Ülkemizdeki Nehir ve Göllerin Kirlilik Durumu ne Durumda Bilinmiyor!!!

Uluslararası platformlarda Nehirlerin kirlilik durumları analiz edilerek sonuçlar kamuoyuyla paylaşılıyor. Ve uluslararası kamuoyunda bu konuda bilgi sahibi olup, ona göre önlemlerini alabiliyor. Ancak ülkemizde gerek nehirlerimiz ve gerekse göllerimiz açısında yıllardır herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmadığı için, bu konuda güncel bir bilgiye sahip değiliz. Nehir ve Göl sularımızın gerek kirlilik durumu ve gerek tarımda kullanılırlık durumunu bilmiyoruz. Bu konuda araştırma yapabilecek olan Üniversitelere ise merkezi hükümet kaynak ayırmadığı için, onlarda herhangi bir araştırma yapamamaktadırlar. Bu durum ise sularımız, topraklarımız ve meyve-sebzelerimizdeki kirlilik durumu konusunda bilgi sahibi olmadan tüketmeye devam ediyoruz.

Ancak uluslararası bir çok aktivist grup, bilimsel araştırmalarına zor koşullarda da olsa devam etmekte ve uluslararası kamuoyunu bilgilendirmeye çalışmaktadırlar. Bunlardan biri ise 128 araştırmacı tarafından 258 Nehir ile ilgili araştırmayı yaparak yayınlamışlardır. “PNAS’ta yayımlanan çalışmaya göre dünya üzerinde yalnızca iki yerde; İzlanda’da ve Venezuela’da ilaç kullanmayan yerlilerin yaşadığı Yanomami köyünün yakınlarındaki su kaynaklarında ilaç kirliliğine rastlanmadı.” Kısaca dünyada yalnızca iki ülkede belli sularda kirlilik tespiti yapılmamıştır. Buda ora insanlarının ilaç kullanmamasından kaynaklıdır. Gerisinde ise farklı oranlarda ve boyutlarda kirlilik tespiti raporlaştırılmıştır. Açıklamanın devamında ise en kirli odakları belirlemişler:

“ Dünyada aktif ilaç maddesi açısından en yoğun kümülatif kirlilik Pakistan’ın Lahor kentinde gözlendi. İkinci sırada Bolivya’nın La Paz, üçüncü sırada ise Etiyopya’nın Addis Ababa kenti yer aldı. La Paz’dan geçen Seke nehri hem arıtılmamış kanalizasyon atığı hem de nehir yatağının çevresine bırakılan çöpler sonucu kirlilik oranı en yüksek çalışma alanı olarak tespit edildi.” Buradaki açıklamalarda da görüldüğü gibi geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin nehirlerinde kirlilik daha çok görülmektedir. Çünkü gelişmiş ülkeler, ülkelerindeki tehlikeli atıklarını bu ülkelere aktararak, bu ülkelerin sularını ve topraklarını kirletmektedirler. Yoksulluk ve beslenme yetersizliğine dayalı hastalıkların artması ile, yoğun ilaç ve antibiyotiğin kullanılmasının sonucu olarak bu kirlilikler öne çıkmaktadır. Gelişmiş ülkeler, kendilerinin tehlikeli atık ve çöpleri de bu tür ülkelere göndererek imha yolunu seçiyor. Ülkemize gönderilen çöplerin imhasında olduğu gibi…

Yine  “York Üniversitesi’nden bir grup çevre bilimci ve mikrobiyoloji uzmanının yaptığı araştırma, su havzalarındaki antibiyotik kirliliğine ilişkin bugüne kadarki en kapsamlı küresel çalışmada ise daha çarpıcı sonuçlar ortaya çıkmıştır: “İngiltere’den araştırmacılar, 72 ülkede inceledikleri 711 nehir havzasının üçte 2’sinde antibiyotiğe rastladı.

Birleşmiş Milletler (BM), antibiyotiğe dirençli bakterilerin 2050 yılına kadar 10 milyona yakın insanın ölümüne neden olabileceğini söylüyor.

Ancak insanlar antibiyotik kirliliğinin tek kaynağı değil.

Dünyada üretilen antibiyotiklerin üçte ikisi hayvanlarda kullanılıyor. Hayvanların toprağa ve sulu çamura saldıkları ilaçlar daha sonra nehirlere, göllere ve yeraltı sularına karışıyor.” Bu açıklamada da görüldüğü gibi, kullanılan ilaç ve antibiyotiklerin bir şekilde sulara ve toprağa ulaşması sonucu, doğa ve sular doğal olarak kirlenmektedir. Ayrıca tıbbi atıkların rastgele ortalığa atılması sonucu bu tür tehlikelerin oluşmasına neden olmaktadır. Bu araştırmada ise ülkemizde Dicle nehrinde antibiyotik kalıntılar yoğun olarak tespit edilmiştir. Ancak ülkemizdeki nehir ve göllerin sadece antibiyotik kirliliği değil, ayrıca ağır metal kirlilikte daha çok görülür olmaktadır.

Ancak uzun yıllardır Nehir ve Göl sularında analiz ve incelemeler yapılmadığı için, bunlar uluslararası çalışmalarda göze gelmemektedirler. 2000’li yılların başında yapılan analiz çalışmalarının dışında, son yıllarda yeni bir çalışma ve analiz yapılmadığı için, sularımızın kirlilik durumu ve en kirli nehir ve göllerimizin güncel bir verisi bulunmamaktadır. Geçmişte yapılmış olan analizler sonucu en kirli Nehirlerimiz sıralaması, Ergene, Gediz ve Büyük Menderes olarak sıralanmaktaydı. Ancak bunlar çok eskiye dayalı olduğu için, bugün durumun farklı olması kaçınılmazdır. Çünkü Nehirlerimize farklı çalışma ve sanayi kollarından kaynaklı kirlilik ve atık karışımı artarak geldiği için, bugün bu sıralamanın ne olduğu da belli değildir. Bu sıralamada yeni nehirlerin yer alması da mümkündür.

Bu durum göllerimiz açısındanda böyledir. Ülkemizdeki göllerin daha çok kapalı havzalarda bulunması ve bu havzalardaki yerleşim yerlerinin evsel atıklarının yeterince arıtılmadan bu göllere ulaşmasından dolayı, her geçen yıl kirlilikleri artmaktadır. Ayrıca son yıllardaki kuraklık ve aşırı yer altı su çekiminden dolayı su seviyelerinin düşmesi ile bu kirlilik dahada görünür hale gelmiştir. Ancak bu kirliliğin ne seviyede olduğunu ise bilimsel araştırmalar ve Üniversitelerin çalışmaları ile bilinir hale gelebilir.

York Üniversitesinin çalışmasında ise: “Tuna, Avrupa’daki en büyük ikinci nehir ve antibiyotik atıklar açısından kıtanın en kirli nehri.” Olarak kayıt altına alınmıştır. Bu ise şu anlama gelmektedir. Nehirler, ulaştıkları denizlere de kirliliklerini taşımaktadırlar. Bu yolla denizlerde direk kirlenmektedir. Bu kirlilik denizde yaşayan canlılara nüfuz ederek biz insanlara geçebilmektedir. Doğal yaşam alanları olan Nehirler, Göller, Denizler ve doğamızdaki kirlilik, burada yaşayan canlılara da geçmektedir. Yaşam zincirinin halkasında yer alan tüm canlılar bu kirlilikten direkmen etkilenmektedirler. Bunun için, çevremizi kirletmemek ve daha temiz tutma noktasında daha dikkatli davranarak, dünyamızın daha fazla kirlenmemesini sağlamaya çalışmalıyız.

Üniversitelerimize araştırmaları için gerekli ödenekler sağlanarak, sularımızın ve doğamızın durumunu analiz etmelerine imkan verilmeli. Bu konuda yapılacak bilimsel çalışmalara destek verilmesi ve daha fazla teşvik edilmesi ile sorun açıklık kazanabilir ve gerekli önlemler içinde adımlar atılabilir. Bu konunun detaylı bir şekilde bilinir ve şeffaf bir hale getirilmesi yaşamımız için önemlidir. Yaşadığımız çevrenin durumunu ve beslendiğimiz gıdaların güvenirliliğini bilmemiz açısından önem arz etmektedir. Yarına güvenle bakabilmemiz için bu konuda önümüzü net olarak görmemiz gerekmektedir.