Alevi Cumhurbaşkanı ve Bağnazlık

İnsanların cumhurbaşkanı, başbakan, vali veya herhangi bir devlet memuru olma meselesinin inancına göre değerlendirilmesi ve konuşulması, ülke adına utanç verici bir durumdur. Yazık ki son bir yılda bu tartışmalara çokça tanık olduk. Demokrasiden bu kadar çok bahsedildiği bir çağda, hâlâ bir Alevi’nin cumhurbaşkanı olup olmamasının konuşulması ülkemizin bir ayıbı değil midir, sizce de?..

Ya da demokratik olarak geri olduğumuzun, insani ve kültürel gelişimimizin yetersiz olduğunun bir göstergesi olduğunu koymaz mı ortaya? Peki siyasi etiğe sığar mı? Hayır. Dünya bilimin, yapay zekânın peşinde, güzel gelecek hazırlama derdindeyken; biz ise, senin mezhebin, benim mezhebim atışmasında. Yazık ediyoruz…

Dünyadaki uygar ülkelerde kimsenin inancı kimseyi ilgilendirmez. En azından bunun bir önceliği yoktur. Dürüst, temiz, adaletli, ahlaklı, liyakatli ve çalışkan olması önceliklidir.

Doğru olan da bu değil midir zaten… Çünkü, bir inanca sahip olmak; bu güzel özelliklere, bu değerlere sahip iyi bir insan olmanın garantisi değildir ki… Yani herhangi bir din veya mezhep, doğrudan iyi yapmıyor insanı.

Vicdan sahibi, adil, ahlaklı, doğru ve dürüst, erdemli insan olmak; şu veya bu mezhebe ait olmaktan daha kıymetlidir, daha önemlidir ve önceliklidir… Bunlar olduktan sonra dininle mezhebinle övünebilirsin, o ayrı…

Zira adalet terazisinde etnik kimlik, din, mezhep ve yaşam tarzının ağırlığı yoktur. Zaten adaletin olmadığı yerde ahlak da yoktur. Meselelere adaletle yaklaşmalı; çünkü adalet nefret yaratmaz, tam tersine nefreti ve düşmanlığı önler.

Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle son bir yıldır K. Kılıçdaroğlu’nun adı muhtemel aday olarak dile geldi. Kazanma şansının olmamasının nedenlerinden biri olarak da Aleviliği gösterildi. Özel sohbetlerde, tartışmalarda, anketlerde, gazete köşelerinde, sokak röportajlarında, parti içinde, siyasetçiler arasında vs; kimi zaman üstü kapalı, bazen fısıltıyla, kinayeyle, ima ederek, çoğu zaman da açık açık Aleviliği üzerinden bolca konuşuldu…

Asırların çarpık, anakronik, yani çağı geçmiş, eski önyargılarına dayanılarak, ideolojik ve dini bağnazlıkla yaklaşanlar… Bunu alttan alta aleyhte kullananlar… “Acaba?” “Olur mu ki?” “Alevi’yi seçer mi halk?” ve benzer sorularıyla tereddütle yaklaşım gösterenler…

Anti propagandayla bir mezhep kaşınmasına yeltenenler, vs…
Geneli kapsamasa da bu gerçeklik su götürmez bir durumdu, son bir yılda. Duyduk, gördük, dinledik, yaşayarak birebir şahit olduk, tartıştık… Alevilik konusu, geçmişten bu yana ve her dönemde, hakkında; çirkin söylentisi, kötü yakıştırması, köhne önyargısı, yanlış algılanması, ötekileştirilmesi ile yarası bol bir konu. Toplumun ekseriyetine mal edilmese de bir çarpık bakış hep vardı. Bunlar günümüzde önemli ölçüde aşılmış olsa da, her yeni kuşakla birlikte bu yanlış algılar ve yaklaşımlar biraz daha değişse de, belirli ölçüde toplum içinde hâlâ varlığını sürdürmekte… Örneğin, seçimle ilgili yine bu bakışı ve yaklaşımı gördük işte. Mesela ayıptan da öte, ilkellik olan şu sözü epeyce duyduk: “İyi adam, temiz adam ama Alevi.” Trajikomik değil mi?

Son durum nedir bilmem ama, altı ay önce (Eylül 2022) Aksoy Araştırma Şirketi’nin yaptığı bir araştırmanın sonuçları çarpıcı ve düşündürücü. İsteyen internette ayrıntısını inceleyebilir. Şu soru sorulmuş: Alevi bir cumhurbaşkanı adayı olursa oy verir misiniz?
Vermem diyenlerin oranı ortalama yüzde 24 civarında.
Ancak bazı kesimlerde vermem diyenlerin oranı daha fazla. Veririm diyenlerin oranı yüzde 55 civarında… Kendi partisinde bile yüzde dört civarında vermem diyen varmış. Demek ki daha katedecek yolumuz var toplum olarak… Neyse ki; Alevi’den cumhurbaşkanı olmaz görüşüne sahip olanlar bu toplumun çoğunluğu değil azınlığıdır. Ama az da olsa yine de toplum adına can yakan, can acıtan bir olgudur.

İskoçya’da bir Müslüman başbakan olarak seçildiğinde övünüp, sevinip, “helal olsun adamlara Müslüman’ı seçmişler” diyenler; kendi ülkesinde bir Alevi’ye tereddütle bakıyor, olmaz diyor. Tam bir tezat. Yoksa çifte standart veya ikiyüzlülük mü deseydim… Hem acı, hem de bizim utancımız değil mi bu? Ortaklıklarımızı, ortak hayallerimizi konuşacağımıza; enerjimizi gereksiz, işe yaramaz, faydasız tartışmalara harcıyoruz.
Oysa ki kimlikler; dayatma değil yaşatma, yarış değil barış unsuru olmalı…

Anayasa’nın 10. maddesine göre, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”

Kanun maddelerinde yazması önemlidir tabii ki. Ancak önemli olan, insanların zihninde ve gönlünde yazmasıdır. Yani bu bilinçte, bu bakışta, bu hissedişte ve bu yaklaşımda olmalarıdır.
Fakat gel gör ki, ister yasada yazsın, ister dini doğrularda yer alsın. Kimi yetersiz bilince sahip kişiler veya yanlış öğrenmelerle şartlanmış olanlar, olumsuz önyargılarından kurtulamıyorlar.
Bu yapıdaki insanlar yeni bilgiler, yeni veriler ışığında yanlış önyargılarını gözden geçirmek, bakış açısını değiştirmek ve teste tabi tutmaktan da hep kaçınıyorlar, ekseriyetle…
Ve neticede, neyi doğru bellemişse, körü körüne onu savunmaya devam etmekten vazgeçmiyorlar. “Önyargıyı yok etmek atomu parçalamaktan zordur” der Einstein.
İşte bağnazlık da böyle oluşuyor, böyle boy veriyor ve hayat buluyor.
Bağnazlık; bir inanca, bir düşünceye aşırı ölçüde bağlanıp, ondan başka her öğretiye, her inanışa karşı olmaktır. Bu da düşünsel gelişmişliği değil, tersini ifade eder.
Benim sözüm herkese değil. Her konuda olduğu gibi bu konuda da, bu pencereden, bu algıyla ve bağnazca bakanlaradır…

Son bir not: Kılıçdaroğlu’nun “Alevilik” videosu olumlu etki yarattı ve belki de yanlış algı içinde olanlarda da bir değişim sağladı. Ancak; “Niye şimdi Alevi olduğunu açıklıyorsun?” diye sitem eden bazı siyasetçiler, önceki seçimlerde, “Biliyorsunuz Kılıçdaroğlu Alevi” demiş, miting alanındakiler de yuhalamıştı. Ve bu birkaç yerde tekrarlanmıştı. Ayrıca, “Ben Sünniyim, sen niye Alevi olduğunu söylemiyorsun?” diye de sorulmuştu. Hepsi internet kayıtlarında mevcut. İşte Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesi, yeniden bu tür haksız propagandanın önüne geçmek içindi, diye düşünüyorum…