Virüsler Canlı mı Canlı, Akılı mı Akılı

Çok deÄŸil, üç ay önce böyle bir baÅŸlık kullansaydım “Dünyada bu kadar acil gündem varken bu ne alaka?” diyenler olacaktı.

Åžimdi ise “Bu arada virüsler hakkında o kadar çok ÅŸey okuduk, dinledik ki artık gına geldi!..” diyenler olacak.

Hayır ben, yeni malumatlar verecek değilim, sadece felsefik boyutta birkaç soruyu tartışmanızı öneriyorum.

Öncelik “Canlı” tanımıyla ilgili; Evrende hiçbir ÅŸey “cansız” deÄŸildir; mutlak bir hareket halindedir ve bu hareket, mekanik bir gel-git deÄŸil, basitten karmaşığa fiziksel kurallarla açıklanabilen, sayısal olarak bağıntıları denklemleri bulunan ve hepsinin var olabilme amacı bulunan yapılardan oluÅŸuyor.

Belki henüz ÅŸimdi içinde neler döndüğünü kavrayamadığımız “kara deliklerde” baÅŸka tür açıklamalara ihtiyaç vardır.

DediÄŸim “canlı” açıklamasının sadece “insanlığın, görüp algılayabildiÄŸi evren”le sınırlı olduÄŸu kaydını düşmeliyim.

Hareket halinde olma ile “canlı” olmayı aynılaÅŸtırıyor muyum? Hiç bir madde hareket halinde olmaksızın var olamaz ve bu da yine basitten karmaşığa bir “sonsuz enerji çeÅŸitliliÄŸi” demektir.

EÄŸer evren de ÅŸu an popüler algılayışla, bitki örtüsü, hayvanlar alemi dışındaki tüm ÅŸeylerin “cansız” olduÄŸunu varsaydık; hiçbir sesi duymamamız, hiçbir ışığı görmememiz gerekirdi. Hele günümüzde radyo ve görüntü dalgalarını yayıp onları tekrar çözen aygıtların hiçbirinin bir iÅŸe yaramaması gerekirdi.

ÖrneÄŸin aÄŸzımızdan çıkan “ses” ayrı bir varlık deÄŸildir; konaklayıp göçerek bir yerlere gitmez; ses tellerimizle oluÅŸturduÄŸumuz titreÅŸimlerim “cansız” dediÄŸimiz havadaki elementler tarafından birinden deÄŸerine aktarılarak o titreÅŸimleri çözen bir kulaÄŸa kadar iletilmesiyle oluÅŸur. Bazı elementler ses titreÅŸimlerini daha kolay ve hızlı iletirken, bazıları daha az iletir. ÖrneÄŸin bir duvar arkasında basit bir ses titreÅŸimini daha zor algılarız. Çünkü duvardaki elementler sis dalgalarını iletmeye daha az elveriÅŸlidir.

Binlerce kilometre ötedeki “ses” titreÅŸimlerini, “cansız” telefon ve radyo alıcılarımız nasıl algılıyorlar dersiniz. Elbetteki bu titreÅŸimlerin aradaki milyonlarca deÄŸiÅŸik tür ve bileÅŸiklerdeki maddelerin bunları “iletmesi” sayesindedir. Bu da her bir elementi kendilerinin var olması için sürdürdükleri elektron hareketleri içinde kendilerine iletilen milyonlarca, milyarca baÅŸka tür titreÅŸimi de algılayıp aktardıklarını gösterir bize. Ve ayrıca bu elementler sadece “iletmek”le kendileri de yapılarına uygun baÅŸka hareket dinamikleri içinde baÅŸka enerji biçimleri üretirler. “Cansız” dediÄŸimiz her element ise kendi dışındaki bir enerji biçimlerine “kayıtsız” deÄŸildir; onlara bir tepki ile karşılık verir; ya katılır ya da baÅŸka biçimlere bürünerek yön alırlar.

Sıkı duralım…

Ä°nsanlık uzun süre “cansız” dedikleri maddeleri “iletken” ve “yalıtkan” olarak sınıflandırmıştı. Ä°letken olan maddeler enerjiyi daha hızlı aktarıyor “yalıtkan”lar ise kesiyordu. Simdi artık biliyor ve kullanıyoruz ki CANSIZ dediÄŸimiz maddeler yalnız ENERJÄ°’yi iletmek, yalıtmak veya depolamakla kalmayıp BÄ°LGÄ°’yi de iletiyor, yalıtıyor veya depoluyor!

Tabiki her elementin tıpkı çeÅŸitli enerji biçimlerini iletme ve depolama kapasiteleri farklı olduÄŸu gibi BÄ°LGÄ°’yi depolama ve iletme kapasiteleri de farklıdır.

CANSIZ’lığın sembolü olarak kabul ettiÄŸimiz TAÅž’ların içlerinde ne kadar çok bilgi depoladıklarını biliyor muyuz? Örnekse bilim insanları dünyamızın milyonlarca yıllık tarihine onların tanıklığı sayesinde ulaşıyorlar. Bu taÅŸların bu özelliÄŸi yeni kazanmalarından dolayı deÄŸil, insanlığın taÅŸlardaki (tabi onların jeolojik oluÅŸumları ve içerdikleri elementlerin niteliÄŸi ile baÄŸlantılı olarak) özellilerini daha iyi okumaları ve anlamlandırmaya baÅŸlamalarıyla ilgilidir.

Yine CANSIZ varsaydığımız elementler, evrende var olabilmek için bileÅŸiklere Ä°HTÄ°YAÇ duyuyorlar. Bu ihtiyaç nereden kaynaklanıyor, madem cansızlar hiçbir “ihtiyaçları, mecburiyet ve yönelimleri” olmaması gerekir. Fakat öyle deÄŸil her bir elementin atomu, içindeki elektron parçacıkları ile hareket halinde ama her benzerleriyle, hem benzemeyen ama uygun olanlarıyla bileÅŸikler yapıyorlar. Ve bunlar hem rastlantısal hem de zorunlu iliÅŸkilerle geliÅŸip çeÅŸitleniyor veya dağılıp bozuluyor.

GELELÄ°M ORGANÄ°K EVRENE…

Canlı – cansız ayrımı yapanların cevaplayamadıkları bir soru da, CANLI dedikleri organik evrenin sahip olduÄŸu elementlerin tümümün de cansız evrenle AYNI yapı taÅŸlarına sahip oluÅŸudur. ÖrneÄŸin canlı bir organizmayı oluÅŸturan tüm elementler “cansız” denilen doÄŸadan gelir. Peki nasıl olar “CAN”lanırlar?
Ä°ÅŸte burada iÅŸin içine mistisizm girer, birilerinin onlara “CAN” vermesi “RUH” katması gerekir falan…

Aslında böyle değildir.

Zaten CANLI olan, belli biçimlerde enerjilere sahip olan elementlerin var olabilmek için sonsuz çeşitlilikte yaptıkları BİLEŞİKLERDEN bir türü olan (AMİNO ASİTLER) daha karmaşık bir ilişki biçimi geliştirir; böyle BASİT ÖRGANİZMALAR oluşur.

Basit tek hücreli organizmalar da kendilerini oluÅŸturan elementlerin VAR OLMA ihtiyacı ve enerji biçimlerinden bağımsız deÄŸildir ama artık aralarındaki Ä°ÅžBÖLÃœMÃœ daha üst bir boyuta geçmiÅŸtir. Bu organik iÅŸbölümü SONSUZ deÄŸildir; bir süre sonra (ki biz buna ÖMÃœR diyoruz) sona erer, yapı oluÅŸturan her element KAYBOLMAZ ama baÅŸka bir bileÅŸiÄŸe katılır. Yine de “cansız” elementlerin oluÅŸturduÄŸu bu organizmaların kendi türünü sürdürmek için ÇOÄžALAN hücreler imal ederek içine, bunu hangi biçimlerde yapacaklarına dair YÖNERGELER-BÄ°LGÄ°LER içeren KODLAR bırakırlar. Ki biz buna GENETÄ°K bilgisi diyoruz. Demek ki bizim “CANSIZ” elementlerimiz, bir organlaÅŸma yaratmakla kalmıyor, onun bir sonraki devamında neler yapılacağını yönergeleyen kodlar oluÅŸturarak AKTARMAYI da AKIL ediyorlar.

Sonraki süreçle olan EVRÄ°M’i bilimin sayesinde izleyebiliyoruz. Bu yeni yaÅŸam normları tıpkı diÄŸerleri gibi TEK DÃœZE olmaktan uzak, sonsuz bir çeÅŸitlilik içinde dallanıp budaklanırlar. Yeni yeni daha boyutlu organizmalar, yaÅŸam formları oluÅŸur. Kimi türler kaybolur, kimi türler deÄŸiÅŸerek DEVAM EDER…

Aklımızla, bilincimizle çok övündüğümüz İNSAN türü de işte bu milyonlarca, milyarlarca basit veya karmaşık organik yaşam formlarından sadece biri.

O halde ikinci sorumuzun cevabı da burada bulabiliriz; AKIL dediÄŸimiz olguyu Ä°NSAN AKLI’nın bugün geldiÄŸi düzeyle kıyaslamaya gerek yoktur. Bütün organik yaÅŸam formlarının varlıklarını sürdürmeye YETECEK KENDÄ° AKILLARI vardır. Bunları bir diÄŸeriyle kıyaslamak belki kendi ölçülerimizle mümkündür ama bunları küçümsemek yok saymak, AKLI sadece insan türüne ait özel bir meziyet saymak yanlış olur.

AKIL o türün kendi varlığını sürdürmek için enerji BULUP KULLANMAYA, kendini SAVUNMAYA ve türünün devamı için ÜREMEYE yetiyorsa akıldır.

Bir mikro organizmanın da kendine yetecek AKLI vardır; karmaşık organizmaların da ve insanların da. Aralarındaki kapasite ve ayrımlar tartışılmaz derecede çoktur, fakat bir mikrobun bir insan aklı taşımasını beklemiyorsak da mikropların “insanın aklını da nasıl başından alabildiÄŸini” unutmayalım.

Şu halde başlıktakı sorulara dönecek olursam:
Virüsler CANLI mıdır? Evet CANLIDIR…
Virüsler AKILLI mıdır? Evet AKILLIDIR…

Bu vargı, virüslerin mikro organizmalardan (mikroplar ve bakterilerden) daha bir alt bir yaşam formu oldukları bilgisini değiştirmez. Bir mikro organizmaya GEÇİŞ formu oldukları genel bir kabul görür. Şu halde virüslerin belli bir evrim süreci geçirerek yeni tür mikroplar/bakteriler oluşturması pek ala mümkün. Ama bu halleriyle de hem ORGANİK evrenin hem İNORGANİK evrenin ara bağlantısını kuran ARA PARÇACIKLAR durumundalar.

Her iki halde de bir enerjiye sahip olduklarını: var olma, kendini üretme ve yenileme kapasitesine sahip olduklarını kabul etmek gerekir. Örneğin yaşamlarını sürdürmek için başka organizmalara ihtiyaç duymaları onların hem en büyük zaafı hem de avantajı durumunda.

Tabiki virüsler AKILLI olmakla beraber, şu insan neslini öldürerek terbiye edelim diye bir BİLİNÇLE organize olmuş veya hareket ediyor değiller. Sadece kendi türlerinin hayatta kalması ve çoğalması ile ilgililer. Tıpkı bizim türümüzün de YAŞAMAK için, kendi dışımızdaki doğayı acımasızca yok edişimizde olduğu gibi onların yaşayıp üremeleri de, yeni bir verimli alan buldukları insan vücudunu (ciğerlerimizi) çökertiyor, mahvediyor.

Dikkat edilirse yeni tip Korona virüs, ÅŸimdiye kadar organik dünyada bildiÄŸimiz canlı türlerine yepyeni bir FORM olarak girmiÅŸ bulunuyor ve Ä°NSANLIK belki de ilk kez kendi dışındaki bir yaÅŸam formu karşısında topyekün korunmanın yollarını arıyor. (Tabi türümüzün bir özelliÄŸi olarak bundan kendi SINIFSAL çıkarları için AVANTAJLAR devÅŸirmenin yollarını arayanlar da dahil…)

Halbuki insanlık ÅŸu çaÄŸda daha çok YAPAY ZEKA’nın geleceÄŸini tartışıyordu. Ki bu ZEKA zaten çoktandır aramızda ve insanın hizmetinde. Çünkü henüz kendi enerjisini kendisi üretemiyor, davranış kodlarını kendisi üretemiyor. Tabii ki bilgisayar teknolojisinde kullanılan elektronik, belli geliÅŸkin türler üzerinden BAÄžIMSIZ hareket etmeye doÄŸru EVRÄ°LEBÄ°LÄ°R veya SIÇRAMA yapabilir.
….

Bu virüs salgınını tarihte önemli sosyal ve siyasal dönüşümlere yol açmış salgın hastalıklarla kıyaslamak mümkün görünüyor. Böyle ve daha köklü bir değişim sürecinde olabiliriz.

Ama nedense bana diÄŸer hastalıklardan çok, bir zamanlar yakın doÄŸu ve Avrupa’yı harabeye çevirmiÅŸ olan MOÄžOL AKINLARININ YIKICILIÄžINI hatırlatıyor. Kendisi YENÄ° bir ÅŸey getirmemiÅŸ olsa da eski medeniyetlerin ne kadar savunmasız olduklarını gösterdi ve onları kendileri korumak için KALELER, ÅžATOLAR içine hapsolmaya teÅŸvik etti.

Kendilerini kalelerde/şatolarda güvenceye olan ortaçağ soyluluğundan kurtulmak için insanlığın başka büyük mücadeleler vermesi gerekti.

Elbette TARİH TEKERRÜR etmeyecek. Ben sadece anımsıyorum, dilerim insan türü bu yeni süreçte DOĞAYA, ÇEVREYE saygılı özenli bir medeniyetin gerekliliğine ikna olacaktır.