Tek Bir Kişi Bütünü Etkilemeye Yeter

“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.” bu sözler İtalyan filozof, rahip, gökbilimci ve Rönesans felsefesine yön veren filozofların en önemlilerinden birine aittir. Bir gün yolunuz Roma’ya düşer de Piazza Novano’dan güneye kıvrılırsanız kafeler ve çiçek dükkanlarının çevrelediği bir meydana çıkarsınız; bu meydanın adı Compo dei Fiori yani ‘çiçek alanı’ dır. Bu alanın tam ortasında dimdik duran bir insan heykeli görürsünüz; bu bronz heykel, bu sözleri söyleyen filozofa; 1600 yılının 17 Şubat günü Engizisyonun insanlık dışı yargılamaları sürecinde ilkelerinden ödün vermediği için din sapkını ve Hıristiyan karşıtı olarak odun ateşinde diri diri yakılarak öldürülen Giordano Bruno’ya aittir. Giordano’nun heykeli alanın ortasında öyle ihtişamlı ve dimdik durur ki, istemeden gözlerinizden yaşlar boşanır. Tek bir kişinin cesur ve kararlı duruşu insanlığa yön vermiştir; elinizde olmadan sessiz bir saygıyla ürperir içiniz. Eski bir tarikat üyesi olan Giordano, tanrıbilimini derinlemesine incelemiş, eski ve yeni filozofları okuyarak kendisini geliştirmiş ve Kopernik sistemiyle tanışmasıyla birlikte de Hıristiyan inancıyla olan bütün bağlarını koparmıştır. Bu yüzden hiçbir yerde barınamamış, sürekli yer değiştirmiştir.

Bruno şöyle der, “Sonsuz sayıda güneş bulunmaktadır; yedi gezegenin bizim güneşimiz etrafında döndüğü gibi, bunların etrafında da dönen gezegenleri vardır. Bu dünyalarda yaşayan varlıklar bulunmaktadır.” Kilise öğretisinin kuramına ters düşen güneş merkezli sistemi büyük bir coşkuyla savunur; bu da Kilisenin öfkesini çeker. Bruno’nun benimsediği ilke evrenin sonsuzluğu ve birliğidir. Bu görüşe göre, Ortaçağ felsefesinde baz alınan yerle gök ayrılığını ret eder; Tanrı’nın ve evrenin birbirinden ayrı iki felsefe olmadığını, aynı gerçekliğin farklı ve sonsuz iki görünümü olduğunu savunur. Giordano, insanın yaradılış yazgısını tekrar gözden geçirmesi gerektiğini söyler. Kiliseye göreyse yaradılış Adem’le başlar ve kıyametle sona erecektir; bu kabul edilir bir şey değildir.

Ünlü filozof Baruch Spinoza (Bento) da, Bruno gibi, yaşamının ilk döneminde Yahudi öğretisiyle yetiştirilmiş ancak daha sonra incelediği filozofların ve doğa felsefesi üzerine yaptığı araştırmaların etkisiyle Yahudi inançlarının dışına çıkmış ve bundan rahatsız olan hahamlar tarafından hiçbir akrabası yanına yaklaştırılmayacak şekilde Yahudilikten afaroz etmiştir. Yaşamının bundan sonraki kısmını tek başına, bütün akrabalarından ve arkadaşlarından tecrit edilmiş olarak yaşamıştır. Spinoza’nın sistemi de Bruno’nun inancı gibi pantheizm’dir. O da her yerde Tanrı’yı bulur ve Tanrı tüm var olanların olabilirliğini kendinde barındıran özdür. Spinoza şöyle der, “İyi ve Kötü ya da Günah yalnızca düşünme tarzlarıdır, onlar kesinlikle şeylere ya da varoluşa sahip olanlara karşılık değildir. Ethica adlı eserinin dördüncü bölümünde, ”Ben iyiden, bize yararlı olduğuna inandığım şeyi anlayacağım.” diye yazar. Spinoza, kendisinden sonra gelen Goethe, Hegel gibi büyük filozoflara ışık tutmuş, onları düşünce biçimlerinde yönlendirmiştir. Demek ki, geleneksel kurumlar toplumu yönetmek ve köleleştirmek uğruna bireylere sonuna kadar baskı yapsalar da, sonuçta tek bir kişi bütünü etkilemeye yeter

Değişim epey cesaret ister; başarı, para, ün, itibar için planlanmış bir geleceği elinin tersiyle reddetmek ve insanlık için tarihi bir şey yapmak cesaret ister; insanın kendisini gerçekleştirmesi cesaret ister. Sosyal medyadan bir arkadaşım paylaşımlarımdan etkilendiğini söyleyerek gönderdiği bir yazıda şöyle yazmış, “Birileri için değil, ne yaparsanız yapın doğru bulduğunuzu, güzel, iyi olduğuna inandığınızı ve size yakışanı, mutlu edeni yapın… Bunu yaptığınızda başkaları bundan, kendileri için gerektiği kadar yararı, güzelliği, iyiliği, sevinci, mutluluğu bulup alacaklardır…”

Müge BULUÇ