TİP’in “Müdahale Kongresi”ni canlı yayından izledim. Gidenler de iyi ki ekrandan izlemişsin biz salonda sizin kadar gözlem yapmak imkanı bulamadık dediler. Ekrandan yansıdığı kadarıyla 5 bin kişilik salon tıklım tıklım dolmuştu. Sahne, çoklu ekran ve salon düzenlemesi çok profesyoneldi. Hele “Kongre Müdahale Bildirisi”nin bir kadın bir erkek tarafından sırayla okunmasının HDP’nin başlattığı bir geleneğin yansıması olarak hoş oldu. Ama Erkan Baş’ın salona girmesi ve sahneye çağrılmasıyla yaratılmak istenen havanın sosyalist partilerde pek alışık olmadığımız bir şova dönüşmesini yadırgadım. Böylesi tantanalı, şatafatlı, parlak ışıklı gösteriler bana nedense sıcak gelmiyor, hatta irkiliyorum. İktidarın her türlü biçimine ne kadar benzemesek o kadar iyi! Liderlik kültüne bu kadar laf ediyorsak, ona uygun bir tarzı da parti hayatında ve kamuoyunda göstermemiz lazım. Neyse reklam çağında yaşıyoruz deyip, kongreye geçelim.
TİP’i son 3 yıldır sosyalist hareketler arasında daha fazla görünür sağlayan ana neden HDP’nin son seçimlerde kendi listesinden iki adayına ön sıralarda yer verip seçtirmesiydi. Kürt hareketi böylece Türkiye sosyalist hareketine parlamento olanağıyla bir kapı açıyor ve üzerindeki ataleti atıp batı da gelişip güçlenmesi destekliyordu. Daha sonra da Ahmet Şık’ın HDP’den, Seda Kadıgıl’inde CHP’den istifa edip TİP’e katılımıyla Erkan Baş ve Barış Atay ile birlikte 4 milletvekili olarak TİP TBMM’de yerini aldı. TİP, HDP’nin sunduğu bu olanağı efektif ve doğru bir şekilde kullandı. Parlamentoda, ulusal ekranda, dijital platformlarda güçlü bir ağ oluşturarak daha çok görünmeye gençlik, aydın, akademisyen arasında taraftar bulmaya, yüzünü sola dönen orta kesimde ve CHP içindeki sol Kemalistler arasında etkili olmaya başladı. Sadece Barış Atay instagram ve twitter hesabının beş milyon takipçisi olduğu söyleniyor. Bu konuda başarılı oldukları söylenebilir. Tabi ki bu başarı ve yükselen çizgisinin bir halk damarına, kitle ve sınıf hareketine dayanmadığı sürece bir saman alevi gibi büyüyüp sönümleneceği kaçınılmaz mukadderat olarak ortada duruyor. Hele bir de seçim başarısı gelemeyince önce tartışmaların sonra da ayrılmaların baş göstereceğini yakın tarihimiz olan ÖDP deneyiminden gayet iyi biliyoruz.
Çıkış için iyi bir ivme kazanan TİP’in önümüzdeki süreçte nerede konumlanacağı, sermaye ve devletten ne kadar bağımsız tutum takınacağı, ne kadar kapışacağı, Kürt meselesinde ne kadar cesaretli adımlar atacağını hep birlikte göreceğiz. TİP’in önümüzdeki dönemde kadro partisi olarak mı kalacağı yoksa örgütlenmesini sınıf hareketi ve toplumsal halk kitlelerine nasıl açacağı sorusu henüz ortada duruyor. Önümüzdeki dönemde TİP’in kalıcı olup olmayacağını belirleyen ana faktör dayandığı toplumsal kesimlerin niteliği olacak.
HDP’nin daha önce seçim ittifakı olarak Halkevleri ve EMEP’e, HDP bileşenleri olarak da SYKP, Yeşiller ve Sol, ESP, DP’ye kazandırdığı milletvekillik olanağını bu yapıların TİP kadar etkili ve görünür kullanamadıkları aşikar. Bu imkanları güçlü bir sosyalist hareket yaratmak için gece gündüz çaba göstermeyenler, sadece kendi sözünün parlaklığına inananlar, bu fırsatı kendi seçildikleri partilerin temsiliyeti olarak yaklaşanlar gelinen aşamada oturup bir değerlendirme yapmaları zorunlu görünüyor. Yıllardır yenilenme, yapılanma diyen yapıların bir arpa boy yol katedemedikleri, yeni kurulan bir parti ise gelip önlerine geçiyorsa bu sadece baskı, dönem ile açıklanmayacak esaslı yapısal sorunları olduğuna işaret ediyor. Hangi yapı olursa olsun doğrusal gelişme ile diğerlerine üstünlük kurma dönemi çoktan aşıldı. TİP’te bunun farkında, dolayısıyla sürekli eski TİP’e atıfta bulunarak kendisini bir tür sosyalistlerin üst çatı partisi olarak genişletmek arzusunda olduğunu belirtiyor.
TİP’in veya herhangi bir sosyalist hareketin gelişip güçlenmesi hepimizin arzusu. Türkiye’deki sınıf hareketinin, halk yığınlarının ve kapitalizmin krizinden mağdur milyonların gerçek kurtuluşunun biricik adresi sosyalistler ve sosyalizm. Kürtlerin kendi coğrafyalarında rahat nefes almaları, kendi programatik hedeflerin gerçekleşmesi de batıda sosyalistlerin güçlü olmasından geçiyor. Zaten yol çok önceden çizilmiş: Birlikte mücadele ortak yaşam. Bu köprü çoktan atılmış, sadece döşemek kalıyor. Buradan bir geriye dönüş sözkonusu değil. HDP’nin de buna ihtiyacı var. O yüzden burada yaptığımız değerlendirmeleri TİP’i yok saymaya, küçümsemeye değil birlikte nasıl daha güçlü yol yürüyeceğimizi anlamaya yöneliktir. İçinde yüzlerce yoldaşlarımız olan TİP’in, hata yapmadan kendini büyütmesi, Kürt tabanında kırgınlıklar yaratmadan, sözü ve eylemiyle güven vermesi, Kürt halkının da gönlünü kazanan bir politika izlemesi birlikte atılan adımları daha güçlendirecektir. Bunca yıl sonra küçük olsun benim olsun anlayışının bu topraklarda miadını dolduğunu hatırlatmakta fayda var. Alışkanlıkların, geçmiş geleneğin davranışlarda kolayca ortadan kalkmadığını da bir kenara not edelim.
TİP’İN KONGRESİ: GÖRÜNTÜ VAR, SES YOK!
Bu kadar peşrevden sonra saadete gelirsem en son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: TİP’in Haliç’teki Müdahale Kongresi içerik ve verdiği mesajlar açısından ben de yarattığı hayal kırıklığı oldu!
Kongre biter bitmez basına verilen Erkan Baş’ın konuşma metni dijital ortamda yayın yapan gazetelerde yayımlandı ama aynı Erkan Baş, yaptığı konuşmada basına verdiği o konuşma metninin Kürtler ile ilgili kısmını kullanmadı. Kongre salonuna gelenler en yetkili ağızdan bunu duymadı. Bunu elindeki kağıtlarını sırasını karıştırdığından atladı denilebilir (!), değilse bir iç denetim olarak yorumlamak da mümkün.
Müdahale Kongresi’nde ne ilk konuşmacı Sera Kadıgil, ne de Erkan Baş sık sık 3. ittifaktan sözetmelerine rağmen bu ittifakın ana motor gücü olan HDP’ten tek laf etmemeleri nasıl okumalı? TİP içinde, CHP’nin sol kanadında veya TİP’e oy verecek kimi kesimleri ürkütmemek adına bir taktik adım olabilir mi? Kongrede HDP’nin gücü olmazsa Kürt kelimesini bile ağızlarına almayacaklar sanki. Mesela TİP’in önerdiği 3.ittifakın HDP’in önerdiği 3.yoldan farkı ne? Bunlar sanki iki farklı anlayışmış gibi sunmanın bir alemi var mı? TİP burada kendini nasıl konumlandırıyor? HDP’nin 10 maddelik deklarasyonuna eklemek istedikleri veya olmazsa olmaz gördükleri maddeleri nelerdir? Bu konuda benim kongrede tek duyduğum tek altı çizilen nokta “laiklik” vurgusu oldu. Kongrede asla vazgeçilmez olarak konulan bu “laiklik” vurgusunun “Kemalist Laiklik” uygulamasından farkını anlayamadık. 100 yıldır uygulanan “Kemalist laikçi” uygulamanın ülkeyi getirdiği nokta islami, neofaşist devlet anlayışı oldu. Kemalist laikçilik şemsiyesi altında sürdürülen devletin dini zorbalığına karşı çıkmak, inanç özgürlüğü çerçevesinde özgürlükçü bir tutum almak geremez mi? Bilhassa Seda Kadıgil’in Laikçi anlayışı parti içindeki Kemalist solcuların eğilimi gibi duruyor?
Seda Kadıgil iyi bir hatip, kürsüyü güzel kullanıyor. Yüzde 1’e karşı yüzde 99’un iktidarının hayal olmadığını, hayallerin gerçekleşmesinin milyonların buna inanmasıyla mümkün olacağını belirtti. Konuşmasında Türk, Kürt, Alevi Sünni, erkek kadın gibi ayrımlara karşı sınıf ekseninde birleşme çağrısı yaptı ve Sosyalist Türkiye’nin mümkün olduğunu söyledi. Ancak Kadıgil’in ayrım olarak belirtiği hususların salt sınıfsal eşitsizlikten kaynaklanan ayırımlar olmadığını gibi tarih öncesi dönemlerden ve kapitalizmin 500 yıllık geçmişinden gelen patriarka, inanç, ırkçılık, sömürgecilik gibi çeşitli sömürü ve eşitsizliklerin de kendi bağlamları içinde ele alınması gerektiğini farkında olmamız gerekir. Bize düşen görev her toplumsal mücadelenin kendi dinamikleri içinde konuyu ele almak ve onu kendi öznesiyle çözmeye çalışmak.
Erkan Baş ise konuşmasında yer yer partisi adına mı yoksa Türkiye Sosyalist hareket adına mı konuşuyor belli olmuyor, iç içe geçiyor. Ama kendisine bir misyon biçtiği belli. Bunun bir sınırı çizilmezse bir müddet sonra kakofoniye yol açacağı kesin. Daha önce kulislerde konuşulan TİP’in HDP’den önümüzdeki seçimlerde kimi bölgelerin Türkiye sosyalist hareketine tahsis edilmesini dillendirmeleri oldu. En geniş güçlerin ortak adayını belirleyip seçme hakkını kendinde görenler bu nitelikte bir ortak adayın niye HDP ile birlikte ortak akılla belirlenemeyeceğinin önündeki engel ne? HDP’nin geçmişteki pratiği zaten onlarca kez bunu doğrulamış vaziyette. Yangından mal kaçırır gibi davranmanın alemi var mı? Erkan Baş konuşmasında “batıda kazanma ihtimali olan bölgelerde seçilecek milletvekili adaylarının ülke sathında direniş alanlarında en önde olan direnişçilerden seçilmesi konusunda bir açıklama yaptı ve bizim adayımız onlardır” dedi. TİP, HDP tarafından kendilerine verilecek adaylık kontenjanını direniş önderleri lehine çekeceklerini söyleselerdi daha samimi ve inandırıcı olurdu. İyi de seçim hesap kitap işi, matematik kesinlik istiyor. TİP’in direniş liderlerini kendi oylarıyla seçtirme ihtimali var mı? Muğla’da da olsa, Aydın’da da olsa, İstanbul’da da olsa HDP oylarına ihtiyaç var. Kürtlerle ittifak yapmak olmazsa olmaz. Davul HDP’nin sırtında olacak ama adaylık sözkonusu olunca tokmağı kimseye bırakmayacaksın. Böylesi çoklu işlerde biraz ölçü, adap, itidal, tevazü, öngörü, empati yapmak siyasetin ön koşulu değil mi? Sürekli bir ön alma çabası amatörlük ve acelecilikle birleşince sırıtıyor. Bu gibi hususlar kamuoyun önünde değil, parti heyetleri arasında konuşulması gereken taktik, teknik hususlar olmasına özen göstermeli. Bu adayların hangi parti çatısı atında girecekleri, seçildiklerinde ne gibi bir prosedür ve çerçevede hareket edecekleri konusunda ortaklaşmak ve ayrıntıya dair hususların detaylıca görüşülmesinden geçer.
Erkan Baş, konuşmasında Kürt meselesini belli başlı bir mesele olarak değil ayırımcılıkla mücadele edilmesi gereken kategoriler içinde ele aldı. Daha önce TKP’de iken ayrışmalarına yol açan Kürt meselesinde dili çok tutuk kaldı. HDP’nin adını bir kez Selahattin Demirtaş’ın mesajına teşekkür ederken söyledi. Kimi arkadaşlar Selahatin Demirtaş’ın mesajı okunurken salon ayağa kalktı, daha ne olsun diyorlar? Bugün Selahattin Demirtaş’ın ismi geçtiğinde bırakın Kürtleri Türkiye kamuoyunda merak etmeyen, ilgisini çekmeyen kaç kişi vardır acaba, geçelim bunu. Yoksa biz artık siyaseti böyle göstergeler üzerinden mi yapacağız.
Kürt sorununa yaklaşımını Kürt yoksulları diyerek sınıfsal mesele içinde saydı. Türk, Kürt, Alevi Sünni, erkek kadın gibi ayrımlara karşı sınıfta birleşme çağrısı. Şimdi bu mudur mesele? Kürt hareketinin en büyük siyasî partisi HDP özerklik diyor, anayasal eşitlik, ana dilde eğitim, tecrit diyor bu konuda hiçbir söylemeden “yaşasın halkların kardeşliği” demek yeterli mi? Bu slogan bana 1980 öncesi hatırlattı. Bunu geçeli 50 yıl oldu. Yoksa netameli olan bu konuda hiçbir şey söylemeyip sınıf meselesi her şeyi çözer, Kürt meselesini de devrimden sonra biz mi çözeriz diyorlar. Bu durum 40 yıllık mücadeleyi, toplumsallaşmış bir halkı, bunun iradesini yok saymak olmaz mı? Hiç bir şey söylemiyorsan Kürt halkının taleplerini destekliyoruz der geçersin, başka bir çözüm var mı bilmiyorum? Üstelik en bilinçli, kendi sorunlarına en duyarlı bir HDP tabanından bahsediyorsak nasıl olacak bu iş? Dr. Hikmet Kıvılcımlı 1971’de Ankara Hukuk Fakültesi Konferans Salonu’nda verdiği bir konferansta bir dinleyici Kürt meselesi hakkında neden sustuğunu sorar. Doktor’da açık yüreklilikle “sıkmıyor, ondan” cevabını verir. Aradan 50 yılı aşkın zaman geçmiş, hala susmaya devam ediliyor.
Erkan Baş 3. İttifak diyor, iyi de HDP’de üçüncü yol dedi zaten, tamam kendini farklılaştırmak için 3.İttifak diyorsun, önemli değil ve bunun en büyük gücü, olmazsa olması HDP değil mi? Niçin HDP için tek cümle kurmuyorsun? Cumhur İttifakı geçtik, Millet ittifakı da Kürt meselesini yok sayıyor malum, bari sen eşyayı adıyla çağır ve tok sesle farkını koy! Gel de Kürtlere hak verme? Bir adım ileri iki adım geri değil, keşke aramızdaki mesafe bu kadar kısa olsa. Kürtler 10 adım atıyor, sosyalistler 1 adım zor atıyor. Böyle mi ittifak yapılacak Kürtlerle, siyaset de bu kadar körlük, toplumsal gelişmeleri okuyamamak hayatın gerisinde kalmak değil midir?
Tamam Kürt hareketi sınıfsal meselede talebi karşılamıyor, geride kalıyor, Türkiye sosyalist hareketi sınıf hareketini omuzlasın biz de destek atalım diyoruz ama böyle ince milliyetçilikle olmaz ki! Kürtler kadar cesur olunmazsa bu ülkede barışı getirmenin mümkünatı yok.
TİP’i değerlendirmek için “Müdahale Kongresi”nin tek başına bir ölçüt olarak ele alınması bizi yanıltabilir. Bu yüzden daha sabırlı olmak, 3.Yol’un kurulması konusunda en büyük çabayı göstermek, bazı durumlarda ittifak adına ilkelerden taviz vermeden geri çekilmeyi, uzlaşmayı becerebilmek gerek. Ama bunu da sürekli Kürt Özgürlük hareketinden beklemek gibi bir lükse de düşmemek lazım.
Haliç Kongre merkezindeki kalabalık sevindirici olsa da küçük derelerden denizlere açılmayı hedefleyen bir hareket için gerçekçi olup, bu tür pohpohlanmalara asla prim vermeyip, çok zengin birikimi olan Türkiye sol hareketi deneyimlerinden sürekli ders çıkarmayı, geçmişte yapılan hatalara asla düşmemeye kendine ilke edinmeli.
Geçmişte mensup olduğum partim TSİP kendini feshetmeden önce 1989 Temmuz ayında hiç kimsenin toplayamadığı kalabalığı İstanbul Kartal Stadyumunu’nda TSİP buluşmasında toplamış ve tüm stadı doldurmuştu. Keza 1999 yılında ÖDP’nin ilk yıllarında Kadıköy Fenerbahçe stadını da tıka basa dolduran bir etkinlik yapmış ve Ahmet Kaya’da bir konser vermişti. Üstelik ÖDP’nin ilk kuruluş yıllarında basından, kamuoyundan, aydın ve yazarlardan aldığı destek bugünkü TİP’in aldığı desteğin çok çok ötesinde idi. Ama bugüne geldiğimizde geriye bu birikimi geleceğe taşımakta, sosyalizmi kitleler içinde bir damar haline getirmede sınıfta kaldık. Günlük, görünmeyen ve çok fazla emek isteyen çalışma yerine, kısa yoldan bize köşeyi döndürecek, hayatın dışından yapılan bir siyaset tarzının popülerliği ve konformizmi bize daha cazip geldi.
TİP kongresini canlı yayında izleyen takipçi sayısı bitmeye yakın baktığımda1.043 idi. Oysaki tüm Türkiye’den örgütleri katıldığı bir toplantıydı. Salon dolmuş ama en azından dışarda onbinlerin izlemesi gerekmiyor muydu? Bu yüzden yaratılan sanal havanın bazen altında kalmakta kötü bir strateji olabilir. ÖDP deneyimi bu anlamda öğretici derslerle doludur. Girdiğimiz ilk seçimlerde tahmini oy oranımız parti basınına, genel basına ve parti içi havaya bakarsak %4 ile %7,5 arasında gidip geliyordu. Oysaki %1,5 civarında oy aldık. Bu 270.00 oy demekti. Ama çıtayı seçim hesabı üzerinden yapınca 270.00 oy bize önemsiz geldi. Tek tek 270.00 kişi. Ne kadar büyük bir sayı, istersen bir ordu kabul edersin, oy hesabı olarak bakarsan hiç görürsün. ÖDP oy hesabı üzerinden bakınca elimizde o 270.00 kişi de kalmadı.
Müzik grubu olarak Moğollar sahne almıştı. Bu durum bile hala 1970’lerde kaldığımızı gösteriyor. Moğollar artık salonun coşkusuna hakim olan bir grup özelliği taşımıyor artık. İşçi Mitinginde Moğollar, Sol Parti toplantılarında Moğollar, buluşmalarda Moğollar. Yetti Gari! Kendimizin olan bir grubu ortaya çıkarma zamanı çoktan geldi. Yeni hareket yeni müziği de peşinden getirmeli.
Arkasından Bajar geldi, o da olmazsa kimse dans etmeyecek! Dansız devrim mi olurmuş. İyi ki bir Cav Bella var! Vedat onunla kitleyi havaya soktu, halaya dönünce de bildiğimiz şenlik havasına toplantı sonunda dönüldü.
Birde aynı saatte yapılan HDP İzmir kongresine baktım; sınıfsal, kültürel, etnik ne derseniz deyin TİP kongresiyle aralarında dağlar kadar fark var. Olması da gayet doğal! İstanbul’da TİP kongresinde söylemiyle, düzeniyle, tertibiyle, profesyonel yaklaşımıyla bir orta kesim etkinliği vardı. Tek tek kişilerden oluşan bir topluluk vardı ama halk yoktu. İzmir Hdp İl Kongresi’nde ise tüm gerçekliğiyle halk vardı! Dolayısıyla toplumsallaşan bir hareketin de coşkusu, halayı, kaos içinde düzeni, bir başka oluyor. Orada bir devrim hayaleti sürekli üzerinde dolaştığınızı hissediyorsunuz.
Bunu batıya taşırsak ve birlikteliği sağlarsak masanın dört ayağı da tamamlanmış olacak. İşin özeti bu! Döğüşenler kendi müziğini de, kendi dansını da kendi hikayesini de kendisi yaratıyor! Gerisi laf-ı güzaf!
- TİP Kongresi’nde ekrana yansıyanlar - 15 Şubat 2022