25 Eylül referandumu üzerine notlar: Nevran Neval’a yanıt

Dün gece, HDP Sözcüsü Osman Baydemir’in, hükümetin Irak ve Suriye’ye sınır ötesi operasyon yetkisini uzatmak için Meclis’e sunduğu tezkereye karşı çıktığını ve bu tezkereye destek sunmanın ‘OHAL’e evet’ anlamına geleceğini söylediğini belirten haberi sayfamda paylaştım. Bunun üzerine Nevran Neval şu soruyu sordu:

“Nasıl biraz açar mısınız Garbis hocam… ”

Nevran’ın sorusuna kısa bir notla yanıt vermek gereksinimi karşılamayacaktı. O yüzden konuyu biraz daha ayrıntılı bir biçimde ele almaya karar verdim. Nevran’a yanıtımı Veli Saçılık’ın şu sözleriyle özetleyebilirim: “Emperyalizme bağımlı herhangi bir devlet ne kadar var olmayı hak ediyorsa, emperyalizme bağımlı Kürt devleti de o kadar var olmayı hak ediyor. (Emperyalizme bağımlı olmayan devlet yok denecek kadar az) ”

Bence ulusların kendi yazgılarını belirleme, yani ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkı mutlak bir nitelik taşır. Lenin bunu, kadının boşanma, kocasından ayrılma hakkına benzetiyordu. Yani, bu hakkın kendisi asla şu ya da bu gerekçeyle reddedilemez. Sorun işte bu noktadan SONRA başlıyor; bir başka anlatımla Türk sol milliyetçilerinin ve Kürt milliyetçilerinin anti-Marksist yaklaşımları bu noktadan sonra kendini göstermeye başlıyor. İlkesel ve mutlak bir nitelik taşıyan bu hakkın kullanımı bazan, o günün ve o yerin somut koşullarında siyasal gericiliğin ve emperyalizmin işine yarayabilir ve onun konumunu güçlendirebilir. İşte o koşullarda komünistler, asla bu hakkın İLKESEL VE MUTLAK NİTELİĞİNİ REDDETMEKSİZİN şu ya da bu bağımsızlık ilanının hatalı ve olumsuz sonuç vereceğini söyleyebilirler ve söylemelidirler de. Ama öyle bir durumda bile onlar ezilen halkın bu hakkı kullanmasını dışardan zorla yapılacak bir müdahale ile engellemekten yana olmazlar ve olamazlar. Lenin’in metaforunu kullanmaya ve ondan yararlanmaya devam edecek olursak şöyle söyleyebiliriz: Diyelim ki, birkaç ağır hasta çocuğu olan bir kadın kocasından boşanmak istemektedir. Ancak boşanma halinde koca, ağır hasta çocukların mutlak gereksinim duyduğu bakımı yapacak durumda değildir. Dolayısıyla boşanma işleminin gerçekleşmesi o somut koşullarda ağır hasta çocukların ölümüne yol açabilecektir. Böylesi hipotetik bir durumda o boşanma işlemine, tabii kadına karşı zor kullanmaksızın karşı çıkmak, itiraz etmek gerekecektir. Ama hiç, ama hiç kimse bundan bizim, kadınların BOŞANMA HAKKINA karşı olduğumuz sonucunu çıkaramayacaktır.

Çağımızda hiçbir toplum, sınıf ayrımları ve sınıflar arası çelişmelerden azade değildir. Bu bakımdan ezilen ulusun yazgısını, sömürücü sınıfların çıkarlarından yana mı, yoksa sömürülen sınıfların çıkarlarından yana mı kullanacağı sorusunun yanıtı da büyük önem kazanmaktadır. Ama bu da, o ezilen ulusun içindeki sınıf savaşımının gelişim seyrine bağlı olacaktır. Bir ayrılma ve ayrı devlet kurma girişiminin, ezilen ulusların gerici ya da sömürücü sınıflarının çıkarları doğrultusunda gelişmesi halinde komünistler ezilen ulusun sömürülen yığınlarının devrimci ve anti-kapitalist kavgasını desteklerler ya da ezilen ulusun kurtuluş savaşımına bu sınıfların damgasını vurmasını dilerler. Bu noktada şunu da belirtmek gerek: Ezen ulus kökenli komünist ve devrimcilerin, ulusal sorunun sonal ve gerçek çözümünün ancak sosyalizmin inşası süreci içinde ve ona paralel olarak çözüleceği doğrusundan hareketle ya da daha doğrusu bu doğruyu kötüye kullanarak, eksik ve yetersiz çözüm girişimlerine -hem de Marksizm adına- karşı çıkmaları kabul edilemez.

Güney Kürdistan’da 25 Eylül’de yapılacak olan referandum için şunları söyleyebilirim: Mesut Barzani pekala bu referandumu, kendi kliğinin çıkarları için, Kürt halkının dikkatini bu ülkede yaşanan ekonomik çöküntü gibi temel sorunlardan uzaklaştırmak için yapıyor olabilir. Dahası; ABD, İsrail, Suudi Arabistan gibi gerici ve saldırgan devletler Güney Kürdistan’da bir bağımsız devletin kurulmasını kendi çıkarlarını gözeterek destekliyor olabilirler ve büyük olasılıkla da böyle yapıyorlar. Onlar özelde Güney Kürdistanı ve genelde Kürt ulusal hareketini bölge ülkelerine yaptıkları ve yapmayı amaçladıkları emperyalist müdahaleler için bir üs olarak kullanmayı tasarlıyor olabilirler ve büyük olasılıkla da tasarlıyorlar. ANCAK bu olgu ve gerekçelerin hiçbiri ya da toplamı, Kürt halkının bir bölümünün kendi iradesini ortaya koyacağı bu referanduma ve Kürt halkının bağımsızlık hakkına karşı çıkmanın gerekçesi olamaz. Biz; Barzani kliğinin pro-emperyalist, pro-Siyonist, halk düşmanı politikalarını eleştirir ve Güney Kürdistan’da kurulabilecek olan bağımsız devletin Kürt işçilerinin ve emekçilerinin hegemonyası altında olmasını diler ve olduğu kadarıyla etkimizi o doğrultuda kullanırız. Ve biz gerek Barzani kliğinin ve gerekse Kürt ulusal hareketinin diğer bölüklerinin ABD, İsrail, Suudi Arabistan gibi gerici ve saldırgan devletlerle yakın ilişki kurma çabalarını eleştirir ve bu çabaların Kürt halkı da içinde olmak üzere bölge halklarına daha çok savaş ve daha çok kan ve gözyaşından başka bir şey getirmeyeceğini belirtiriz. Ve savaşlardan en çok -Kürt halkı da içinde olmak üzere- ezilen halkların zarar gördüğünün altını çizeriz. Ama son çözümlemede Güney Kürdistan’da nasıl bir rejim kurulacağı Güney Kürdistan’daki sınıf savaşımı ve Güney Kürdistan halkının iradesi tarafından belirlenebilir ve belirlenmelidir. O halde hiç kimse 25 Eylül’de Güney Kürdistan halkının kendi iradesini dile getirme girişimine karşı çıkmamalıdır. Bunu sosyalizm ve Marksizm adına yapanlar devrimci proletaryanın teorik ve siyasal duruşunu çarpıtmakta ve sosyal şoven adını hak etmektedirler.

Ben, Türk kökenli komünist ve devrimcilerin bu konuyu ele alırken çok daha özenli ve dikkatli olmaları gerektiği kanısındayım. Günümüzün Türkiyesi, yüzyıllar boyunca başka ülkelerin halklarını emperyal boyunduruk altında tutmuş, bu halkları ezmiş, onlara karşı kıyımlar uygulamış olan Osmanlı devletinin bir tür uzantısı. Ve bu cumhuriyetin tarihi de ezilen uluslara, mezheplere karşı zor ve kıyım örnekleriyle dolu. İşte bu toplumun bağrından çıkan komünist ve devrimci hareketler şu ya da bu ölçüde Türk milliyetçiliğinin etkisi altında olagelmişlerdir. Bu hareketler derken, özellikle 1920’lerin ortalarından günümüze kadar uzanan dönemin TKP’ni ve 1960’ların ortalarından 1970’lerin sonlarına, hatta belirli ölçülerde günümüze kadar uzanan dönemin diğer Türkiyeli devrimci gruplarını kastediyorum. Dolayısıyla Türkiyeli sol gruplar, bu güvensizlik ve milliyetçi etki gerçekliklerini mutlaka hesaba katmalıdırlar. Onlar, Türkiye Cumhuriyeti deneyiminin, Kürt halkıyla Türk halkı arasına önemli bir çit örülmesine ve birincisi açısından haklı bir güvensizlik geleneğinin oluşmasına katkıda bulunduğunu mutlaka göz önüne almak ve öneri, eleştiri ve analizlerini yaparken son derece dikkatli ve özenli olmak zorundadırlar.

Öte yandan ben, Kürt devrimci ve demokratlarının da, bir kurtlar sofrası olan Ortadoğu, savaşsız yapamayacak olan kapitalist-emperyalist sistem ve dünya halklarının baş düşmanı ABD emperyalizmi gerçeklerini daha fazla dikkate almaları gerektiği kanısındayım. Evet, Güney Kürdistan’da ve/ ya da Kürdistan’ın diğer bölümlerinde nasıl bir rejim kurulacağı öncelikle Kürt halkının kendisinin karar vereceği bir husustur ve öyle olmak zorundadır. Tabii, hangi güçlerle bağlaşacağı ve dost olacağını belirlemek de gene Kürt halkının kendisinin karar vereceği bir husustur ve öyle olmak zorundadır. ANCAK, dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi Ortadoğu’da da bir devletle ya da partiyle bağlaşmak ve dost olmak aynı zamanda o devletin ya da partinin düşmanlarıyla düşman olmak anlamına gelebilir ve çoğu zaman da gelir. Demek oluyor ki, Kürt halkının şu ya da bu bölüğü ABD, İsrail, Suudi Arabistan ya da Türkiye gibi devletlerle bağlaşmaya ve dost olmaya karar verdiğinde, bu devletlerle düşman olan güçlerle düşmanlaşma ve çatışma doğrultusunda adımlar atma riskini göze alıyor demektir. Bu bakımdan Kürt yurtseverlerinin, hangi güçlerle bağlaşacağı ve dost olacağını Kürt halkının/ ulusunun sadece kendisinin belirleyeceği doğrusunun altını haklı olarak çizerken işin bu yanını da mutlaka dikkate almalarında büyük yarar olacaktır.