Hafızamızı tazelersek ABD 2004 yılında Irak Savaşı sırasında Ürdünlü radikal İslamcı Mus’ab ez-Zerkavi tarafından El-Kaide’ye bağlılığını ilan ederek “Tevhid ve Cihat” adında bir örgüt kurulmuştu. Bu örgüt IŞİD’in temelini oluşturmuştu. Irak ve Suriye’de geniş manevra imkânını bulduğu bir alanda “İslam Devleti”ni kurma amacına yönelik büyük finansal kaynaklarla kurulmuştu. “Dünyanın en güçlü ve en zengin” terör örgütü unvanını bu finansal kaynak sağlamıştı. Örgütün kısa adı IŞİD, DEAŞ, DAİŞ… Vb. olarak adlandırılmaktadır. Açılımı da “Irak ve Şam İslam Devleti” dir. Irak Savaşı’nın yoğun yaşandığı Ninova, Anbar, Diyala, Babil, Kerkük, Musul ve Selahaddin kentlerinde büyük etkinlik gösterdi. Belli bir süre önce devam eden Suriye İç Savaşı’nda da Humus, Halep, Rakka bölgelerinde, Libya’da ise Bingazi ve Sirte illerinde varlığını sürdürdü. Irak’ın 468.000 nüfuslu büyük ili olan “Bakuba”yı başkent olarak ilan etmişti. Irak ve Şam İslam Devleti’ndeki amaç, Şam ili olarak algılanmasın. Bu deyim Sultan Abdulhamid dönemindeki Irak – Şam denilen geniş coğrafyanın adıdır.
IŞİD’in amacı neydi, diye sorarsak salt bir amacı yoktu. Birçok ideolojiyi bir araya getiren bir yapıyla kurulmuştu. Bunlar arasında en önemlileri, Pan-İslamcılık, Hilafetçilik, İslamcılık, Cihatçı Selefilik, Vehhabilik, Anti-Siyanizm ve Antisemitizm (Yahudi karşıtlığı ya da Yahudi düşmanlığı) olarak sıralanabilir.
Genel lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’dir (Irak Felluce’de bir cami imamı). Bu kişinin öldürüldüğü Rusya tarafından her ne kadar bildirildiyse bile ABD tarafından öldürüldüğüne ilişkin net bir açıklama yapılmadı. Bu konuda kesin bir bilgi sahibi değiliz. Örgütün Irak’taki lideri Ebu Fatıma el-Ceheyşi, Suriye’deki Ebu Ali el Anbari (Irak’taki karargâh bombardımanında öldürüldüğü Irak Dışişleri Bakanı tarafından açıklandı), Libya’daki Abubekir en Necdi, Askeri Lideri Musul nüfusuna kayıtlı Ebu Salih El Ubeydi (29 Eylül 2016 tarihinde Ninova’da öldürüldüğü açıklandı), Şura Meclisi Başkanı Abu Erkan el-Ameri, Suriye’deki askeri lideri Gürcü asıllı Ebu Ömer eş-Şaşani, Savaş Bakanı Tacikistan asıllı Gulmurad Halimov, Enformasyon Bakanı Vail Adil Hasan Selman el Fayad’dır (17 Eylül 2016 tarihinde öldürüldü).
Askeri gücüne gelince; Kürt kaynakları 2014 iddiasına göre 200.000; cihatçıların iddiasına göre de 100.000; CIA’nın tahminine göre 31.000; ABD’li yetkililere göre 20.000; Irak ve Suriye dışında da 58.000 kişi olarak tahmin edilmiştir. Suriye’nin güneyinde faaliyet gösteren cihatçı Selefi silahlı örgütü olan Halid bin Velid Ordusu, bu örgütün müttefikidir. Bu örgütün karşıtları da Irak, Suriye ve Lübnan hükümetleri, Kürdistan Özerk Yönetimi, Suriye Kürdistanı, Suriye Muhalefeti, Şam Fetih Cephesi ve Hizbullah’tır. Uluslararası gözlemcilere göre, IŞİD’e direkt yardım yapan ülkeler Suudi Arabistan, Türkiye, Katar devletleri olarak tespit edilmiştir. Dolaylı yardımda bulunan ülkeler de ABD ve İsrail’dir.
Irak – Şam İslam Devleti’nde bahsedilen coğrafya, Büyük Britanya büyüklüğünde bir alanı kapsamaktadır. Bu rüya, hiç şüphesiz IŞİD’in kendi ideali olan bir devlettir. Öte yandan IŞİD, bölgede ya bazı devletleri kullandığını sanmakta, ya da kullanıldığını sanmaktadır. Hiç şüphesiz ki bu son olup bitenlerden sonra kullanıldığına dair bir muhasebe yapması en doğru olanıdır. Bazı devlet sözcülerine göre IŞİD “öfkeli Sünni gençler hareketi” (Ahmet Davutoğlu başbakanlığı sırasında sarf ettiği sözler), bazılarına göre “dini temelde devlet kurmak isteyen bir topluluk”, bazı gözlemcilere göre “ABD ve müttefikleri tarafından oluşturulmuş taşeron bir örgüt”, bazılarına göre “Vehhabî/Selefi çizgide bir örgüt”, bazı görüşe göre “Afganistan, Çeçenistan ve Bosna-Hersek savaşlarının oluşturduğu cihatçı Selefi örgüt”, bazılarına göre Ortadoğu’da Büyük Kürdistan projesinin bir parçası” olarak tanımlanmıştır. Kısacası “İŞİD, ABD tarafından Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek amacıyla kurduğu bir [radikal] terör örgütüdür” diyebiliriz. Çünkü bir gerçek vardır ki bu örgüt, BBC’nin görüntülerine göre, son günlerde ABD tarafından silah ve mühimmatları ile birlikte TIR, otobüs ve kamyon gibi araçlarla Rakka’dan alınıp, Suriye’nin bilinmeyen bir yerine veya Deyrizor’a (Sünni Arap, Kürt, Emmeni ve Süryanilerin yaşadığı kent) Amerikan üssü yakınlarına taşınmıştır (bu konuya ayrıca değineceğim). Bunda da anlaşılıyor ki ABD’nin amacı, IŞİD’i yok etmek için değil, IŞİD’e sınır çizmek ve başka bir yerde başka bir operasyon yaptırmak içindir. ABD, henüz kendi amacına ulaşmış değil. Bu örgüt, öyle anlaşılıyor ki, ABD, nihai hedefe vardıktan sonra ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Düşünün ki ABD, düz bir coğrafyada Irak Ordusu’na karşı düzenlediği stratejik hava bombardımanları ile yok edebiliyor, ama IŞİD’i yok etmiyor. Bundan da anlaşılıyor ki IŞİD, ABD ve müttefiklerinin elinde bir kukla, bir oyuncak gibi kullanılıyor. ABD ve müttefiklerine yönelik saldırı kim bilir belki de bir düzmece olduğu kanısını uyandırıyor. Ayrıca PYD ve IŞİD arasında başından beri yaşanmakta olan kirli ve düzmece bir oyun olduğu, bu tahliye olayı ile yeni bir algı yaratmıştır. Bugüne kadar Esad-IŞİD ve PYD arasında kendi güçleriyle orantılı gerçek bir çatışma yaşanmadı. Bu nedenledir ki IŞİD ve diğer muhalifler Esad rejimiyle karşı karşıya gelmedi. IŞİD’in bir İslam yapılanması olduğu iddiaları da tamamıyla yersiz ve muallakta kalan bir iddiadır. Çünkü yaptığı tüm eylemler hem İslam’ın gerektirdiği koşullara ve hem de idealinde bir devletin ideolojisine aykırıdır. IŞİD, büyük finans kaynakları ve elindeki modern silahlarla önce El-Kaide’yi yok etti ya da kendisine tabi kılarak bu eylemlere başladı. Esas mücadelesi de Esad’a karşı değil, onun muhalifleriyle ve özellikle ÖSO’ya ve YPG’ye karşı gerçekleşti. Yaptığı cinayetleri de göstere göstere sergiledi. Kafa kesmeler, çocukların ırzına geçme, Kürt ve Ezidi kadınları pazarlarda satma girişimi ile kendisinin “iblis-mel’un” yüzünü gösterdi. Sanıldığı gibi IŞİD bir İslam devleti kurma peşinde değildir. Her yönüyle ABD ve müttefiklerinin bir projesi olduğunu eylemleriyle kanıtladı. 5 yıldan beri devam eden ve 500.000 insanın vahşice ölümüne 10.000.000 insanın tehcirine yol açan bu coğrafyada IŞİD’in özünde Esad ile ittifak halinde olduğu izlenimini bırakıyordu. Bundan alınması gereken dersin de özünde harcanan örgüt, öte yandan Türkiye’nin, kendi topraklarında eğittiği, silah ve donanım ile ilaç malzemesini sağladığı ÖSO’dur. Türkiye, yeni bunun farkına vardı ve bugünlerde avazı çıktığı kadarıyla bağırıyor, ancak onu takan yok.
ABD’nin açığa çıkan en büyük tezgâhı da Esad ve koalisyon güçlerinin kontrolünde PYD’ye alan açmak olmuştur. Çünkü ABD’nin gözünde kahramanlaştırılmış PYD’ye her türlü destek sağlanmaktadır. PYD’nin girmesi gereken alana, önce IŞİD, hiçbir gereği ve mantığı yokken saldırarak ele geçiriyor ve bayrağını dikiyor. Ardından hava destekli PYD güçleri giriyor ve bertaraf ediyor. Olan aslında her iki gücün fazla zayiat kaybetmesi değil, sivillerin bunda büyük zarar görmesidir. Bu da şunu gösteriyor ki Türkiye, kendisi için bir tehdit diye algıladığı PYD’nin, ABD tarafından IŞİD’in devreye sokulmasıyla meşrulaştırmak amacına yöneliktir. Rusya’nın PYD’yi desteklemesi ve 4.000 civarında YPG kıyafetini giymiş ABD ordusu mensubu komandoların birlikte eylemleri bunu gösteriyor. Kısacası PYD, herkes için büyük tehdit oluşturan IŞİD’e karşı desteklenmesi, onun meşrulaştırılmasından öteye de gitmiyor. Son 300 IŞİD militanının silahlarıyla ve mühimmatı ile Rakka’dan taşınmasında PYD’nin müsaadesi alınarak gerçekleştirilmiştir. Diğer bir deyişle IŞİD’in muhaliflerden almış olduğu toprağı, PYD’ye terk etmesi, bu oyunun bir parçası olduğunu kanıtlıyor.
İsrail’in şimdilik seyirci kalması da onun ABD için bir kale ve ileri bir üs olduğu stratejisinde herhangi bir değişikliğe gitse bile bu önemin korunduğu, İsrail’in Ortadoğu’da bir kale olduğu, körfez coğrafyasında ABD için bir giriş kapısı olduğu kesindir. ABD bölgedeki esas amacının Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında büyük öneme sahip enerji kaynaklarını ele geçirmek, kontrolleri altında tutmak ve güvenli bir şekilde Batı’ya nakletmektir. Bu amaçla da önce 11 Eylül saldırılarını bahane ederek 2001 yılında önce Afganistan’ı, 2003 tarihinde de Irak’ı fiilen işgal etmiştir. En büyük endişesi de enerjinin güvenli yollardan Batı’ya nakledilmesi sorunudur. Nakil yolları üzerinde bulunan ve henüz ulus-devlet kimliğini yitirmemiş Türkiye gibi ülkeler, ABD çıkarlarını her an sekteye uğratabilir ve enerji güvenliğini tehlikeye sokabilir. Bu nedenle de Türkiye’ye fazla güvenmemektedir. ABD, özellikle bunu düşündüğü için de enerji coğrafyasında yer alan ülkelerin sınırlarını değiştirmek, ülke devletlerini parçalamak ve küçük tetikçi devletler haline dönüştürmektir. ABD’nin bölge ülkelerini parçalamak niyeti bilinmiyor değil. Türkiye, belki de bu tehdidin farkındadır ama devlet başkanlığına soyulmuş bir zatın kendi zaaflarını ön plana çıkması, bu tehdidi görmezlikten gelmesine neden olmuştur. İktidar heveslisi bir partiyi de yanına alarak sadece bölgedeki bataklığın kurutulması değil, sivrisinekleri öldürme yoluna düşmüştür. İsrailli Oded Yinon “çevremizdeki Arap devletlerinin küçük parçalara bölerek İsrail’in bölgesel gücünü tesis etmeliyiz” diyerek bugünkü Siyonizm’in hedeflerini çizmiştir. Bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgiyi ayrıca paylaşmayı düşünüyorum. Bu nedenle ABD’nin bu amaçla oynadığı siyasetin temelinde İsrail’in bu planı yatmaktadır. Bu arada Bölge ülkelerini doğrudan ilgilendiren ve içinde Türkiye’nin de bulunduğu ABD’ye bağımlı, onun tetikçiliğini yapacak “Kürdistan” devletinin kurulması ile ilgili planı, Türkiye ve İran’ın olası bir engellemesine karşı, devreye sokulacağı Ortadoğu gözlemcileri tarafından dile getirilmiştir.
Suudilerin Lübnan politikasına gelince, Suudilerin öteden beri ABD ile birlikte, bir müttefiki gibi hareket etmesi, IŞİD’e silah ve mühimmat sevkiyatı ve parasal yardımı yaptığını bilmeyen yoktur. Suudilerin damadı Saad el Hariri, Lübnan’ın başbakanıydı. İktidarın diğer ortağı da İran’ın öteden beri desteklediği Hizbullah idi. Lübnan’daki Hizbullah’ın biraz sol eğilimli olduğunu da biliyoruz. Hariri Hizbullah örgütü ile birlikte Suriye devlet başkanı Esad’a biraz daha yakınlığı ile biliniyordu. IŞİD’e karşıydı. Ancak Suudilerin politikası tam bunun tersiydi. Hem IŞİD’i destekliyor ve hem de Esad’a karşı halk deyimiyle hasmane bir politika güdüyordu. Yani ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük tetikçisiydi. Geçenlerde Suudiler kendi aralarında bir darbe yaptılar. Haziran 2017’de Kral Salman, oğlunu Birinci Veliaht Prens olarak atamıştı. Gözlemciler bu olayı “saray içinde darbe” diye nitelemişti. Kasım 2017’de “Ilımlı İslam’a geçiyoruz,” diyen veliaht prens Salman bin Abdulaziz “yolsuzlukla mücadele” gerekçesi ile aralarında kardeşleri, yeğenleri ve kuzenlerinin bulunduğu 11 prens, 4 bakan ve çok sayıda eski bakan ve bürokratı yolsuzluk gerekçesiyle tutuklatmıştı. Bu arada enişteleri Saad El Hariri’yi apar topar Suudi Arabistan’a çağırarak, istifa dilekçesi ve bütün mal varlığından feragat ettiğine dair belgeler imzalatıldı. Kraliyet kararnamesi gereğince kurulduğu ilan edilen Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu, tutuklama, malvarlığına el koyma ve gerekli diğer işlemleri yapmak ile yetkilendirilmiş, başkanlığına da Kral Selman’ın oğlu Veliaht Prens Muhammed bin Selman getirildi.
Hiç şüphesiz ki tüm bu olup bitenler ABD’nin Ortadoğu’daki tetikçisi Suudi Arabistan’ın BOP projesinde yer alan ılımlı İslam’a geçiş ve ABD’nin ikiyüzlü politikasının sadece bir ayağını oluşturmaktadır.
Türkiye’nin BOP kapsamında sahnede aldığı rol, başlı başına ayrıntılı bir konu olduğu için ayrı bir bölümde incelenecektir.
- Irkçılık - 31 Aralık 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (3) - 26 Kasım 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (2) - 12 Kasım 2022