır. Yani sonuçlanmış sınıf mücadelesi, kendi yansısını ve sonucunu anayasal belgelerde dile getirmektedir. Zaman zaman yanlış bir biçimde dile getirilen, anayasaların, toplumla devlet arasında bir ‘sözleşme’ olduğu yolundaki görüşler, devletin sınıf mücadelelerinin ürünü olarak toplumun içinden çıktığı ve egemen olan sınıfın egemenlik aygıtı olarak toplumun üstünde yer aldığı gerçeğini perdelemekte, toplumun devlete gönüllü olarak itaat ettiği fikrini yaymaktadır…
EMEP, yine de anayasaların sadece ve basitçe, “sömürüyü gizleyen ve örten” belgeler olarak anılmasını da doğru bulmaz. Nitekim anayasaları, “…donmuş ve değişmez metinler” olarak ele almak doğru değildir. Anayasalar “Yönetici sınıfın değişen ihtiyaçlarına göre ya da alt sınıfların baskısı sonucu değişebilirler, toplumda oluşan yeni güç ilişkilerini yansıtırlar. Yukarıda verilen örnekler, bu durumu yeterince kanıtlamaktadır. Ancak tarihte sadece egemen sınıfların egemenliklerini pekiştiren ve güvenceye alan anayasalar bulunmamaktadır… Kuşkusuz, tarihte ve toplumda olup bitenler, burada kısaca özetlenmeye çalışıldığı kadar yalın ve açık seçik değildir. Sınıfların mücadelesi, pek çok ara biçimi ve çözümü de gündeme getirmiş, bu biçimler, bazen burjuvazinin çeşitli kesimleri arasındaki mücadelenin damgasını –büyük, küçük burjuvazi, büyük burjuvazinin çeşitli kesimleri vb.– taşımış, bazen de devrim ve karşı-devrim arasındaki dengeyi yansıtmıştır. Ama bu biçimler geçici olmuş, ağır basan taraf, kendi egemenliğini ve damgasını devlete ve anayasaya vurmuştur.”
Her ne kadar anayasalar “sömüren sınıfın politik dokümanlarıdır!” denilerek elin tersiyle kenara itilecek politik metinler değillerse de anayasaların doğasında gizli olan sınıfsal özlerini de unutmamak gerekmektedir. Eni sonu anayasalar “…çözüme bağlanmış sınıf mücadelelerinin sonuçlarını yansıtan politik metinler ve egemen sınıfın temel yönetim ilkelerini” yansıtmaktadırlar. O takdirde de bir “yeni anayasa” tartışmasında öncelikli olarak sormamız gereken soru -EMEP’e göre- “Bugün, yöneten ve yönetilen sınıflar arasında büyük bir hesaplaşma mı yaşanmakta, yönetilenler –işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri– yöneten sınıfa –işbirlikçi tekelci burjuvazi– kendi taleplerini zorla kabul ettirmeye mi çalışmaktadırlar?” sorusudur. Çünkü bir “yeni anayasa” tartışması gerçekten de toplumdaki sınıfsal dengedeki bir “yeni” arayışa, beklentiye, dönüşüme… de tekabül etmek zorundadır.
Eğer günümüzün sınıflı toplum yapısında tabir-i caizse kartların yeniden dağıtılmasına dair bir beklenti, ihtiyaç ya da toplumsal bir baskı vb. yoksa -ki EMEP “Bugün ülkede böyle bir durumun olmadığı görülmekte ve bilinmektedir.” demektedir- yeni anayasaya da ihtiyaç yok demektir: “Ülkede büyük bir alt-üst oluş durumu, sınıflar arasında az-çok bir denge durumu ya da emekçi sınıfların ağır basarak devrimci bir anayasa yapma güçleri şimdilik bulunmuyor. İşçi sınıfının ve emekçi halkın, işbirlikçi egemen sınıfa ve onun gerici yönetimine karşı bir mücadelesi olsa da bu mücadelenin egemen sınıflara yeni bir anayasa yaptıracak, işçi ve emekçi kitlelerin hak ve özgürlüklerini kabul ettirmeye zorlayacak bir gelişkinlikte olmadığını tespit etmek zorundayız. İşçi ve emekçi yığınlar, henüz bağımsız, birleşik bir hareket içerisinde değillerdir ve hakları saldırı altındadır, gasp edilmektedir, en ileri noktada küçük bazı kazanımlarla yetinmek zorunda kalıyorlar. Kürt ulusal hareketinin ise, böyle bir güce –temel hak ve özgürlüklerini anayasal düzeyde kabul ettirmek– sahip olmadığını biliyoruz. Böyle olmakla birlikte, işçi, emekçi yığınlar ve Kürt ulusal hareketi eğer etkin bir tutum alabilirse, yeni anayasada bazı önemli demokratik hakların yer almasını sağlayabilecekleri de ayrı bir gerçekliktir. Ama bunun, ivmesi bugünkünden daha yüksek bir mücadele sürecini zorunlu kıldığı/kılacağı kabul edilmelidir.”
EMEP, işçi sınıfının, tabir-i caizse “kendisi için” (pour soi) bir anayasa yapacak güce sahip olmasa da -başka bir ifade ile “işçi ve emekçi kitlelerin mücadelesinin henüz böyle bir anayasayı koparıp alacak gelişkinlikte” olmasa da- nasıl bir (yeni) anayasadan yana olduğu konusundaki temel dayanaklarını belirlemekten yoksun olmaması gerektiğinin de altını çizer. Çünkü “Türkiye’nin “gerçek bir demokratik halk anayasası”na ihtiyacı vardır.” ve “…demokrasi ve özgürlükler için mücadele etmek, bu mücadeleyi yeni anayasa tartışmaları sırasında da yükseltmek, bütün bu talepleri elde etme olanağı tanımasa da, gerici yönelimleri, daha da geriye çekme –laikçi, milliyetçi cephe bunun için bastırmaktadır– çabalarının bazı girişimlerini engelleyebilir. Bütün bunlar, açık ki, soyut akademik tartışmaların, doktriner yaklaşımların, anayasa taslakları hazırlamayı iş ve görev edinen bir anayasa yazıcılığının değil, somut mücadelenin konusudurlar. Eğer işçi sınıfının iktidar mücadelesi gibi bir sorunu, demokrasi ve bağımsızlık isteyen güçleri arkasına toplama diye bir sorunu varsa –olduğuna her halde kimse itiraz edemez–, anayasa gibi önemli politik bir sorunda âtıl kalması söz konusu değildir. Bütün bu sorunlar ve mücadeleler iktidar mücadelesinin ön çarpışmalarıdır ve işçi sınıfı bu okuldan geçmek zorundadır.”
EMEP, TBMM Başkanlığı Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun (29 Kasım 2011 tarih ve 32276 sayılı yazı) yeni anayasa üzerine görüş ve öneri talebine 30 Aralık 2011 tarihinde verdiği cevapta ve 22 Ocak 2011 tarihinde Mecidiyeköy Kültür Merkezi’nde yapılan “Halk İçin Demokratik Anayasa Forumu Sonuç Bildirgesi’nde yeni anayasa konusundaki taleplerini şu başlıklar altında toplamaktadır:
Halk İçin Demokratik Anayasa;
- Türklerin, Kürtlerin ve bütün milliyetlerden halkların tam hak eşitliğini ve özgür, demokratik koşullarda bir arada yaşamasını garanti altına almalı, bu temelde bölgesel özerklik de dâhil Kürtlerin demokratik hak ve taleplerini karşılamalı, azınlıkların varlığını kabul edip haklarını tanıyarak, “tek millet, tek dil, tek din, tek bayrak vb.” tekçi ve ırkçı her tür anlayıştan tümüyle uzak olmalıdır. Ayrımcılığı, nefreti ve ırkçılığı kesin olarak yasaklamalıdır.
- Devletin tüm din ve mezheplere karşı eşit uzaklıkta durmasını sağlamalı, din derslerini zorunlu olmaktan çıkarmalı, diyanet aracılığıyla devlete bağlı din adamlığına son vererek gerçek bir laikliğin temelini oluşturmalı, başta Aleviler olmak üzere, ezilen ve dıştalanan tüm inançların demokratik hak ve özgürlüklerini eksiksiz karşılamalıdır. Vatandaşlık kavramını, etnik köken, dinsel inanç, cinsiyet, siyasal görüş ayrımı yapmaksızın, eşit hak ve sorumluluklar açısından tanımlamalıdır.
- Militarizmden, güvenlik rejimi zihniyetinden tümüyle arınmış olmalı, askeri darbeleri tümüyle mahkûm etmeli, onlar aracılığıyla doğmuş bütün kurum ve yasaları ortadan kaldırmalı, başta JİTEM, Özel Harekât Dairesi, kontrgerilla gibi kurumları ve bunların faaliyetlerini gizlice finanse eden örtülü ödenek gibi kaynakları yasa dışı ilan etmeli, sorumlularının yargılanmasını teminat altına almalıdır.
- Seçim barajlarını kaldırmalı, seçim yardımı adı altında hazinenin yağmalanmasına son vermeli, bütün siyasi partilerin eşit koşullarda seçime girmesini sağlamalıdır.
- İşçilerin, emekçilerin örgütlenme ve siyasi faaliyet yürütmesinin önündeki engelleri kaldırmalı, başta dayanışma grevi olmak üzere, grev ve toplu sözleşme hakkında sınırsız özgürlükler getirip lokavtı yasaklarken, kamu emekçilerinin grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkını tanımalı, sendikasız, sigortasız işçi çalıştırmayı yasaklamalı, sendikalaşma ve toplu sözleşme yapmanın önünde engel olan her tür baraj ve yasağı kaldırmalıdır. İşçileri, memurları ve köylüleri açlığa, sefalete, kölece yaşama koşullarına mahkûm eden iş ve çalışma yasalarını ortadan kaldırmalıdır.
- Sağlık ve eğitim hakkı başta olmak üzere kamu hizmetlerinin devlet tarafından nitelikli, parasız ve zorunlu olarak verilmesini, İnsanca bir yaşam ve barınma hakkını devlet olarak karşılamayı güvence altına almalı, bu kapsamda gerekli sosyal yardımların düzenli ve maddi olarak yapılmasını zorunlu hale getirmelidir.
- Sosyal adaleti sağlamanın, serbest piyasa ekonomisi denilen denetimsiz ve vahşi sömürü çarkını zincirlemekle mümkün olduğu gerçeğinden hareketle “serbest piyasa ekonomisi” adı altında sürdürülen vahşi sömürüye müdahale etmeyi ilke olarak benimsemeli, her türden ve her alandaki tekelciliği yasaklamalıdır.
- Engellilerin yaşam koşullarını, çalışma haklarını eksiksiz tanımlamalı, kentleri, konutları, toplu taşıma araçlarını, çalışma alanlarını, eğlence ve kültür mekânlarını engelsiz hale getirmeyi hedeflemelidir.
- Kadınların cins olarak karşılaştıkları her türden baskı, şiddet ve engellemeyi kesin biçimde yasaklamalı, her alanda eşit temsil için önlemler almalıdır.
- Sanatın ve sanatçının eksiksiz gelişmesi için gerekli koşulları yaratan, bunun önündeki tüm hukuksal, yasal ve toplumsal engelleri kaldıran önlemler almalıdır.
- Çevrenin korunması, anayasanın temel ilkelerinden olmalıdır. Tarihsel ve kültürel mirasın korunması için ciddi ve samimi önlemler alınmalı, daha önce bunun aksine yapılmış tüm yasalar ve başlatılmış uygulamaları iptal etmelidir.
- Parasız, demokratik, bilimsel, özerk eğitimi ve akademik özgürlüğü tam olarak sağlamalı, üniversiteler başta olmak üzere bütün eğitim kurumlarını tüm gençler ve yurttaşlar için erişilebilir hale getirmelidir.
[1] Anayasalar ve Sınıf Mücadelesi, Genel Başkan Ercüment Akdeniz’den alınan bir parti dokümanı (tarihsiz)