“Ey MHP; üstte erken seçim olmadıkça, altta ittifak delinmedikçe, senin iktidarını kim bozabilir.”
Temaşa salı günü toplanan CHP grup toplantısında başladı. Toplantıda “Mafya liderlerini, uyuşturucu kaçakçılarını serbest bırakıp düşünce suçlularını hapsetmekten vazgeçecek misin?” diyerek Erdoğan’ı eleştiren Kılıçdaroğlu’na cevap Çakıcı ve dava-kankası, dava-kardeşi Bahçeliden geldi. Dört sayfalık el yazısı mektubunu Twitter’dan paylaşan Çakıcı, Kılıçdaroğlu’na tehditler savurdu. Bahçeli’de “Alaattin Çakıcı’ya mafya bozuntusu demek rezilliktir.” diyerek dava-kankasının arkasında durdu. Kılıçdaroğlu tansiyonu düşürmeden Bahçeli-Çakıcı kardeşleri yanıtladı. 18 Kasımda Çakıcı bir mektubu daha paylaştı Twitter’dan. Diğer partilerden de tepkiler yükselip “çarşı pazar karışınca” Çakıcı hakkında soruşturma başlatıldı.
Üslub-u Beyan Ayniyle İnsan
Çakıcı’nın mektubuna yakından bakalım mı? Zira Ülkücü çevrelerin zihin dünyasını çözebilmek açısından elverişli bir metindir diye düşünüyorum. Bir Ülkücü, dünyayı nasıl algılamakta, kodlamaktadır; seksist dil, kadını aşağılama, politik şiddet ve işkence tehdidi, eleştiriye tahammülsüzlük, aşağılama, bölünme, Kürt nefreti ve dış mihraklar paranoyası Ülkücü dünyaya ne kadar mündemiçtir, bu metin üzerinden okunabilir diye düşünüyorum. Elbette tek başına biri dört, diğeri tek sayfalık iki mektuptan hareketle Ülkücüler ile ilgili her şeyi faş edebilmek, ortaya koyabilmek mümkün değildir. Ama bu mektup bir Ülkücü vakaya yapılan politik-biyopsiden elde edilen bir doku/örnekse, bu mektup (doku, örnek) üzerindeki patolojik çalışma da önemlidir diye düşünüyorum. Mektupları eke koyacağım.
Üst Akıl, Büyük Resim Ve Dış Mihraklar Paronayası
Çakıcı, kamuoyuna saygılarıyla arz ederek başladığı mektubuna “muhabir” değil de “muhbir” diye andığı gazetecinin bir gaf mı yaptığı yoksa üst aklın emriyle mi bunları yazdığını sorgular. Yaygın anlatım bozukluklarının yer aldığı metinde Çakıcı “…af ile ilgili mafya liderlerinin sarayın emri ile serbest bırakıldılar ifadesini kullanan bu gafil muhbir istemeden gafmı yaptı” cümleleriyle başladığı mektubuna muhabire hakaretler (onur yoksunu, şerefsiz…) yağdırarak ve onu “..üst akıl ve pkk’nın tüm bölücü unsurların” ajanı olmakla suçlayarak devam eder. Suçlamak ne kelime, muhabire “dürzü” diyerek küfretmekte de beis görmez -ki sonuçta “…karı mı sat[mıştır], devletin hazinesini mi parselle[miştir], eroin kaçakçılığı mı yap[mıştır], yolsa silah kaçakçılığımı” (Reis, soru ekleri ayrı yazılır ama yine de sen bilirsin; hoş zaten basına yansıyan önceki mektuplarından -Bahçeli ve Erdoğan’a hakaretlerle dolu olanlardan- o el yazısının da sana ait olmadığını anlamak zor olmuyor, sanırım birileri senin kâğıdı temize çekmiş) Basit bir internet taramasıyla, kesinleşmiş cezası olanları arasında adam yaralamaya azmettirmek, çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve yönetmek, araba kurşunlatmak, eski eşini öldürtmeye azmettirmek, Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret gibi birçok suçtan hüküm giymiş olduğu kolaylıkla öğrenilebilecek Çakıcı, devletin tüm arşivleri taransa dahi devlete yönelik bir suçtan dolayı değil ceza almak, bir saat polis karakolunda bile kalmadığını övünerek vurgulamaya çalışır. Mektuptaki ifadelerden, Çakıcı için -elbette diğer Ülkücüler için de- utanılması gereken şeyin devlete karşı işlenmiş bir suçtan dolayı hüküm giymek olduğu anlaşılıyor. O kadar ki, örneğin Adil Öngen’in kurşunlanması ile ilgili davada yargılandığında da olaya karışmadığı vb. şeklinde bir savunma yapmak yerine Milli İstihbarat Teşkilatı adına çalıştığının altını çizen bir savunma yapmayı tercih eder. Onun sitemi, haksız yere bir olayla ilişkilendirilmek vb. değildir; aksine, gözünü kırpmadan gerçekleştirdiği bu olayda MİT tarafından piyon gibi kullanılmış olmaktan dolayı mustariptir.
Belli ki Çakıcı, işlediği suçları, bir (Hırant Dink’in katlinden sonra da sıklıkla dile getirilen, Mevzu devletse gerisini) teferruat olarak görmektedir. Tabir-i caizse Çakıcı, kendisini devlet için çalışan (kurşun atan da kurşun yiyen de) “şerefli” kadrosunda muvazzaf bir memur sanmaktadır. Kılıçdaroğlu’na kızgınlığının ve sinirinin altında bu ruh halinin tesirini görmek zor değildir: Öyle ya, Kılıçdaroğlu görevi başındaki (devlet için kurşun atan ve yiyen) memura “mafya” diye hakaret etmektedir.
Mektubun daha ikinci sayfasında Çakıcı tüm itidalini yitirmiş gibidir: Devlete hizmet (onun ifadesiyle “Yukarıda yazdığım kriterlerin yani, yasa dışı kriterler[in]”) dışında bir suçu varsa (“…1 tane kamuoyuna deşifre et”) özür dileyecektir (“…o zaman senden 83 milyonun önünde senden özür dilerim.” Çakıcı, eğer böyle bir belge vb.’yi kamuoyuyla paylaşamazsa Kılıçdaroğlu’nu işkence etmekle (ya da onun ifadesiyle “…fasülye çubuğu ile… tanıştır[makla]”) tehdit etmekte de, “dürzü” diye küfür etmekte de en ufak bir beis görmez.
Çakıcı’yı akıl sağlığı yerinde olmayan biri, bir meczup, madde tesiri altında gayri iradi konuşan biri ya da cinnet halinde bu sözleri ağzından kaçıran biri olarak değerlendirmek zordur. Bir meczup, madde tesiri altındaki bir zavallı olmadığı vakadır; akıl sağlığı da yerinde görünmektedir. Bunların hepsinin ötesinde Çakıcı’nın kendini, “yargılanmak”, “mahkeme edilmek”, “hesap sorulmak” gibi endişelerden küllen azade, garız küfürler sarf edecek ya da muhatabını fasulye sırığı (mektubun ilerleyen kısmında da bağ kazığı) ile dövmekle tehdit edecek kadar, siyasi garanti altında hissettiği de aşikârdır. Özü itibariyle siyaseten Çakıcı (her ülkücü gibi) her şeyden masun her şeye mezun bir kişiliktir. Bir Ülkücü olarak o, “bırakalım yapsın, bırakalım geçsin”dir. “Laissez faire laissez passer” ilkesi Avrupa’da burjuvanın ekonomik faaliyetlerinin Türkiye’de ülkücülerin siyasal faaliyetlerinin mottosudur dense doğrudur.
Çakıcı, Kılıçdaroğlu’nun “…yurtiçi ve yurtdışı Türk düşmanı hainlerden ömrünün sonuna kadar kopmayacak şekilde kenetlenmiş” olduğunu ve “…zurnanın son deliğinden çıkan ihanet ezgisini” çaldığını düşünmektedir. Çakıcı, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a yönelik eleştirilerinin de aslında dış mihrakların bir oyunu olduğunu ima eder ve daha öncesinde “Rizeli, yezit kişilikli, onursuz, dinimizi kullanan, hırsı için ülkemizin fidanlarını telef ettiren, ruhunu şeytana teslim etmiş kişi” diyerek küfrettiği Erdoğan’ın eleştirilmesini yanlış bulur.
Ülkücü (onun bir streotipi, aslında, daha doğrusu Ülkücülüğün müşahhas hali olarak Çakıcı) için “eleştiri” diye bir mefhum yoktur. Sadece “dost” ve “düşman”lar vardır Konjüktür değişip de dün “düşman” olunanla bugün ittifak kurulması, eski-düşmanının dostlaştırılması gerekirse, hemen yeni, yeni düşmanlar icad edilir; yeni-dosta dair eski düşmanlıklar da bilinç dışına itilir. Dün, Çakıcı Bahçeli’ye “Miladı dolmuş, yürüyen Buda kılıklı efendi” diyerek hakaret eder, Bahçeli Erdoğan’a “…aklı ile arasını açmış klinik bir vaka aline gelmiş” ya da “Geleceğimiz Başbakan Erdoğan’ın boş kafasındaki boş hayallerle çarpıtılmaktadır.” gibi sözlerle hakaret ederken rahatlıkla pozisyon değiştirebilmektedirler.
İşte “devletin bekası” kavramı tam da bu notada devreye girmekte; içerdiği tüm sosyal bilim ve tarihsel anlamlarından koparak bir temizlik maddesi işlevini yüklenmekte, tüm politik belleği temizleyerek, silerek eski hakaretler üzerinde yepyeni ve pür-i pak dostlukların inşasını mümkün kılmaktadır.
Mektuba yeniden dönecek olursak, Çakıcı dün fütursuzca hakaret ettiği Bahçeli ve Erdoğan’ı bugün müridâne savunurken Kılıçdaroğlu’nu da dış mihrakların elinde “…üst akıl ve bölücülerin elinde… Hacivat gibi oynatılan” oyuncak olarak tanımlar. İstanbul ve İzmir belediyelerinde yolsuzluklar yapıldığını belediye başkanlarının “…tüyü bitmedik yetimin hakkını” yediklerini söyler, CHP’nin halkçılığı yanlış anladığını belirtir.
Çakıcı’ya göre Cumhur İttifakı’nı eleştiren gazeteciler de (tıpkı mektubun başında anılan muhabir gibi, tıpkı Kılıçdaroğlu gibi, tıpkı büyükşehir belediye başkanları gibi, daha doğrusu bir Ülkücüye “o anda” muhalif olan, “o günkü konjonktürde muhalif olan” (konjonktür değiştiğinde düşman algısı da değişebileceği, dünkü dostlar düşman, düşmanlar da dost olabileceği için- herkes gibi) “…batıdan emir almaktadırlar.”
Çakıcı, 17 Kasım’daki mektubunu şöyle sonlandırır: “Bak Kemal KILIÇDAROĞLU, kitle psikolojisi ile sana hainler gaz verir, zorda yanında olmazlar. Onun için sana AKILLI OL!!! Diyorum… BAHÇELİ’ye aziz milletimize saygılarımla.”
Çakıcı’nın ertesi gün (18 Kasım) yayınlanan mektubu da benzer ruh halinin bir tezahürüdür. Kılıçdaroğlu’nun, Çakıcı’nın dört safalık mektubuna cevaben “Çakalların bulunduğu yerde hiç kimse ama hiç kimse bize bir şey söyleyemez.” sözleri Çakıcının itidalini tümden kaybetmesine, seksist ve kadınları aşağılayıcı sözler eşliğinde Kılıçdaroğlu’na küfürler savurmasına neden olur. “Be dilinin ayarı olmayan bre gafil” diye hitap ettiği Kılıçdaroğlu’na “…sen kurt ile çakalı karıştırıyorsun.” diyen Çakıcı “Sen ve avenene sesleniyorum: Başta sende avenende o yürek var mı, ben her gün sokaktayım. Çakal gibi uyuyup hatun gibi konuşacağına beni öldürtsene.” diyerek tehditler yağdırır.
İşin en ilginç yanı Çakıcı geçmişte aynı teklifi bugün Kılıçdaroğlu’na “Sen onun koç yumurtası [testisleri] bile olamazsın” dediği Bahçeli’ye de yapmış Bahçeli’ye kendisini öldürtmesini teklif etmişti. Hatırlayalım: Alaattin Çakıcı, 2 Eylül 2015 tarihinde Hacı Fatma Adan’ın (dönemin MHP Genel Başkan Yardımcısı olan Celal Adan’ın annesi) cenazesine gönderdiği çelengin üzerindeki “Alaaddin Çakıcı” yazısı sökülünce, bu olaydan Bahçeli’yi sorumlu tutmuş ona “Bu sözlerim Türkiye’de hiçbir Ülkücüye değildir. Bir MHP’liye değildir. Sözlerim sadece senin şahsınadır. Bilgisayar başında insanlara laf söylemek erkeklik ve yiğitlik değildir. Senin adına biri açıklama yaparsa onun ve senin özeline girerim. Şimdi beni iyi dinle, duran değil de yürüyen Buda kılıklı. Allah yüzünden nuru silmiş. Nefsi için bu davaya hizmet etmiş insanların bu kutlu davadan çoğunu tecrit ettin. Birine dedin ki, “Keçi reklamı yapan artist”. Sen keçi değil, sizin oralarda çok olur teke yumurtası bile olamazsın. Beni dinle. Adamsan cezaevinde yatıyorum daha evvel de Sayın Cumhurbaşkanımızı tahrik ederek hapishanede beni öldürecek gücün yok mu dedim. Şimdi teke yumurtası olmayan sana söylüyorum. Teke yumurtası dahi olmayan yürüyen Buda kılıklı herif. Yüreğin varsa beni cezaevinde öldürt.”
Evet, Çakıcı üzerinden bütün Ülkücülerin bütün düşüncelerini okumak mümkün olmaz. Ha keza Ülkücü denilen topluluğun da her şekilde homojen bir bütün olduğunu söylemek de sosyal bilimsel olmaz. Ama tüm bunlar, Çakıcı üzerinden Ülkücülerle ilgili kimi gözlemler yapmayı, bazı değerlendirmelerde bulunmayı da imkânsız kılmaz.