Taliban’ın Afganistan’da egemenliği yeniden ele geçirmesi Türkiye iç ve dış siyasetiyle hızlıca eklemlendi. Taliban henüz Kabil kapılarına dayanmamışken de Afganistan’ın gölgesi toplumsal ve politik gündem üzerine göçmen akını suretinde yansımıştı. Ancak, Afganistan’da iktidarın el değiştirmesinin yol açtığı süreçler Türkiye ve Kürdistan gündemlerine ilk bakışta varsayılanlardan çok daha karmaşık ve uzun vadeli sorunların yansıyacağına işaret ediyor.
İlk mesele, Kabil’deki yeni rejimin tanınıp tanınmayacağıyla ilgili. Taliban, Ekim 2001’de George W. Bush’un Başkanlığı döneminde Afganistan’ı işgal eden ABD askeri gücüyle Kabil’den çıkarılmıştı. Ancak “Kuzey İttifakı” ile iç savaşın henüz sürdüğü günlerde Taliban’ın ilan ettiği “İslam Emirliği” -üç ülke dışında- Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tanınmıyordu. BM Güvenlik Konseyi 20 Aralık 2001’de oybirliğiyle aldığı -önceki 1378 ve 1383 sayılı kararlarını teyit eden- 1386 sayılı kararla ABD işgalini BM şemsiyesi altına almış ve Kabil ve çevresinde Geçici Afgan Yönetimi’nin güvenliği için bir “Uluslararası Güvenlik Yardım Gücü” (ISAF) oluşturmuştu. Ankara da o zamandan bu yana bu çerçevede Afganistan’da silahlı güç bulunduruyordu. Bu BM operasyonu sonucunda Taliban dışındaki güçler arasında uzlaşma sağlandı ve 2004’te “Afganistan İslam Cumhuriyeti” kuruldu.
Ama tarihin cilvesine bakın ki, ABD Başkanı Joe Biden Afganistan’dan çekilirken ne “Afganistan İslam Cumhuriyeti”nin ne BM Güvenlik Konseyi’nin rızasına gerek gördü. Elinde Donald Trump’ın 2019’da Taliban’la imzaladığı kapı gibi “anlaşma” vardı: ABD, Taliban’ın Afganistan’da “terörist barındırmama” vaadine karşılık ülkeden askerlerini çekmeyi taahhüt ediyordu. Geri çekiliş sırasında ortaya çıkan katlanılmaz insani felaketler dolayısıyla ağır eleştirilere uğrayan Biden, kendisini, “anlaşmaya uymadığımız takdirde savaşmamız gerekirdi” diye savundu. Şöyle diyebildi düpedüz: “Onların yerine biz mi ölecektik, işimizi gördük gidiyoruz.”
20 yılın ardından elde var Taliban… ABD’nin halef-selef Başkanları, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Komiseri Josep Borrell, Pakistan Cumhurbaşkanı İmran Han “Bremen Mızıkacıları” gibi ayrı tellerden aynı türküyü çağırıyorlar: “Taliban, hiç yoktan iyidir.” Kambersiz düğün olmayacağından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da “mızıkacılar”a katılıp, Lavrov’a vokal yapıyor: “İşaretler olumlu.” İşaret dedikleri şu:“Her şey serbest, ama İslam şeriatı dairesinde.” Onlar bunun siyasal İslam’ın dilinde “dar’ül harp olanın malı, canı, haremi bize helal” demek olduğunu bilmezden gelseler de, Afganistan kadınları yüzsüzlüklerini yüzlerine çarpmakta gecikmediler. Cesur kadın hakları savunucusu Seraj Mahbuba, “Size seslendik, yardım istedik, talepler ilettik, her şeyi yaptık. Umurunuzda olmadı. Taleplerimizin içinden sadece işlerine geldiği gibi kararlar veren dünyanın erk sahibi erkekleri bizim çok büyük emek verdiğimiz bir şeyi yerle bir ettiler. Hepiniz iğrençsiniz,” diyerek süreci özetledi.
Bu süreçte kadınların özgürlüğü, Afganistan’daki muhtemel herhangi bir rejimin meşruiyetinin ve dolayısıyla uluslararası kabul edilebilirliğinin en sahici güncel ölçüsü olarak beliriyor. Bütün öteki özgürlüklerle dolaylı ve dolaysız bağları ve nüfusun tamamını doğrudan ve derinden ilgilendirmesinden ötürü kadınların özgürlüğü, Türkiye-Afganistan ilişkilerinde muhalefetin elindeki en belirleyici toplumsal-politik norm konumuna yükseliyor. Bu, muhalefete, Ankara’nın, ister Taliban isterse bir karma ya da başka bir kompozisyondaki hükümet olsun kadınların mevcut haklarını kısıtlamaya teşebbüs eden hiçbir Afgan hükümetini tanımaması için sesini şimdiden yükseltme imkanı sunuyor. Üstelik Hem ABD’de, hem Avrupa’da, hem Asya ve Afrika’da bu yönde oluşan yaygın duyarlılık, bu adımın, bu tutumun uluslararası kurumlara da yansıtılarak dünya çapında bir kampanyaya dönüştürülmesi için çok elverişli. Böylece Batılı “devlet adamları” ve politikacıların Taliban ile kadınlar, dolayısıyla bütün özgürlükler aleyhine bir anlaşmaya varmalarının önü kapatılabilir.
İkincisi, bu mesele –“kadınların özgürlüğü”- güncel bir Türkiye meselesi, bir iç meseledir de. Rejimi, insan hakları, demokrasi ve kadın hak ve özgürlükleri aynasında hesaba çekmek, AKP’nin “propaganda ve iletişim şeyleri”nin “İslamcılığın antiemperyalist zaferleri” palavralarıyla kafa karıştırmalarının önünü kesmek için de etkili bir kaldıraç olabilir.
İlerici Enternasyonal Danışma Kurulu üyeleri, Noam Chomsky ve Vijay Pirashad’ın Mayıs’ta ABD’den web yayını yapan alternet.org’a “ABD’nin Afganistan’dan ‘çekiliş’inin arkasındaki hakikat” başlığı altında yazdıkları gibi; “Afganistan yarım yüzyıldır, en azından mücahitlerin -Abdül Hak da dahil- Afganistan Demokratik Halk Partisi iktidarına (1978-92) karşı savaşsınlar diye peydahlanmalarından bu yana bir iç savaşın içinden geçiyor. Bu iç savaş, ABD’nin Afganistan’ın en muhafazakâr ve sağcı unsurlarına, sonradan El Kaide, Taliban ve diğer İslamcı hiziplerin bileşenleri olacak gruplara verdiği destekle daha da yoğunlaştı. ABD bu dönem boyunca bir kez olsun barışa giden bir yol önermedi; aksine her dönemeçte Kabil’de ortaya çıkacak sonucu denetlemek için elindeki muazzam kudreti kullanma arzusuyla yanıp tutuştu.
“Öyle görülüyor ki, ABD, [bugün de] Taliban’ın iktidara dönüşüne iki gerekçeyle yol veriyor: Birincisi kendisinin Kabil’de [şu ya da bu şekilde] varlık göstermeye devam etmesi, ikincisi, başlıca rakipleri Çin ve Rusya’nın orada hiçbir role sahip olmaması.”
Bu bağlamda ABD’nin Afganistan’dan geri çekilişinin Siyasal İslam’ın Türkiye ve Afganistan’da ilerleyişi için bir fırsata dönüşmesine izin vermemek; AKP ve Taliban’ın aynı küresel suç zincirinin halkaları olarak içeride ve dışarıda yol açtıkları insani krizlerdeki sorumluluklarını yüzlerine vurarak hitap alanlarını daraltmak: Bu, Türkiye ve Kürdistan’ın demokratik ve toplumsal muhalefet güçlerinin önündeki başlıca politik görevdir.
Kaynak: Yeni Yaşam
- En büyük kurtarma operasyonu: ‘Demokrasi’ - 9 Şubat 2023
- İnterregnum – Ertuğrul Kürkçü - 4 Şubat 2023
- İstanbul: ‘No pasaran!’ - 26 Aralık 2022