AKP Devrinin Sonu Mu?*

23 Haziran 2019’da yenilenen İstanbul seçimleri sonucunda, şehri 25 yıldır yöneten siyasi kadro değişti.[2] Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ittifakının 31 Mart’taki yenilgisi, 23 Haziran’da bir hezimete dönüştü. Mart sonunda muhalefetin adayı Ekrem İmamoğlu lehine olan 13 binlik fark, 3 aydan daha az bir süre içinde 800 bine çıktı. Dahası, ilk kez kültürel barikatlar kısmen de olsa aşılarak iktidar seçmeninden muhalefete oy kayması gerçekleşti.

Bu yazıda, AKP-MHP ittifakının İstanbul hezimetinin olası sonuçlarını tartıştım. Bu tartışmayı, Marxist siyaset kuramcısı Nicolas Poulantzas’ın kavramsal çerçevesini kullanarak sürdürmenin, yaşanan gerçekliği anlayabilmemize yardımcı olabileceğini düşünüyorum.[3] Yazıda Poulantzas’ın analizinde kritik bir yer tutan yapısal kriz ve iktidar bloğu kavramlarından hareketle ileri sürdüğüm temel argüman şu: AKP-MHP ittifakının İstanbul hezimeti, AKP devrinin sonunu getirecek bir mekanizmanın çoktan işlemeye başladığını gösteriyor olabilir.

Yapısal Kriz ve İktidar Bloğu

Öncelikle yapısal kriz ile başlayalım. Poulantzas’a göre yapısal krizin özgün yanı, ekonomik krizle siyasi krizin ve devlet krizinin birleşmesidir.[4] Bu tanımdan hareketle -daha önceki yazılarda sıklıkla vurguladığım gibi– Türkiye’nin 2013 sonrasında bir yapısal kriz konjonktürüne girdiğine işaret edebiliriz. Bu konjonktürde, ekonomik kriz, devlet krizi ve siyasi krizle iç içe geçmiştir. Hatta, uluslararası ilişkiler profesörü İlhan Uzgel’in işaret ettiği gibi, yapısal kriz dış politika alanını da kapsamıştır.

O zaman yapısal kriz derken, ‘iki dönem üst üste ekonomik daralma’ olarak tanımlanan dar anlamdaki teknik resesyonu kast etmiyoruz. Resesyon, yapısal krizin önemli bir öğesidir, ancak daha önemli olan, sistemin kendini yeniden üretme mekanizmalarının tıkanmasıdır. Tam da bu nedenle, yapısal kriz konjonktürleri, aynı zamanda kriz yönetiminin de krizidir.[5]

İktidar Bloğu ve Bileşenleri

İktidar bloğu tabiri, son zamanlarda Türkiye’de siyasi tartışmalarda sıklıkla kullanılmaya başlandı. Ancak bu tabirin yaygın kullanım şekli, farklı siyasi partilerin birbirleri ile yaptıkları resmi ya da örtük ittifaklar ile sınırlı. Bu tanımın yaygınlaşmasında geçtiğimiz yıl gerçekleşen siyasi rejim değişikliğinin etkisi büyük.

Koalisyonlara son vermek ve yönetimde istikrarı sağlamak gibi gerekçelerle savunulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS), yüzde 50 artı bir çoğunluğa dayandığı için esasında siyasi partileri ittifak kurmaya teşvik eden bir mekanizma ortaya çıkardı. CHS’ye geçiş sonrasında kurulan Cumhur (AKP-MHP) ve Millet (Cumhuriyet Halk Partisi-CHP, İyi Parti-

İP) ittifakları halen varlıklarını sürdürüyor.[6]

Oysa, Poulantzas’tan hareketle kullandığım iktidar bloğu kavramı, siyasi partileri ve siyasi partiler arasındaki ittifakları içermekte, ancak bunları iktidar bloğunun siyasi bileşeni olarak değerlendirmeye katmaktadır. İktidar bloğu içinde (i) siyasi partilere ek olarak (ii) burjuvazi ve farklı sermaye fraksiyonları ile (iii) devletin kurumsal yapısı ve bürokrasi yer almaktadır. İktidar bloğunun farklı bileşenlerden oluşması, aynı zamanda kapitalist toplumlardaki çoklu iktidar yapısının bir yansımasıdır.

İktidar bloğu içindeki bu çoklu yapı, belirli bir sermaye fraksiyonun hakimiyeti altında var olur. Ancak hakim fraksiyon ile diğer bileşenler arasında basit bir emir komuta ilişkisi yoktur. Bu nedenle, göreli özerklik kavramı, iktidar bloğu içi ilişkileri açıklamak için de kullanışlıdır.

Burjuvazi

Burjuvazi, iktidar bloğu içinde hakim konuma sahiptir. Bu, sermayenin kapitalizmdeki ayrıcalıklı konumundan ileri gelir. Kapitalist ekonomilerde, gerek ekonomik büyüme, gerekse istihdam, büyük oranda özel yatırımlara dayanır. Yatırımların sürmesi ise, karlılığa bağlıdır. Dolayısıyla, kapitalist ekonomilerde iktisat politikaları, firma karlılığını sağlamak zorundadır. Bu aynı zamanda sermayenin yapısal gücünü oluşturur.

Ancak burjuvazi homojen değildir. Sermaye birikim sürecinde yerine getirdikleri işlevlere göre para, ticari ve üretken sermaye fraksiyonları olabileceği gibi, ölçeğe göre büyük sermaye ya da küçük sermaye tasnifi yapılabilir. Ya da ideolojik yönelimin bir iş yapma kolaylığı ve pazar bağlantısı sağladığı farklı sermaye fraksiyonları (muhafazar burjuvazi, yeşil sermaye vs.) tanımlanabilir. Ancak farklı sermaye fraksiyonları, hegemonik sermayenin altında sıralanır. Somutlaştırırsak, Türkiye’de geleneksel olarak hakim sermaye fraksiyonu Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) tarafından temsil edilmektedir.

Göreli özerklik kavramı, iktidar bloğu içinde hakim sermaye fraksiyonu ile diğer bileşenler arasındaki ilişkiyi tanımlamaktadır. Örneğin uygulanan ekonomi politikalarının, hegemonik fraksiyonun kısa vadeli çıkarlarını zaman zaman aykırı olması, iktidar bloğunun niteliğinin değiştiği anlamına gelmez. İktidar bloğundaki hegemonik fraksiyon dışındakilerin hareket alanının sınırını, yine hegemonik fraksiyonun uzun vadeli çıkarları çizer.

Yapısal kriz konjonktürleri bu açından da kritiktir. İş çevrimlerinden kaynaklanan ya da geçici etkiler nedeniyle ortaya çıkan krizlerden farklı olarak yapısal krizler, ekonomi politikalarının doğrultusunun yeniden tanımlanmasını gerektirir. Bu doğrultu ise hakim fraksiyonun uzun vadeli çıkarları ile uyumlu olmak zorundadır. Aksi halde, iktidar bloğunun siyasi bileşenlerinin değişmesinin yolu açılmış olur.

Geçen ayki yazıda belirttiğim, büyük sermaye ile siyasi iktidar arasında artan gerilimin kaynağı buradadır. 23 Haziran sonrasına gündeme gelen kabine değişikliği, bu tip bir değişikliğin önünün alınması amaçlı bir girişim olarak okunabilir. Yine benzer şekilde, Ali Babacan liderliğinde ortaya çıkacağı anlaşılan yeni merkez sağ siyasi aktör, iktidar bloğunun siyasi kanadındaki değişime talip olmaktadır.

Siyasi Partiler

Siyasi kanadın iktidar bloğu içinde hegemonik fraksiyona karşı göreli özerkliği, onun geniş toplum kesimlerinin rızasını almasına dayanmaktadır. Gerçekten de siyasi bileşen, uygulanan sermaye birikim modelini geniş kitleler nezdinde meşrulaştırması ve rıza üretmesi sayesinde, iktidar bloğu içinde benzersiz bir konuma sahiptir. Göreli özerkliğin temelinde bu yatar.

Ancak rıza üretme, tek başına ideolojik düzlemde ya da kültürel kamplaşma ve kutuplaştırma stratejileriyle, yani sadece siyasi alanın kendi dinamikleriyle sağlanamaz. İdeolojik, siyasi ve kültürel rıza, ancak maddi kaynaklarla desteklendiğinde kuvvetli bir meşruiyet üretebilir. Daha önce bunu, yani iktidar bloğu içerisinde siyasetin göreli özerkliği ile oluşan modeli  neoliberal popülizm olarak adlandırmıştım. Kriz nedeniyle rıza üretmenin maddi kaynakları azaldığında, geri çevrilmesi çok zor bir mekanizma harekete geçmektedir. Yapısal kriz konjonktürü, neoliberal popülizmi gerilettikçe, siyasi unsurun iktidar bloğu içindeki özerkliği aşınmaktadır.

Yine somutlaştırırsak, 17 yılı aşan AKP hükümetleri ve 2015 yılından bu yana MHP, iktidar bloğunun siyasi bileşenleri olarak görülebilir.

Bürokrasi

Yeni siyasi rejimin parti-devlet bütünleşmesi ve güçler ayrılığının ortadan kalkması gibi özellikleri, iktidar bloğu içindeki iki önemli bileşenin -siyasi partiler ile bürokrasi- bütünleşmesine neden olmuştur. İlk bakışta bu bütünleşme, siyasi unsurun elini güçlendiren bir faktör olarak  görünse de, gerçekte çok kırılgan bir denge yaratmıştır.

Somut olarak, CHS’ye geçişte kritik rol oynayan milliyetçi ittifak, aynı zamanda Erdoğan’ın iktidarı için önemli bir kırılganlık oluşturmaktadır. Erdoğan’ın siyasi açmazı, milliyetçi ittifakın sadece MHP ile ve sandık odaklı değil, iktidar bloğunun bürokratik bileşenlerini de içerecek şekilde hayata geçmesidir. Bu ittifak her ne kadar AKP’nin ilk siyasi yenilgisini yaşadığı 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında oluşsa da, özellikle 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi ile iktidar bloğunun siyasi ve bürokratik kanadı içindeki mücadelelerin açık çatışmaya dönmesi ile Cemaatçi kadroların tasfiyesi sonrasında pekişmiştir.

31 Mart ve 23 Haziran 2019 seçimleri ile tartışmasız sandık üstünlüğünün ortadan kalktığı, bu anlamda ‘büyünün bozulduğu’ bir ortamda Erdoğan, yeni bir açmaz ile karşılaşmaktadır. Bir yandan her girdiği seçimi kazanan lider özelliğinin örselenmesi, iktidar bloğunun siyasi kanadının, blok içi manevra alanını daraltmaktadır. Diğer yandan da, AKP-MHP ittifakının siyasi alanın yanında bürokratik alanı da kapsayan bir ittifak olması, Erdoğan’ın MHP’yi terk etmesini ve yeni bir siyasi ittifak arayışına girmesini zorlaştırmaktadır. 31 Mart yenilgisi sonrasında ortaya çıkan Türkiye İttifakı girişiminin MHP tarafından akamete uğratılması bu bağlamda okunabilir.

AKP’nin Kaybetme Mekaniği

Buraya kadar, -teorinin zengin içeriğini ıskalamak pahasına- oldukça özet biçimde temel kavramsal çerçeveyi bazı somut örneklerle açıklamaya çalıştım. Aşağıda, bu çerçeveden hareketle, AKP iktidarının, 1990’ları yıllarda siyaset sınıfının karşı karşıya kaldığı ‘yapısal uyum açmazlarına’ benzer bir kısırdöngü ile karşı karşıya kaldığını ileri süreceğim.

Güncel kısır döngüyü yaratan, yapısal kriz konjonktürüdür. Bu süreçte hem ekonomik büyüme yavaşladı hem de finansal istikrarsızlık arttı. Daha önemlisi, ekonomik model tıkandı. Bu aşamada, iktidar bloğunun hakim fraksiyonundan ve uluslararası sermaye kesimlerinden, dozu giderek artan şekilde krizden çıkış için ‘yapısal reformların’ hayata geçirilmesi önerisi dile getirildi. Yapısal reformların, özellikle de bunların bir bileşeni olarak krizden çıkış için formüle edilecek bir istikrar programının temeli, kamu harcamalarının kısılması, gelirlerinin artırılması ve sıkı para politikasıdır. Kısaca, yapısal reform gündemi, kısa vadede kemer sıkma tedbirleri anlamına gelir.

AKP iktidarı 2013 sonrasındaki yapısal kriz konjonktüründe, krizi sürekli ileriye ertelemenin formülünü bulabilmişti. Ancak önümüzdeki dönemde ertelenen kemer sıkma tedbirlerinin uygulanması, giderek daha zorlaşacak. Bunun nedeni, özellikle İstanbul seçimleri sonrasında AKP-MHP ittifakının toplumsal meşruiyetinin sorgulanır hale gelmesidir. Her ne kadar seçim takvimine göre önümüzde dört yıllık seçimsiz bir süre olsa da, güncel konjonktürde Erdoğan’ın bu tip bir programı uygulamaya koyması kendi iktidarı açısından büyük bir risk oluşturmaktadır.

Geçtiğimiz ayki yazıda işaret ettiğim, büyük sermaye ile iktidar arasındaki gerilimin altında yatan neden, iktidar bloğunun hegemonik fraksiyonunun, siyasi bileşene sınırlarını hatırlatması idi. Kemer sıkma tedbirlerinin uygulanması yönünde verilen bu ültimatomun yerine getirilmemesi durumunda, iktidar bloğunun siyasi kanadında oyuncu değişikliğine girilmesi gündeme gelebilir. 23 Haziran sonrasındaki bir haftada, mazot, şeker, çay ve elektriğe yapılan yüksek oranlı zamlar, doğalgaz fiyatında yapılması beklenen büyük artışla birleştiğinde, kemer sıkma paketinin bir işareti olarak görülebilir. Ancak bu şu mekanizma çoktan işlemeye başladı:

  1. Yapısal kriz, AKP-MHP ittifakının seçmen desteğini azaltıyor.
  2. Destek azalınca, ittifakın iktidar bloğu içindeki gücü geriliyor.
  3. Bu durumda, kemer sıkma programının uygulanması baskısı artıyor.
  4. Kemer sıkma, ittifakın oylarını geriletiyor
  5. 1 numaraya geri dön!

Kemer sıkma programının uygulanmaması, iktidar bloğu içerisinde büyük sermaye ile hükümet arasındaki ilişkilerin daha da gerilmesine neden olabilir. AKP-MHP ittifakı, bu kısırdöngüden kaçınabilmek için kendi altını oyacağı gerekçesiyle ‘acı reçetenin’ uygulanmasını ertelemesi durumunda ise, iktidar bloğunun hakim fraksiyonu ve uluslararası yatırımcılar, kendi programlarını uygulayacak yeni siyasi adaylara yönelebilecektir.

Toparlamak gerekirse, yapısal kriz konjonktürü AKP’nin seçmen desteğinin azalmasına, bu ise onun iktidar koalisyonu içindeki göreli özerkliğinin aşınmasına neden olmaktadır. Eğer bu aşınma süreci devam ederse, yukarıda işaret ettiğim gibi, AKP’yi iktidardan düşürebilecek bir mekanizma, geri döndürülmesi oldukça zor bir şekilde işlemeye başlayacaktır.


[*] Bu yazı, 30.06.2019 tarihinde 1+1 Forum web sitesinde yer aldı. Erişim: https://www.birartibir.org/emek/370akp-devrinin-sonu-mu

[2] Her ne kadar AKP 2002 yılında kurulsa da, aynı kadrolar, 1994 yılından bu yana İstanbul belediyesini yönetmektedir.

[3] Esasında konu oldukça kapsamlı ve bu kısa değinide ele almak biraz riskli. Risk, çok boyutlu ve birden fazla nedensellik içeren bir teorik çerçeveyi kısa bir yazıya sığdırmak için şematikleştirerek aktarmaktan ve bu çerçeveyi güncel gelişmelere uygularken statik bir analiz yapma tehlikesinden kaynaklanıyor. Yine de tartışmaya bir yerinden başlamak açısından bu riskleri göze alarak bu konuda yazmaya karar verdim. Dikkatli okuyucu, bu yazının 1+1 Forum sitesinde Nisan’dan bu yana yazdığım üç yazının bir devamı olduğunu fark edecektir.

[4] Yazıda temel olarak şu kaynağı referens aldım: N. Poulantzas, ‘The Political Crisis and Crisis of the State’, The Poulantzas Reader (içinde), ed. James Martin, 2008, s. 294-322.

[5] Farklı kriz tanımlarını daha önce sıklıkla tartıştığım için burada fazla detaya girmeden geçiyorum. İlgilenenler, Ayrıntı dergisinde yer alan şu röportaja bakabilir: http://ayrintidergi.com.tr/krizi-tanimlamak-krizden-kurtulmakgalip-yalman-umit-akcay-ve-melda-yaman-ile-sorusturma/

[6] Halkların Demokratik Partisi (HDP) ise resmi olarak her iki blok içinde de her almasa da, fiili olarak Millet ittifakı ile hareket etmektedir.