Türkiye’de yargının işleyişi, uzun süredir siyasallaşma tartışmalarının merkezinde yer almaktadır. Hukukun bağımsızlığına ilişkin eleştiriler, özellikle muhalif kesimlerden yükselirken, son dönemde sermaye çevrelerinin de benzer bir baskıyla karşı karşıya kalması, bu tartışmalara yeni bir boyut kazandırmıştır. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ve Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mehmet Ömer Arif Aras’ın, TÜSİAD Genel Kurulu’nda yaptıkları konuşmalar nedeniyle “yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” ve “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçlamalarıyla yargı önüne çıkarılması, iktidarın sermaye sınıfına yönelik disiplin mekanizmalarını da devreye soktuğunu göstermektedir.
Sermaye ve Siyasal İktidar Arasındaki Güç Dinamikleri
Kapitalist sistemin işleyişinde sermaye sınıfı ile siyasal iktidar arasındaki ilişkiler, tarihsel olarak belirli bir denge üzerine kurulmuştur. Devlet, kapitalist sınıfın çıkarlarını koruyan ve sermaye birikiminin devamlılığını sağlayan bir aygıt olarak işlev görürken, sermaye de siyasal iktidarın meşruiyetini sürdürebilmesi için ekonomik istikrarın sağlanmasına katkıda bulunur. Ancak otoriter eğilimlerin güç kazandığı siyasal sistemlerde, sermaye kesiminin mutlak bağımsız bir aktör olarak hareket etmesi zorlaşmakta, siyasal otorite sermaye grupları üzerinde de doğrudan bir denetim mekanizması tesis etmektedir.
Türkiye’de son yıllarda izlenen ekonomi politikaları, sermaye sınıfının yalnızca kâr maksimizasyonu odaklı bir aktör olarak kalmasını değil, aynı zamanda siyasal iktidarın çizdiği sınırlar içinde hareket etmesini de zorunlu hale getirmiştir. TÜSİAD’ın yargı ve hukukun işleyişine yönelik eleştirilerde bulunması, bu bağlamda yalnızca adalet sistemine yönelik bir sorgulama değil, aynı zamanda sermayenin siyasal iktidarla olan ilişkisini yeniden tanımlama girişimi olarak da değerlendirilebilir.
Yargı Bağımsızlığı ve Siyasal İktidarın Hukuku Araçsallaştırması
Hukuk devleti ilkesinin temel unsurlarından biri olan yargı bağımsızlığı, Türkiye’de uzun süredir tartışmalı bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle son yıllarda, yargının siyasal iktidarın politik ajandasına hizmet eden bir araç haline geldiğine yönelik eleştiriler yoğunlaşmıştır. Bu bağlamda, muhalif siyasetçilerden gazetecilere, akademisyenlerden sivil toplum örgütü temsilcilerine kadar geniş bir kesimin yargı süreçleriyle baskı altına alındığı gözlemlenmektedir. TÜSİAD yöneticilerine yönelik açılan soruşturma ise, hukukun yalnızca muhalif kesimleri değil, sermaye sınıfının belirli fraksiyonlarını da denetim altına almak için kullanıldığını göstermektedir.
Bu durum, hukuk devletinin bir güvence olmaktan çıkıp, bir kontrol mekanizması haline geldiğini ortaya koymaktadır. Türkiye’de hukukun işleyişine yönelik yapılan eleştiriler; keyfi tutuklamalar, uzun süreli yargı süreçleri ve mahkemelerin yürütmeye bağımlı hale gelmesi gibi olgular üzerinden şekillenmektedir. TÜSİAD yöneticilerine yönelik soruşturma, bu eleştirileri doğrular nitelikte olup, yargının siyasal otoritenin çizdiği çerçevede hareket etmeyen sermaye gruplarını da kontrol altına almak için kullanılabileceğini göstermektedir.
Devletin Sermaye Sınıfı Üzerindeki Hegemonya Arayışı
Türkiye’de devlet-sermaye ilişkileri tarihsel olarak farklı dönemlerde değişim göstermiştir. 1980 sonrası neoliberal politikaların benimsenmesiyle birlikte, özel sektörün güçlenmesi ve küresel piyasalarla entegrasyonu hızlanmış, ancak bu süreç içinde devletin sermaye üzerindeki belirleyici rolü de devam etmiştir. Özellikle son yıllarda, iktidarın belirli sermaye gruplarını destekleyerek, ekonomik gücü daha merkezi bir hale getirdiği görülmektedir. Kamu ihaleleri, teşvik politikaları ve devlet destekli finansman modelleri, iktidara yakın sermaye çevrelerinin güçlendirilmesini sağlamış, buna karşılık bağımsız hareket eden sermaye grupları çeşitli ekonomik ve hukuki baskılarla karşı karşıya kalmıştır.
Bu bağlamda, TÜSİAD yöneticilerine yönelik başlatılan soruşturma, yalnızca hukuki bir süreç olarak değil, aynı zamanda sermaye üzerindeki siyasal tahakkümün bir göstergesi olarak da okunabilir. İktidarın ekonomik politikalarına yönelik eleştiriler dile getirildiğinde, hukukun bir baskı aracı olarak devreye sokulması, sermayenin mutlak bağımsız bir aktör olarak hareket etme kapasitesinin sınırlandırıldığını göstermektedir.
Siyasal ve Ekonomik Alanın Tekleşmesi
TÜSİAD yöneticilerine yönelik soruşturma süreci, Türkiye’de yalnızca siyasal muhalefetin değil, sermaye çevrelerinin de iktidarın denetim mekanizmalarından kaçamayacağını göstermektedir. Devlet, yalnızca hukuku değil, aynı zamanda ekonomik araçları da kullanarak sermaye üzerinde belirleyici bir güç haline gelmiştir.
Bu gelişmeler, Türkiye’de ekonomik ve siyasal alanın giderek iç içe geçtiğini ve bağımsız sermaye yapılarının bile artık özgür bir şekilde hareket edemediğini göstermektedir. Hukukun bir denetim aracı olarak kullanılması, yalnızca sermaye gruplarının değil, tüm toplumsal kesimlerin ifade özgürlüğünü ve ekonomik faaliyetlerini tehdit eden bir unsur haline gelmiştir.
Sonuç olarak, TÜSİAD yöneticilerine yönelik bu müdahale, Türkiye’de siyasal otoritenin sermaye üzerindeki kontrol mekanizmalarını daha da güçlendirdiğini ve yargının bağımsız bir hukuk kurumu olmaktan çıkıp, bir siyasal tahakküm aracı haline geldiğini göstermektedir. Bu sürecin, Türkiye’de yalnızca sermaye sahipleri açısından değil, tüm toplumsal kesimler için ekonomik ve siyasal özgürlükler üzerinde daha büyük bir baskıya yol açacağı açıktır.