AKP Genel Başkanı Sivas’ta konuşuyor. KİT’lerde çalışan taşeron işçiler, işsiz kalma korkusuyla civar şehirlerden kalkıp miting meydanına gelmişler. Arkadaşlarının bir kısmı istihdam edildikleri kamu işletmeleri kapatıldığı için ortada kalmış. Kadrolu olsalar başka bir kuruma gönderilecekler ama şimdi açlığa talim ediyorlar. Meydandaki işçiler aynı akıbeti yaşamak istemediklerinden seslerini Erdoğan’a duyurmak telaşındalar. Ancak taleplerini yüksek sesle haykırınca aniden kürsüden provokatör ilan ediliyorlar. “KİT’lere kadro falan verdik, bizden bir şey beklemeyin, alışılmış bir lider değilim” diyen Erdoğan sadece meydandakilere değil ekonomik krizden şikayetçi tüm seçmene gözdağı veriyor.
Erdoğan öfkeleniyor, çünkü mitingin “huzuru” onun yalnızca alkışlanması, lehte tezahüratın yapılması üzerine kurulu. AKP’nin seçim meydanları tabanın talebini duyuracağı yerler olmaktan çoktan çıktı. Tek istisnası Erdoğan’ın sağ seçmenin gönlünü okşadığı mizansenler. Tıpkı 24 Haziran öncesinde mitinglerde idam çığırtkanlığına prim verilmesi gibi. Hatırlayın o günlerde Erdoğan, Meclis’ten gelir gelmez imzalarım diyerek “tabanın sesine” ne denli “duyarlı” olduğunu gösteriyordu.
16 yıllık iktidarında AKP, cumhuriyet döneminde emekle, özveriyle kurulan 278 devlet kurumundan 207’sini özelleştirme adıyla ortadan kaldırdı. Kağıt, şeker, cam, çay, taş kömürü vb. işletmelerinin elden çıkarılması neticesinde yerli üretim büyük bir darbe yedi. Üreticiye vereceği desteği uluslararası sermayeye, yandaş patronların cebine aktarıp çiftçiyi küstürdü. Kriz kendini çarşıda pazarda gösterince de faturayı aracıya, perakendeciye kesti.
Temel gıda maddelerinin el yakması, AKP tabanının sosyal yardımlarla geçinen önemli bir kısmını derinden sarsıyor. Muhalefetin biber, patlıcan demesine Erdoğan’ın bu denli hiddetlenmesinin arkasında hayat pahalılığının yakıcı bir gerçeklik olması var. Mermi maliyeti hesabı, gündelik yaşamı kuşatan somut bir sorunu hayali “beka” söylemiyle örtmeye çalışmanın hazin bir örneği. Terör tehdidinin gündemde son yılların en alt sırasına indiği şu günlerde F-16 uçuşuyla, mermiyle yoksullaşan seçmeni ikna etmek kolay değil. En fetihçi, en milliyetçi seçmen de filesini doldurmak mecburiyetinde.
AKP’li Mersin Çamlıyayla İlçe Başkanının yaptığı gibi hırsızsa bizim hırsızımız, yine de oyunuzu ona verin propagandası bolluk günlerinde belki işe yarıyordu ama öfkenin biriktiği bu zaman diliminde ters tepmeye mahkum. “Her şeye rağmen” döneminin sonuna geldik çünkü. Konya Ereğli’de AKP’li Belediye Başkanı adayına “açız aç” diyerek tepki gösteren köylüler memleketin dört bir yanındaki çığlığın yalnızca bir parçası. Erdoğan Sivas’ta taşeronları azarlarken, AKP’lilerin de Ereğli’de köylüyü tartaklaması ikna faslının kapanmaya yüz tuttuğunun kanıtı.
Türkiye gerçeği yaman çelişkilerle örülü. Bir yanda mermi hesabı diğer yanda iş güvencesi. Bir yanda atanamadığı için intihar eden gencecik öğretmen bir tarafta puanı dahi yetmeyen bakan yakınını yüksek lisansa alanlar. Bir yanda tarlasını, hayvanını satmak zorunda kalan çiftçi diğer yanda 50 bakan yardımcısına lüks konut tahsis edip meclise yeni araçlar alanlar. Bir yanda enkaz altında yaşam savaşı verenler diğer yanda imar affıyla vatandaşa betondan yeni tabut hazırlayanlar. Yayın yasağına sığmayan Türkiye işte budur. Kimden hesap sorulacağı ise en az bu tablo kadar nettir.
Kaynak: BirGün
- Yönetim krizinde son perde: Acemilik, kibir ve öfke - 14 Nisan 2020
- Özgür bir memleket için boykotun ötesine geçelim - 10 Şubat 2020
- Bir kuşak laikliğin değerini bu iktidar yüzünden öğrendi - 14 Ocak 2020