Åžerife Bacı’nın İkbal Kamyonu ve Mavi Otobüs
Beyni yıkanmışların kahramanlık – vatan – millet – sakarya naralarının ve insanın kalbini mengene gibi sıkıştıran gece yarısı selalarının altında ezildiÄŸimiz bir 15 Temmuz daha geçti üzerimizden.
O 15 Temmuz ki sadece 251 kişinin canına mal olmuş gibi gözükmekle birlikte, aslında on binlerce insanın hayatını ve düşlerini 9 şiddetinde deprem gibi paramparça etti. On binlerce insan için, o günden sonra yaşam dipsiz bir sefalet, keder ve umutsuzluk girdabına dönüştü. Durumları ölmekten beter oldu.
O gecenin aslında kimlerin tepişmesi olduğunu tartışmayacağım. Zira, aklıselim insanlar neler döndüğünü çok iyi biliyor.
Ben sonrasını konuÅŸacağım; çok az sol muhalifin dillendirdiklerini yani…
Bugün harbiyeli öğrencilerin hazırladığı “Mavi Otobüs” belgeselini izledim. Belgesel, komutanlarının emriyle otobüslere doldurularak kışladan çıkarıldıktan sonra halkın önüne “darbeci” diye atılmak suretiyle linç ettirilen, ikisi vahÅŸice katledilen, yüzlercesi tutuklanan, sürgüne gitmek zorunda kalan askerî öğrencilerin gözünden “o geceyi” anlatıyor.
Videonun altındaki rakama baktım; yayınlanalı üç gün olduÄŸu halde, hepi topu 616 bin kiÅŸi izlemiÅŸ. “Sessiz İstila” isimli mülteci düşmanlığı yapan ırkçı faÅŸist kısa filmin izlenme sayısının bir günde 4 milyona ulaÅŸtığını hatırlayıp, ÅŸu anda da 5 milyon olduÄŸunu görünce acı acı gülümsemekten alamadım kendimi…
Yurdum insanının, gerçeÄŸe duyduÄŸu ihtiyaç bu kadardı iÅŸte…
Mutlaka sonuna kadar okumanızı önereceÄŸim sözlerime devam etmeden önce, benim savaÅŸ karşıtı bir yaÅŸam hakkı savunucusu olduÄŸumu ve din denilen olguyla da en ufak bir alâkam bulunmadığını hatırlatmak istiyorum ki herhangi bir yersiz ithama maruz kalmayayım. Bu yazım da her yazım gibi bir hak savunuculuÄŸu yazısı olacak; “askersevicilik” vs deÄŸil. Ben asker, polis ya da milis, bütün militer ya da paramiliter güçlerin “sistem bekçisi” olduÄŸunu düşünen antimilitarist bir hak savunucusu olarak, hakiki bir hak savunucusunun düşmanının maruz kaldığı hak ihlallerine dahi karşı çıkması gerektiÄŸine inandığım için bu yazıyı yazmayı, vicdanî bir aydın sorumluluÄŸu olarak görüyorum.
Keşke yurdumun, o karanlık gecenin kendilerine dokunan kötücül uzantılarının dışındaki hak ihlallerini neredeyse hiç konu etmeyen sözde sol muhalifleri de bu vicdanî sorumluluğu hissetselerdi. Keşke 15 Temmuz kaosunu müthiş bir fırsata dönüştüren iktidarın zalim elleriyle kamu kurumlarından temizlenen sol muhalif kadrolar, kendilerine karşı uygulanan vahşetle birlikte, -kendilerince haklı sebeplerle nefret etseler dahi- kurban askerlerin ve ailelerinin maruz kaldığı zulme de sahip çıkarak, ortak düşmana karşı bütünlüklü bir hukuk mücadelesine girişselerdi.
15 temmuz, bu bağlamda yurdumun her kesimden insanının tiynetini bütün çıplaklığıyla ortaya çıkaran müthiş bir turnusol kâğıdı olmuştur.
Bu halkın her devrin kullanışlı aparatları olan cahil muhafazakâr kesimi, o gece kendini bildi bileli taptığı “MehmetçiÄŸini” bir kalemde ÅŸeytanlaÅŸtırmış; asla suçlu-suçsuz ayırma ihtiyacı duymadan topunu birden “darbeci” ilan ederek, yüz yıl önce Ermenilere, Rumlara, on yıllardır Kürtlere, Alevilere yaptığı insan kıyımlarından birine daha giriÅŸmiÅŸ; çoÄŸu sözde sol muhalif kesimler ise, askere olan kinlerinden ötürü bu kıyıma sessiz kalmışlardır.
Ben ki askere ve polise en ufak bir sempati duymam; “Mavi Otobüs”teki çocukların anlattıklarını izlerken, gözlerimden yaÅŸlar süzülmesine engel olamadım.
O gün sayısız farklı emirle ve sebeple dışarıda bulunan bütün ordu mensuplarına -bugün olmuÅŸ hâlâ- nefret kusan hiç kimse, “darbe” gibi son derece gizlilik isteyen bir kalkışmanın gariban erler, 18 yaşındaki harp okulu öğrencileri hatta pek çok üst rütbeli subay tarafından bilinmesinin mümkün olmayacağı gerçeÄŸinden yola çıkarak deÄŸerlendirmiyor olayları…
Bugün olmuÅŸ, o kudurmuÅŸ ağızlardan hiçbiri adalet ihtiyacı duymuyor. Hiçbirinin, o gece sabahın 04’ünde alelacele yıkanarak bütün delillerin yok edildiÄŸi köprüde ve hiçbirinde gerekli kriminal incelemelerin yapılmadığı diÄŸer olay yerlerinde kim vurduya giden 251 kiÅŸi ile birlikte koyun boÄŸazlar gibi gırtlağı kesilen erlere, harp okulu öğrencilerine ve onların acılı annelerine içi yanmıyor.
Üzerinden altı yıl geçmiş, olayın hezeyanı yatışmış, pek çok sis perdesi aralanmış, bu sefil kaostan kimlerin kâr ettiği ayan beyan ortaya çıkmış olduğu halde, aynı gözü dönmüşlükle nefret çığlıkları atmaya devam ediyor milyonlar!..
Düne kadar yere göğe koymadan taptıkları Mehmetçiklerine karşı atıyorlar o vahÅŸi çığlıkları…
İstiyorlar ki o süreçte apar topar hapse tıkılan binlerce insanın suçlusu suçsuzu asla birbirinden ayrılmasın; kurunun yanında yaş da çatır çatır yansın; hepsi, hiçbir ispat, delil, şahit dikkate alınmaksızın yargısız infaz edilsin; hiçbiri bir daha gün yüzü görmesin, hatta mümkünse hepsi yargılanmadan kurşuna dizilsin.
Evet bunu istiyorlar! Bunu, Nedim Şener gibi tetikçi trollerinin ağzından açıkça söylüyorlar!..
Kim tahliye edilse, arkasından linç ve idam çığlıkları atıyor; kırk yılda bir âdil beraat kararları veren mahkeme heyetlerinin üzerinde tahakküm kuruyor, hatta bazen kararlarını değiştirtiyorlar.
Yargısız infazcılık kavramının tanımını, görülmemiş bir hakikat ve adalet düşmanlığıyla, kanla, kinle ve nefretle yeniden yazıyorlar!
Ve işledikleri bu insanlık suçlarından en ufak bir vicdan azabı duymuyorlar!
Bu korkunç tablo karşısında bir kez daha anlıyoruz ki MehmetçiÄŸine bunu yapan bir halk Ermeni’ye, Rum’a, senelerdir kendisine en büyük düşmanıymış gibi lanse edilen Kürd’e ne yapmaz…
Bir kez daha anlıyoruz ki normal koşullarda iyi, mazlum, gariban insan taklidi yapan bu organizmaların içinden bir canavarın çıkması, sadece küçük bir kıvılcıma bakıyor.
Tıpkı 6-7 Eylül Pogromu’nda, Madımak Oteli Katliamı’nda ve daha nicelerinde olduÄŸu gibi…
Mavi Otobüs’ü izlerken, 15 Temmuz’un sözde “kahramanı” Åžerife Bacı’nın kamyonu geldi aklıma…
Hani ÅŸu, kendi kullandığı kamyonla Türk bayraklı insanlar taşıdığı fotoÄŸrafının kamuoyunda yarattığı sansasyonu hayatının fırsatı bilip; o görüntünün üzerinden müthiÅŸ kazanımlar elde eden, “Åžerife Boz” isimli türbanlı bacı…
Hatırlanacağı üzere, Åžerife Bacı’mız o süreçte önce post modern “Nene Hatun” lakabı takılarak “15 Temmuz Kahramanı” ilan edilmiÅŸ; sayısız etkinliÄŸe “kahraman” sıfatıyla konuÅŸmacı olarak çaÄŸrılmış; ardından kendisine gazi maaşı baÄŸlanmış; o maaşı çatır çatır yerken, üste bir de fotoÄŸraftaki meÅŸhur kamyonunu, deÄŸerinin çok üzerinde bir fiyata satmıştı. Karşısındaki ajitate olmuÅŸ kitleyi istismar etmelere doyamayan bacımız bununla da kalmamış, sonunda “büyük bir halk kahramanı” olduÄŸuna kendisi de inanarak, AKP’den milletvekili aday adayı olmak için baÅŸvuruda bulunmuÅŸtu. Öyle ki baÅŸvuru formunda yer alan “meslek” bölümüne, “15 Temmuz Kahramanı” yazacak derecede havaya girmiÅŸti. Ne var ki iki yılın sonunda iÅŸi bu raddeye vardırıp o gece öldürülenlerin aileleri tarafından da istismarla suçlanınca, fotoÄŸrafı çeken foto muhabirinin, söz konusu fotoÄŸrafı 16 Temmuz’da çektiÄŸini kamuoyuna açıklamasıyla foyası ortaya çıkmıştı.
Keşke, sürece dair bütün foyalar böyle ifşa olsaydı da dolandırıcılardan kahraman, madalyalık kahramanlardan vatan haini yaratan bu korkunç danışıklı dövüşün acıları, bu raddelere varmasaydı.
KeÅŸke Åžerife Bacı’nın istismar kamyonuna gözü kapalı atlayan ÅŸuursuz milyonlar, “Mavi Otobüsü” de izleyip; o gece nelerin döndüğüne dair en ufak bir bilgileri olmadan emir komuta zinciriyle ateÅŸin içine gönderilmeleri yüzünden altı senedir hapiste tutulan binlerce rütbeli-rütbesiz ordu mensubunun ve ailelerinin çektiÄŸi acılardaki korkunç paylarıyla yüzleÅŸselerdi.
O kurbanlardan birini, o gece hiçbir şeyden haberi olmaksızın -tatbikat bahanesiyle- valiliğe gönderilen taburun komutanı Yarbay Recep Karaçam ile ailesini çok yakından tanıyan ve dava dosyasında bizzat emeği bulunan bir insan olmam vesilesiyle ben o acıları çok iyi biliyorum. O Recep Karaçam ki o gece bir kişinin burnunun dahi kanamadığı tek olay yeri olan valilikte aslında madalya ile onurlandırılmayı hak eden bir tavır sergilemesine rağmen, altı senedir cezaevinde tutuluyor.
15 Temmuz akÅŸamı, başına o gün ilk kez gördüğü bir darbeci albay -sözde denetim subayı- verilerek taburuyla birlikte valiliÄŸe gönderilen Yarbay Recep Karaçam, ortalıkta bir ÅŸeyler döndüğünü anladığı anda müthiÅŸ bir askerî cesaret ve deha örneÄŸi sergileyerek, taburundaki bütün askerlerin silahlarındaki ÅŸarjörleri boÅŸalttırdığı; gerek garnizonundaki darbeci üstünden telefonla, gerekse o gece kendisinin başına konulan darbeci albaydan yüz yüze aldığı emirleri dinlemeyerek taburunu topladığı gibi garnizonuna geri dönüş yoluna çıktığı; bütün olay yerleri gibi orada da toplanmış bulunan gözü dönmüş kalabalığın olanca saldırganlığına ve provokasyonlarına raÄŸmen, kimsenin burnunun kanamamasını saÄŸlayarak olaÄŸanüstü bir kahramanlık destanı yazdığı ve bütün bu süreç, sayısız kamera kaydıyla ve asker-sivil ÅŸahitlerle ispatlı delilli olduÄŸu halde, ilk yargılanmasında “ağırlaÅŸtırılmış müebbet hapis” cezası almıştır.
Neyse ki masumiyeti ve kahramanlığı hiçbir ÅŸekilde üzeri örtülemeyecek somut kanıtlarla ortada olduÄŸu için, yargıtay aÅŸamasında, iddia makamı olan savcı dahi suçsuzluÄŸuna dair mütalaa vermek zorunda kalmış; bu safhada on gün önce, yani 5 Temmuz’da görülen son duruÅŸmasında da tutuksuz yargılanmasına karar verilerek tahliye edilmiÅŸtir.
Sonra ne olmuÅŸtur peki? Madalya takılması gerekirken hapse atıldığında 2 yaşında olan ve o günlerde “baba” diye aÄŸlayarak evdeki pantolonlarına sarılan 8 yaşındaki oÄŸluna ve benim 30 yıllık en yakın dostum olan eÅŸine kavuÅŸtuÄŸu gün, Nedim Åžener’in diline düşmüş; onun, ak trollerin ve malum gözü dönmüş kitlenin twitterda baÅŸlattıkları linç ve nefret kampanyası sonucunda, bir gün önce tahliyesine karar veren aynı mahkeme tarafından yeniden derdest edilerek Silivri’ye geri götürülmüştür.
Evet, Show tv’nin çektiÄŸi görüntülerde darbeci üstlerinin emirlerine karşı gelerek askerlerinin ÅŸarjörlerini çıkarttırdığı ve “bu bir tatbikat deÄŸilse geri döneceÄŸim” deyip, gerçekten de emrindeki bütün askerlerle birlikte oradan ayrıldığı kayıtlı olan; taburundaki bütün erlerin “bugün biz ve oradaki halk hayattaysak, komutanımız Recep Karaçam sayesindedir” diye ÅŸahitlik yaptığı; valilik gibi, darbeciler için müthiÅŸ stratejik olan bir yerdeki bütün oyunları bozarak tek bir kiÅŸinin bile burnunun kanamamasına saÄŸlayan ve HTS kayıtları da pırıl pırıl olan kahraman Yarbay Recep Karaçam, haksız yere ağırlaÅŸtırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılarak altı yıldır hapis tutulduÄŸu yetmezmiÅŸ gibi, sonunda Yargıtay’da adaletin tecelli edeceÄŸini zannederek ailesine kavuÅŸtuÄŸu gün tekrar cehennem ateÅŸlerine atılmıştır. Tabii sevgili eÅŸi, küçük oÄŸlu ve diÄŸer sevenleriyle birlikte…
Belki de tam da bu tutumu, yani kahramanlığı için cezalandırılıyordur kim bilir… OlaÄŸanüstü soÄŸukkanlılığı ve stratejik dehasıyla saniyeler içinde komutayı eline alarak provokasyona ve tek damla kana yol açmadan taburuyla birlikte valilikten ayrılması, kaostan en kârlı çıkanların oyunlarını bozduÄŸu içindir belki bunca eza… Öyle ya, biraz daha maÄŸduriyet hikâyesi fena mı olurdu birileri için?
En acısı da bu ülkenin yargısının, artık Nedim Åžener gibilerin oyuncağı olarak yerlerde süründüğünü görmemiz. Öyle ki Yarbay Recep Karaçam gibi suçsuzluÄŸu ve hatta kahramanlığı yüzde yüz kanıtlı olan bir insanı, altı yılın sonunda artık tahliye etmek zorunda kaldıkları gün; ak trollerin sosyal medya baskısı karşısında geri hapse gönderecek kadar haktan, hukuktan, adaletten, haysiyetten uzak bir kukladır artık yargı…
Nedim Åžener bilmiyor mu Recep Karaçam dosyasının içeriÄŸini? Bal gibi biliyor! Tıpkı Mavi Otobüs’ün gerçeÄŸini, o gencecik harbiyeli çocukların da tıpkı Recep Karaçam gibi suçsuz olduklarını çok iyi bildiÄŸi gibi… Ama bu memlekette iÅŸler hakikatle, hakla, hukukla, delille, adaletle deÄŸil, iktidarın damızlık seçmenleri olan gözü dönmüş cahil kitlenin kana susamışlığını doyurmakla yürüyor.
Kendini bu vatanın tek sahibi zanneden o ÅŸuursuz kitlenin önüne sürekli “vatan hainliÄŸi” iftirası ile yaftalanmış birtakım kurbanlar atmak gerekiyor ki boÅŸ beleÅŸ varlıklarını anlamlı hissederek, kendilerine hiç hak etmedikleri bu hissi yaÅŸatanlara daha sadık kapı kulları olsunlar. Sahipleri de bu sayede onlara kendilerini özel ve deÄŸerli hissettirerek oylarını almaya devam edip, mafyatik saltanatlarını sürdürebilsinler!
“Vatan haini” damgası vurulan kiÅŸi ya da kesimlerin kimliÄŸinin hiçbir önemi yok. Konjonktüre baÄŸlı olarak bir gün Ermeni olur, bir gün Kürt, Zerdüşt, berduÅŸ; baÅŸka bir gün, resmen “sürtük” denilen Gezi’ci… Yeter ki kervan yürüsün. Bu arada binlerce insan, kadın, çocuk acı çekmiÅŸ, sefalete düşmüş, kahrolmuÅŸ, mahvolmuÅŸ, intihar etmiÅŸ, en ufak bir önem taşımıyor.
Sonunda Mehmetçiğini şeytanlaştıracak derecede şeytanîleşme düzeyine varan yüz yıllık bir derin devlet zihniyetinden bahsediyorum size!..
Muhakkak ki ortada kesinlikle önceden istihbaratı alınarak müthiÅŸ bir nemalanmaya çevrilen bir darbe kalkışması ve bu kalkışmanın bir kadrosu vardı. Ne var ki tabiatı gereÄŸi asla herkesin bilmemesi gereken bir darbe kalkışması esnasında çok farklı emirlerle ve görevlerle sahada bulunan en küçüğünden en büyüğüne, erinden rütbelisine bütün askerî personele, bulundukları yere bilinçli olarak darbe yapmak için giden darbeciler gözüyle bakıp, hepsini hukuksuz, yargısız “vatan haini” ilan eden zihniyetin cellatlığından bahsediyorum!
O arbedede ellerine geçen gariban erlerin gırtlağını kesip, başında kurt iÅŸareti yapanların; o zavallılar için hiçbir ÅŸekilde hakikat araÅŸtırmasına ihtiyaç duymadan “hainler mezarlığı” tasarlayanların; o gün 15 yaşında olan harp okulu öğrencilerinin 18 yaşına gelmelerini bekleyip, zaten bütün düşlerini ve toplumsal itibarlarını kaybetmiÅŸ olan o sabilere 3 yıl sonra “darbeci” diye dava açanların korkunçluÄŸundan bahsediyorum!
Bu şeytanî senaryonun gönüllü figüranı ve maşası olduklarını asla fark etmeden o gün bugündür kahramanlık nutukları ve nefret çığlıkları atan; mevcut iktidarın önceden haberini aldığı darbe kalkışmasını kendi lehine çevirmek için gözünü kırpmadan işlediği bu insanlık suçlarını görmeyen, görseler bile gram umursamayan zombileşmiş cahiller kitlesinin şuursuzluğundan bahsediyorum!
Dillerine Allahı, peygamberi, dini, kitabı pelesenk etmelerine rağmen gram Allah korkusu taşımayan bu iktidarın ve şakşakçısı milyonların bunca haksızlık ve acı karşısındaki kan dondurucu vicdansızlığından bahsediyorum!
Mavi otobüste vurulan 18 yaşındaki çocuÄŸu, yarasına uzunca bir süre kasten müdahale edilmedikten sonra kendisine gösterildiÄŸinde sırtındaki kurÅŸunu dahi çıkarmadan -güya- tedavi eden doktorun canavarlığından bahsediyorum! Çocuk diyor ki, “Doktora sırtımda kurÅŸun olup olmadığını sordum, bana olmadığını söyledi. GerçeÄŸi, ancak cezaevinden çıktıktan sonra öğrendim. Artık ben de özellikle çıkarttırmıyorum. O kurÅŸun, beni sırtımdan vuranların yargılanma günü geldiÄŸinde balistik delil olacak.”
Evet; böyle söylüyor, 18 yaşında her manada sırtından vurulan gencecik harp okulu öğrencisi, Mavi Otobüs Belgeseli’nde…
Nedim Åžener twitterde “O Mavi Otobüs’ü sizin ..tünüze sokacağım!” diye tweet atıyor.
Bu ülkenin en üst mahkemelerinin yüksek hâkimleri, böyle bir figürün yarattığı kirli karanlık sosyal medya baskısı nedeniyle kendi kararlarını çiğneyerek korkunç hukuk cinayetleri işliyor; suçsuz askerleri, onların babasız büyüyen çocuklarını, gözü yaşlı eşlerini tekrar tekrar sırtından vuruyor.
Madalyalık Yarbay Recep Karaçam’ın annesi, o haksız yere hapse düştüğü süreçte kahrından öldü. Karaçam, annesinin cenazesine dahi gidemedi. İki yaşındaki meleklerden güzel oÄŸlu babasız büyüdü; eÅŸi dert sahibi oldu.
Bugün yüzlerce Recep Karaçam, haksız yere mahkûm edilmiÅŸ bir ÅŸekilde ömür tüketiyor cezaevinde!… Onlar içeride; bir yandan da vahÅŸice toplum dışı edilen, nereye gitseler nefretle karşılaÅŸan aileleri dışarıda keder büyütüyorlar!
Reva mıdır? Hak mıdır? Kur’anda böyle bir vahÅŸete cevaz veren hangi hüküm vardır? Bu telafisi mümkün olmayan acıların, kayıpların, ahların vebali kimin boynunadır?
Niye?
Birilerinin tamamen, cahil kitlelerinin vatan ve din hassasiyetleri üzerine inşa ettikleri ve ancak yalanla, kumpasla, talanla ayakta tutabildikleri kirli karanlık saltanatları sürebilsin diye!..
Onlar milyonların acısından, kanından ve gözyaşından süzdükleri saltanatlarının keyfini sürerken; yurdumun, kendilerinin dışındaki herkese vatan haini gözüyle bakan muhafazakâr damızlık seçmenleri de bu korkunç düzendeki suç ortaklıkları ile birlikte yoksullukları ve ÅŸuursuzlukları da büyüyerek, Åžerife Bacı’nın kamyonunda ikbal arıyorlar.
Adalet yok! Keşke ilahî adalet olsaydı!
- Bu Kadar Åžuursuzluk Akla Ziyan – Rabia Mine - 19 Ekim 2023
- At Gözlükleri Atlar İçindir - 18 Ekim 2023
- Yine Filler Tepişirken Çimenler Ezildi - 13 Ekim 2023