Ahtapottan Öğrendiklerim

Başlıkta yer verdiğim belgesel, iki kelimeyle rahatlıkla anlatılabilir: Sıra dışı ve sarsıcı. Şu ana kadar yapmadıysanız mutlaka izleyin. Bir yönetmenin Güney Afrika’da okyanustaki yosun ormanında yaşayan bir ahtapot ile kurduğu akıl almaz dostluğu konu alıyor ve izlediğiniz süre boyunca bu küçücük hayvanın yeteneklerine ve zekâsına hayran kalıyorsunuz. Zaten, karşısındaki canlıyı daha iyi tanıyıp anladıkça yönetmenin de hayatı, hayvanlara ve insanlara bakış açısı değişim gösteriyor.

Ahtapotlar zeki ve eğlenceli yaratıklar. Onları diğer hayvanlardan ayıran önemli özelliklere sahipler. Bazı araştırmalar, zekâlarının kedi seviyesinde olduğunu ortaya koyuyor…

Bu zeki ve sevimli yaratıklar, büyükçe bir insan grubu tarafından ise tek bir şekilde algılanıyor: Yemek. Birçok mutfakta aranılan bir öğün olduğu için senede 400 bin tonu aşkın miktarda avlandıkları düşünülüyor.

Ahtapotun bir yemek olarak popülaritesinin artması, morina benzeri geleneksel balık türlerinin popülasyonundaki azalma ile yan yana gelince gıda işleme firması Nueva Pescanova, Gran Canaria’da dünyanın ilk kapalı ahtapot çiftliğini kurmaya karar vermiş. Çiftlikte, tanklar içerisinde yılda 3.000 ton ahtapot “üretilecekmiş”. Firma, bu inisiyatifini, deniz dibinde trol avcılığı gibi balıkçılık yöntemlerini azaltacağı, deniz bazlı gıda tedariki sağlayacağı ve aynı zamanda hunharca yapılan deniz avcılığını ortadan kaldıracağı gerekçeleriyle savunuyormuş.

Başlangıçta kulağa mantıklı gelse de bu konu, bünyesinde büyük sorunlar barındırıyor. Zira, biraz yukarıda söylediğimiz gibi ahtapotlar zeki ve duyarlı varlıklar… Bilgiyi işleyebildikleri, ilkel aletler yaratıp kullanabildikleri biliniyor. Avlarının yerini saptayabilmek için ayna kullanmayı öğrenebildikleri deneylerle ortay konulmuş. Bir tehlikeyle karşılaştıklarında, saklanacak yer bulamazlarsa çevredeki uygun malzemeleri vantuzlarıyla yakalayıp vücutlarını zırh gibi örterek korumaya alabiliyorlar. Bazı bilim insanları rüya gördüklerine inanıyor. Zira uyku esnasında renk değiştirebiliyorlar. Bunların ötesinde ağrı hissedebiliyorlar ve esaret altında üreyemiyorlar. Bu anlattığımız inanılmaz ve bir hayvan için ileri seviye özellikler, firmanın bu canlıları öldürmek için bulduğu yöntemle yan yana konulduğunda, insanın kanı donuyor. Zira firma, ahtapotları buzlu suya koymayı ve vücut ısılarını ölüm gerçekleşene kadar düşürmeyi planlıyor.

Şimdi diyeceksiniz ki, büyük ve küçükbaş hayvanlar da öldürülüyor ve yeniyor. Onlar sorun değil de bu mu sorun oldu? Tabii ki, diğer hayvanlara yapılan muamele de sorun. Bu sorun İngiltere dahil birçok ülkede parlamentoları ve hayvan hakları kuruluşlarını meşgul ediyor. Örneğin Humane League, dünyanın en büyük şirketlerinin politikalarını etkileyerek, mevzuat oluşturmak üzere baskı yaratarak ve kamuoyu oluşturarak hayvanların yiyecek olarak kullanılmasının sonlandırılması için mücadele ediyor. Özel kuruluşlar da var. Örneğin Hindistan’da yerleşik Dancing Cow firması da hayvanların hayatını kurtarmak için mücadele ediyor ve geçenlerde, satılan her 10.000 karton yulaf sütü için süt endüstrisinden bir inek kurtaracağını açıkladı.

Ahtapotların konumu ise gerçekten farklı. Zekâ olarak daha ileri seviyede olan, bilim insanlarınca tanklarda üretimi uygun görülmeyen ve her şeyden öte acıyı duyumsayabilen bu yaratıkların tanklara kapatılarak (esaret altında üremedikleri bilinmesine karşın) üretilmeye çalışılması ve korkunç bir şekilde öldürülmesinin planlanması mevcut problemin bambaşka bir boyutunu sergiliyor bizlere.

Bu satırları yazmak üzere okurken ve araştırma yaparken, ahtapotlar bana da bir şey öğretti. İnsanoğlu artık kendisini doğanın efendisi gibi görme kibrine, istediğini öldürebileceği yanılgısına son vermeli. Besin olarak et tüketiminin gereğine inananlar için artık bir alternatif bir yol da var. Hayvanlara zarar verilmeksizin alınan hücreler laboratuvar ortamında çoğaltılabiliyor ve hayvanlar zarar görmeden üretilen etler bazı ülkelerde tüketicilere sunulmaya başladı bile. Bu teknolojinin süratle ticari hale getirilmesi için hükümetler tarafından gereken destek verilecek olursa, dünya üzerindeki tüm canlıların yaşama hakkı korunurken beslenme gereklilikleri de yerine getirilebilir.

Unutmayalım ki, yalnızca bir tane dünya var ve o dünya, üzerinde yaşayan tüm canlılarla güzel.

Bir sonraki yazıda görüşene kadar, sağlıcakla kalın.

Özgün ÇINAR