Gece gece Paris göğünün altında, Sezen Aksu şarkıları dinliyorum. Sezen Aksu şarkılarıyla büyüyen bir nesiliz biz. Hayallerimizi, sevinçlerimizi, hüzünlerimizi, hayal kırıklıklarımızı, isyanımızı, aşklarımızı, sevgilerimizi, dostluklarımızı Sezen Aksu şarkılarında harmanlamışız. Türkiye’nin minik serçesi Sezen, hangi yüreğe dokunmadan geçmiş ki…
Bugün okula giderken trende, üzerine kıyametler koparılan “Ne Şahane Bir Şey Yaşamak” sarkısını dinledim. Kaçırmışım bu güzel şarkıyı. Sözlerini dikkatlice dinledim, hafızama kaydettim usulca… Tartışma konusu olan bu şarkısında yaşam döngüsünü anlatıyor aslında. “Acısıyla, tatlısıyla/ Ne şahane bir şey yaşamak/ Dibe vurmak dimdik durmak.”
Yaşamın döngüsü, hayatın ve doğanın diyelektiği bu aslında. Tıpkı denizde bir katre gibi… Deniz suyunda bir damla, dalgalara karışır; dalgalar derin akıntıları yararak çıkar deniz sularının üzerine sonra bazen tüm hışmıyla bazen de usulca kayalara çarpar, su damlacıklarına dönüşür, parçalanır. Dalgalar parçalandıkları yerden tekrar denize karışır, derin akıntılara yol alır ve bir gün yine o derin akıntıları yararak dalgalara karışacağı güne hazırlanır. Hayat, deniz sularının döngüsü gibidir. Zaten biz de okyanusta bir damla misali değil miyiz?
Dibe vurmak dimdik durmak… Önemli olan dibe vurmak değildir, dibe vurduğunuz noktada dimdik durmaktır. Zor günler, karanlıklar sonsuz değildir. Mesela bir şarkısında “benim serseri ruhum gün gelir acının lezzetine de alışır” diyor. Yaşadığımız acılar, aldığımız yaralar olgunlaştırır bizi. İnsan gerçeğinin özüne indikçe orada yana yana olgunlaşırız. Sezen Aksu, şarkılarında insana dair her şeyi anlatır. “Gül de var dikende / Aşk da var savaş da / Her şey hepimiz için” derken bu döngüyü anlatır.
O minik ama güçlü bir serçe. Bu zor günleri de atlatır. Lakin bugün bize düşen görev, Sezen Aksu’ yu savunmaktır. Sezen Aksu’yu ister sevelim, ister sevmeyelim, fikirlerini eleştirebiliriz ama Türkiye’nin bu nadide sanatçısını, minik serçemizi kurda kuşa yem etmeyiz. Çünkü sanatçıları susturulan bir toplumda kimse güvende değildir. Sanatçı, edebiyatçı, yazar, entelektüel olan kişi aykırı kişidir. Hayatı, toplumu, sistemi, insanı sorgular. Uyumsuzdur. Güce tamah etmez. Halk yoksullukla boğuşurken dalga geçer gibi, “gerekirse simit yenecek” demez. Bir sanatçı, halkına karşı sorumluluk duyar. Bu öyle “miş” gibi olunacak bir şey değildir. Bu sorumluluk duygusu insanın kendi özünden gelir. Zaten dürüst olan bir duruş, ne kadar çamur atılsa da toplumda karşılığını bulur.
Gelelim işin siyasi boyutuna.. Ne oldu da birden Sezen Aksu, eski bir şarkısından dolayı şimdi hedef oldu. Hem de en üst perdeden… Devlet Bahçeli; “serçeysen, serçeliğini bil sakın kuzgunluğa heves etme” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, cuma namazı çıkışında; ” Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz, o dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir” diyerek alenen fetva verdi. Erdoğan’ın bu tehditi cuma namazı çıkışında yapması pek manidar. Hani, madem böyle büyük fetva veriyor, bari , Ayasofya camisinde, kılıç kuşanarak verseydi, retoriği tamamlardı.
Bir Cumhurbaşkanı böyle konuşursa, bunun sokağa yansıması olmaz mı? Durumdan vazife çıkaran işgüzar tipleri kim dizginleyecek? Ayasofya cami açılışında, Sultanahmet’te tekbir getirerek koşan o kitleyi unutmadık. Bu ortamda Sezen Aksu ya da başka bir sanatçının başına bir şey gelirse bunun sorumlusu kim olacak? Bu fitili ateşleyenler, çıkacak yangının sonucunu düşünmezler mi? Böyle bir ortamda kimse güvende değildir.
Bir diğer mesele ise; Sezen Aksu’nun, AKP iktidarı için “yetmez ama evet “demesi üzerine yapılan tartışma. Zaten asıl hesaplaşmanın özü de bu. Bazen sapla saman karıştırılıyor, “yetmez ama
evetçileri” eleştirebiliriz, bu ayrı bir şey. Nitekim tarihin ironisi bu olsa gerek, “yetmez ama evet” diyenlerin fetvası bizzat bu rejimin en yetkili şahsı tarafından veriliyor. Bugün gelinen nokta çok farklı. Siyasal islamın din soslu rejimi herkesi yutmadan, ifade özgürlüğünü, laik ve demokratik bir sitemi savunmak zorundayız. AKP’nin siyasal islam rejiminin muhalifleri olarak, (ve her dönemin muhalifleri olarak) bu görev yine bize düşüyor. Türkiye’nin demokrasi güçleri, hedef haline getirilen Sezen Aksu için kenetlenmelidir.
Bir de AKP’nin manipülasyon yöntemlerinden dolayı, her şey gündem değiştirme amaçlı yorumlanıyor. Açıkçası bazen ben de acaba yine gündem değiştirme amaçlı mı diye soruyorum. Lakin bu soruyu sorarkan, mevcut siyasi ortamı ve sokağa nasıl yansıyacağını göz ardı etmemek gerekiyor.
“Dil koparma tehdidi hepimizin vicdanını kanattı. Siyasi kışkırtmalar için camiyi kullanmak işe geliyor. Bu halkı sanatçıya karşı kışkırtmaktır. Hiçbirimizin hayati güvencesi yok. Ama bizde korkacak göz yok. Aynı kararlılıkla buradayız” diyen Müjde Ar’ın sözlerine kulak vermeliyiz. Bu sese sesimizi katmalıyız. “Hiçbirimizin hayati güvencesi yok” sözü öylesine söylenmiş bir söz değil, hayati ve yakıcı bir gerçekliği ifade ediyor.
Bir toplum, sanatçılarını, entelektüellerini, yazarlarını, düşünürlerini, filozoflarını koruyamazsa dipsiz bir karanlık kuyuya sürüklenir. Koruyamadıklarımız o kadar çok ki… Yakın geçmişimize bile baksak kafi; Uğur Mumcu, Turan Dursun, Hrant Dink, Bahriye Üçok, Hasret Gültekin, Nesimi Çimen… Adlarını listelesek buraya sığmaz. Yitirdiklerimizin hepsini saygı ve sevgiyle anıyorum. İşte bu yüzden siyasal islam rejimi tarafından hedef gösterilen Sezen Aksu ve diğer sanatçı ve yazarların etrafında kenetlenmeliyiz.
- Karanlığın Gölgesinde Kadınlar - 12 Ocak 2025
- Okyanusta Bir Damla - 3 Ocak 2025
- HTŞ’nin Cicim Ayları - 15 Aralık 2024