Yakılarak Katledilen Afgan İşçinin Davasında Vicdanları Yaralayan Karar: “Bu, Cezasızlık Rejiminin Resmidir”

Zonguldak’ta kaçak bir maden ocağında çalışırken iş kazasında yaralanan ve ardından yakılarak öldürülen Afgan işçi Vezir Mohammad Nourtani davasında çıkan karar, adalet sisteminin göçmen işçilere ve emekçilere bakışını bir kez daha gözler önüne serdi. Sanıklara verilen cezaların sembolik düzeyde kalması, kamuoyunda ve insan hakları savunucuları arasında büyük tepki doğurdu.

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), sanıklara yönelik kararın “ödül gibi” olduğunu belirterek, cinayetin üstünün hukuken örtüldüğünü ve soruşturmanın temel bulgularının görmezden gelindiğini vurguladı. Dernek, “En yüksek cezayı alan sanığın dahi cezaevinde geçireceği sürenin yalnızca bir ay” olduğunu belirtti. Bu durum, iş cinayetlerinde süregelen cezasızlık kültürünün ne derece derinleştiğini ortaya koydu.

Cinayet Değil, “İhmal” Denildi

Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 11 Nisan 2025’te görülen duruşmada, kaçak maden ocağının sahipleri Hakan Körnöş ve Enver Gideroğlu, yalnızca “taksirle öldürme” suçundan 5 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Diğer sanıklara da “delil karartma” suçundan 2 ila 4 yıl arasında değişen cezalar verildi. Bu cezalar, infaz rejimi nedeniyle büyük ölçüde koşullu salıverme kapsamında kalacak. Yani hiçbir sanık, cezaevinde anlamlı bir süre geçirmeyecek.

Oysa soruşturma sürecinde ortaya çıkan bulgular, olayın basit bir iş kazası ya da ihmal olmadığını açıkça ortaya koyuyordu. Nourtani’nin cesedi, benzine bulanarak yakılmıştı. Adli Tıp raporları, cesedin yakılmasının ölüm sonrası mı yoksa ölüm anında mı gerçekleştiği konusunda çelişkili değerlendirmeler sunsa da, Koç Üniversitesi’nden gelen bilimsel mütalaada “yalancı negatiflik” ihtimalinin göz önünde bulundurulması gerektiği ifade edilmişti. Buna rağmen mahkeme, bu hususları dikkate almadı.

Kaçak Ocağın Kapatıldığı Bile Görmezden Gelindi

İş cinayetinin işlendiği maden ocağı, olaydan yalnızca dört gün önce jandarma tarafından kapatılmış; buna karşın işletmeciler tarafından tekrar açılmıştı. Bu durum, devletin denetim mekanizmasının sistematik olarak işlememesinin en çarpıcı örneklerinden biri olarak değerlendiriliyor. Dahası, Nourtani’nin hastaneye götürülmeyip ormanda yakılması, bir ölümün “gizlenmesi” çabasından ibaret. Hukukçular, bu tür bir eylemin basit bir ihmal değil, delil karartma amaçlı kasten işlenmiş bir fiil olduğunu savunuyor.

İnsan Hakları Açısından Karanlık Bir Tablo

İnsan Hakları Derneği (İHD), Göçmen Dayanışma Ağı ve Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, verilen kararı insan hakları açısından “skandal” olarak nitelendiriyor. Türkiye’nin de taraf olduğu BM İşkenceye Karşı Sözleşme ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kapsamında, devletin yaşam hakkını koruma yükümlülüğü yalnızca öldürmemekle sınırlı değil; etkili bir soruşturma yürütmek, failleri cezalandırmak ve yeniden benzer olayların yaşanmaması için önlem almak da bu sorumluluklar arasında yer alıyor. Bu karar ise bu yükümlülüklerin hiçbirinin yerine getirilmediğini açıkça gösteriyor.

Göçmen İşçiler İçin “Adalet” Yok mu?

Vezir Mohammad Nourtani, ailesini geçindirmek için kaçak ocakta çalışan üç çocuk babası bir göçmendi. Ailesi, engelli çocukları ve genç eşiyle, küçük bir sobalı evde hayata tutunmaya çalışıyordu. Türkiye’de göçmen işçilerin, hem devletin hem de işverenlerin gözünde “görünmez”, hakları yok sayılan bir sınıf haline geldiği çok sayıda vakayla ortaya konmuş durumda. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) raporları, Türkiye’de göçmen işçilerin sistematik sömürüye maruz kaldığını ve iş kazalarında korunmadığını yıllardır belgeliyor.

Bu dava ise yalnızca bir işçinin değil, aynı zamanda hukukun, vicdanın ve insan haklarının da yakıldığı bir süreci temsil ediyor. Mahkemenin kararıyla birlikte, Türkiye’de özellikle göçmen işçilerin hayatlarının ne kadar değersiz görüldüğü bir kez daha ortaya çıkmış oldu.


  • NHY / Artı Gerçek, (ÇHD, Koç Üniversitesi Adli Tıp Mütalaası, İHD, AİHM