Bursa’nın Karacabey ilçesinde çiftçilik yapan Sinan Çiftçi, ürünlerinin tarlada kaldığını ve çiftçilerin yaşadığı ekonomik zorlukları dile getirdiği bir röportajda, “Bugün çiftçinin anası ağlıyor” dediği için mahkemelik oldu. Çiftçi hakkında “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla 4 yıl 8 aya kadar hapis cezası talep edildi.
Bu olay, Türkiye’de hukukun giderek toplumu susturma aracı haline getirildiğinin bir göstergesi olarak yorumlanıyor. Geçim sıkıntısını anlatan bir çiftçinin, iktidara yönelik en ufak eleştirisinde bile yargının devreye girmesi, hukukun sadece belirli kesimlerin çıkarlarını koruyan bir mekanizmaya dönüştüğünü gözler önüne seriyor.
Hukuk, Eleştiriyi Susturma Aracı mı?
Karacabey Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, Sinan Çiftçi’nin “Cumhurbaşkanının onur, şeref ve saygınlığını rencide edici” ifadeler kullandığı iddia edildi. Çiftçi’ye yöneltilen suçlama ise açık: Cumhurbaşkanına hakaret. Eğer mahkeme iddianameyi kabul ederse, yalnızca yaşadığı sıkıntıları dile getiren bir çiftçi yıllarca hapis tehdidiyle karşı karşıya kalacak.
Ancak bu dava, münferit bir olay olmaktan öte, hukukun nasıl işlediğine dair çok daha büyük bir resmin parçası. Son yıllarda muhalif siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler ve hatta hayatın içinden sıradan vatandaşlar, en ufak bir eleştiride bile yargı tehdidiyle karşı karşıya kalıyor. Hukukun, halkın sorunlarını dile getirenleri cezalandırmak için kullanılması, ülkede ifade özgürlüğünün geldiği noktayı gözler önüne seriyor.
“Benim Suçum Ne?”
Dava sürecine dair konuşan Sinan Çiftçi, yaşananları trajikomik olarak değerlendirdi:
“Çiftçinin, üreticinin alın terinin hakkını savunmanın suç olduğu şaka gibi bir dönemde yaşıyoruz. Siyasi parti liderleri, gazeteciler içeride. Kim konuşuyorsa, kim eleştiriyorsa içeride. Benim suçum ne? Yazın 40 derece sıcakta tarlada çalışıp, gözü gibi bakıp büyüttüğü domatesi, karpuzu tarlada kalan ve bir dönümde en az 20 bin lira zarar eden çiftçinin hakkını savunmak.”
Bu sözler, aslında çok daha büyük bir gerçeği ortaya koyuyor. Türkiye’de artık yalnızca siyasi figürler veya gazeteciler değil, hayatın her kesiminden insanlar da susturulmaya çalışılıyor. Emekçinin, üreticinin, çiftçinin derdini anlatması bile mahkemelik bir mesele haline geliyor.
Sorunları Çözmek Yerine Susturmak
Bir ülkede çiftçiler, emekçiler ve işçiler seslerini duyuramaz hale gelmişse, bu sadece bir ifade özgürlüğü sorunu değil, aynı zamanda büyük bir yönetim krizidir. Tarımsal üretimden koparılan, alın terinin karşılığını alamayan çiftçilerin ekonomik sorunları çözülmek yerine mahkeme salonlarına taşınıyor.
Hukukun temel amacı, toplumsal düzeni ve adaleti sağlamak olmalıdır. Ancak mevcut tablo, hukukun artık toplumu baskı altına almak için kullanılan bir enstrümana dönüştüğünü gösteriyor. Sorunları çözmek yerine susturma politikaları uygulamak, yalnızca mevcut sorunları daha da derinleştirecektir.
Sinan Çiftçi’nin davası, sadece onun değil, ülke genelinde sesini yükseltmeye çalışan herkesin meselesidir. Bu dava, hukuk sisteminin nasıl kullanıldığını ve iktidarın eleştiriden ne kadar korktuğunu gösteren en güncel örneklerden biridir.