Bir baba, yüzlerce yılın yargılarını, onurunu ve korkularını bir kenara bırakıp, sokakta herkesin duyacağı şekilde “Açız,” diyorsa, bu sadece onun değil, toplumun da bıçak sırtında yürüdüğünü gösterir. Türkiye gibi kolektif dayanışmanın değer gördüğü bir ülkede, açlık bir babanın en son dile getireceği itiraftır. Çünkü bu yalnızca fiziki bir eksikliği değil, aynı zamanda toplumun ona biçtiği “koruyucu baba” rolünden bir kopuştur. Ama şimdi, kameraların önünde yankılanan bu iki hece, sadece bireysel bir çöküşü değil, sistemin ve vicdanların da çözüldüğünü haykırıyor.
Baba Olmanın Yükü ve Toplumun Sessiz Eli
Bu ülkede babalar hep güçlü olmak zorunda bırakıldı. Ne açlıklarını ne de acizliklerini açık edebilirlerdi. Çünkü bir baba evine ekmek götüremezse, sadece ailesinin değil, mahallenin, köyün, hatta memleketin ayıbı sayılırdı. Ama gerçek şu ki bu yükü taşımak hiçbir insanın harcı değildir. Bize “güçlü baba” ideali dayatılırken, düzen bir yandan o babaların ayaklarının altındaki toprağı çekip alıyor. Üretimin değer kaybettiği, emeğin ucuzlatıldığı, servetin azınlıkların elinde toplandığı bu düzen, babaları susturmayı başarsa da şimdi çocuklarının açlığı, o utancın perdesini yırtıyor.
Artık babalar susturulamıyor. Çünkü çırılçıplak bir gerçeklik var: Çocuklarının önünde ezilmiş bir baba olmak, susmaktan daha büyük bir utanç taşıyor.
Sistemin Günahları: Açlığın Kolektif Yüzü
“Açız,” diyen bir baba sadece kendi açlığını dile getirmez. Bu söz, eşitsizliğin, yoksulluğun ve kapitalist düzenin bir portresidir. Bir mikrofonun önünde titreyen bu ses, yalnızca bir bireyin yaşadığı trajediyi değil, bir halkın ortak çilesini anlatır. Bu çile, her geçen gün daha görünür hale gelirken, politikacılar ve medya bunu sadece “bir istisna” gibi göstermeye çalışıyor. Ama bu ses, milyonların yankısıdır. Bu ses, sınırsız sermaye birikimi için yoksulluğun “olağan” kılındığı düzenin yüzüne tutulmuş bir aynadır.
Birlikte Yaratılan Karanlık
Kapitalizmin tozu dumana kattığı Türkiye’de, açlık yalnızca bir ekonomik mesele değil; insana onurunu kaybettiren, umutlarını çalan bir sistemin ürünüdür. “Açız,” diyen her baba, sistemin yarattığı o karanlık uçurumun kenarına itilmiş bir insandır. Bugün bir babayı açlığa mahkûm eden düzen, yarın hepimizi başka bir şekilde öğütmekten geri durmayacak.
Bu düzen, daha fazla lüks uğruna emeği sömürür, üretim alanlarını kurutur, tarımı bitirir. Bu düzen, sadece patronları, hissedarları ve sermaye sahiplerini doyurur. Oysa bu ülkenin sokaklarında yankılanan “açız” çığlığı, kolektif bir varoluşun özlemidir; adil, eşit ve insanca bir yaşamın haykırışıdır.
Bir Vicdan Daveti
Açlık artık saklanacak, utanılacak bir mesele değil; yüzleşilmesi gereken en sert gerçeklerden biridir. Eğer bir baba “Açım,” diye haykırıyorsa, bunu yalnızca bireysel bir trajedi olarak değil, hepimizin sorumluluğu olarak görmek zorundayız. İnsanlığımızın sınandığı bu noktada, ya dayanışmayı yeniden inşa ederiz ya da yok oluşun sessiz izleyicileri oluruz. Çünkü düzen değişmezse, yalnızca açlık değil, vicdanlarımızın kuruması da kaçınılmaz olacaktır.
Bugün “açız” diyen babaların sesine kulak vermek, bu düzeni reddetmek ve emeğin onurunu geri kazanmak için bir çağrıdır. Çünkü o iki hece, sadece bir baba değil, bütün bir halkın çığlığıdır. Ve o çığlığı duymazdan gelmek, insanlığın vicdanını toprağa gömmektir.