“Rusya yensin iki kutuplu dünya olsun” tezi üzerine

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaş beraberinde pek çok çevrenin dâhil olduğu ve pek çok başlıkta devam eden tartışma ve hatta kamplaşmalara neden oldu. Aslında belli kesimler açısından bakınca tartışmaların yeni ve ilginç bir tarafı olmadığını, tarafların bu yeni durumda yalnızca taraflarını bir kez daha teyit eden pozisyonlar aldıklarını söylemek mümkün. Liberaller yine Batı tezlerine yakın dururken ulusalcılar da Rusya ve Avrasyacılık ekseninde bir pozisyon belirlediler. En ilginci ise sosyalistler arasında da ağırlıkla benzer bir bölünmenin yaşanmış olmasıdır. Bu durum bağımsız siyaset ekseninden epeydir yaşanan uzaklaşmanın ve burjuva siyaset arenasında yaşanan kutuplaşmaların sosyalist siyasette de belirleyici hale gelmiş bulunmasının açık bir ifadesi olarak değerlendirilebilir.

Bu konu önemlidir ve ayrıca ele alınması gerekiyor. Biz bu yazıda çok sıkça tekrarlanan bir argümanı ele alacağız. İddia özetle şudur: “İki ya da daha çok kutuplu dünya tek kutuplu dünyadan iyidir. Zira bu güçler birbirlerini sınırlar. Yakın geçmiş mutlak ABD hegemonyasının gerek dünya barışı, gerek ülke bağımsızlıkları ve gerekse emekçi sınıflar için nasıl felaketlere yol açtığının somut bir dizi kanıtıyla doludur. Bu nedenle bu süreçten Rusya’nın güçlenerek çıkması tek kutuplu dünyanın geriletilmesi hatta sonlandırılması açısından evladır. Ezcümle; dünya barışından yana olanlar, ülkelerin bağımsızlığı ve emekçi kesimlerin mücadelesinin yükselmesi i taraftarı olanlar bu savaşta Rusya’nın kazanması yönünde bir pozisyon almalıdırlar.”

Eğer gerçekten iki ya da daha çok kutupluluk kendiliğinden bu söylenenlere hizmet ediyorsa bu tez ve bu çağrı Rusya’nın süreçteki ilericiliği ya da gericiliğinden bağımsız olarak hafife alınamaz. Eğer ilerici olsaydı zaten sorun olmayacak ve açıkça destek verilecekti ama Rusya gerici bir güç olsa dahi tekil bir savaşta galip gelmesi orta vadede dünya barışının, ülkelerin bağımsız hareket obsiyonlarının ve ezilen kesimlerin örgütlenme ve mücadele dinamiklerinin lehine açık sonuçlar yaratacaksa bütün-parça tercihi temelinde Rusya lehine pragmatist ve taktiksel bir irade konulması temel olarak ilkesel olanla da ters düşmezdi.

Ama gerçekten böyle midir? Bu sav sahipleri çok haklı olarak SSCB- ABD kutbu üzerine kurulmuş dünya siyasetinin tüm bu açılardan tek kutuplu ABD dönemine göre net biçimde tercih edilir olduğu gerçeğine dayandırıyorlar tutumlarını… Elbette “Soğuk Savaş” dönemi de sıcak savaşlardan azade değildi; dünyanın çeşitli bölgelisinde sıcak savaşlar o dönemde de hep gündemdeydi. Ne var ki varolan dengenin uluslararası siyasetinin daha çok meşruluk kaygısıyla yürütülmesine ve uluslararası kural ve kurumların daha çok öne çıkmasına yol açtığı da bugünden bakıldığında çok daha net olarak saptanabilecek bir gerçektir.

İyi ama bu durumu iki kutuplu dünya gerçeğiyle açıklamak ne kadar isabetlidir? İki kutupluluğun dışında başka önemli faktörler devre de değil miydi? Örneğin sosyalizm iddialı bir SSCB ile bugünün Rusya’sı – liberaller her ne kadar ikisini de aynılaştırsa da- aynı mıdır? Sadece Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku değil Avrupa da dâhil olmak üzere tüm dünya da sosyalist hareketlerin, işçi-emekçi örgütlenmelerinin ve sosyalizan ulusal bağımsızlık hareketlerinin son derece güçlü olması bu süreçte çok önemli bir belirleyici bir etken değil midir? O dönemde iki kutuplu dünyanın varlığı mı bu gelişmeleri beslemiş yoksa bu gelişmelerin varlığı o dönemdeki iki kutuplu dünyanın daha kurallı ve barışçıl olmasına yola açmıştır.

İlkiyle bağlantılı ikinci faktör de; bu iki kutbun, emperyalistler arası değil de sistemler arası bir dengeye dayanıyor olması diğer emperyalist ya da orta gelişmişlikteki kapitalist ülkelerin hegemonya heveslerini geri plana itmelerine yol açmıştır. Bu ülkeler kendi tekil emperyalist heveslerini bastırarak sorunsuz biçimde ABD hegemonyasının altında toplanmışlardır. Bu durum uluslararası politikayı çok daha net, berrak, öngörülebilir kılmış, sürpriz merkezkaç eğilimlerin dünya barışı üzerinde yaratabileceği olası tehditleri baskılamıştır.

Bir diğer önemli unsur da hegemonyanın iki kutup başı olan ABD ve SSCB arasında biri yükselirken diğerinin gerilemesi gibi bir gelişmenin sözkonusu olmamasıdır. 1970li yıllara kadar her iki ülke ve her iki kutup paralel biçimde gelişme ivmesindeyken bu tarihten sonra da iki hegemon ülkenin ve temsil ettikleri blokların birlikte gerilemesine tanık olunmuştur. Dünya barışına yönelik en büyük eski hegemon(lar)ın gerilerken bir başka alternatifin eski hegemonik düzeni değiştirme güç ve iradesini kendisinde görecek kadar gelişiyor olmasıdır. Tıpkı bugün ABD ile Çin arasında yaşanmakta olduğu gibi…

Ama öte yandan artık soğuk savaş döneminde olduğu gibi diğer emperyalist güçlerin kendi hegemonya heveslerinden vazgeçip ABD bayrağı altında istikrarlı biçimde toplanması diye bir durum da sözkonusu değildir. Almanya-Fransa ittifakı artık daha hissedilir biçimde bu mücadele de ben de varım diyor ve bu doğrultuda planlar ve hazırlıklar içinde. Çok daha ötesi ABD hegomanyasının zayıflaması Türkiye’de dahil orta derecede gelişmiş bazı ülkelerinde bu dağınıklıktan güçlenerek ve hatta mümkünse emperyalistleşerek çıkmak konusundaki heveslerini serbest bırakıyor; hegemonik sistemdeki merkez kaç eğilimlerine uygun siyasi ve askeri boş araziler yaratıyor.

Oysa soğuk savaş zamanında böylesi durumlar sözkonusu değildi? Eğer olsaydı ne olurdu?

Bu sorunun tarihteki yanıtı ise 1. Ve 2. Emperyalist Savaş dönemine bakılarak bulunabilir. Gerileyen İngiltere’nin hegemonik konumuna göz diken güçlenen Almanya… Ve bu hegemoya çatışmasının tetiklediği peşi sıra iki dünya savaşı bize bir emperyalist hegemon gücü denetleyebilecek güçte ikinci emperyalist hegemon gücün varlığının hiç de dünya barışı açısından geçmişten daha olumlu bir tablonun ortaya çıkmasına yol açmadığını gösteriyor. Sırasıyla Hollanda, İngiltere, ABD; dünya kapitalizminin hiyerarşik sistemi bugüne kadar birbirini dengeleyen iki ya da daha fazla emperyalist hegemon gücün az çok dengeli ve istikrarlı varlığına tanık olmuş değildir. Bu tür durumlar da varolan hegemon adaylarından biri ya da (tıpkı Almanya-İngiltere mücadelesinde bu ikisinin değil de ABD’nin hegemon güç olarak çıkması gibi) bir üçüncü emperyalist güç kendi liderliğini kabul ettirene kadar, iddia edilenlerin aksine rekabetin ve savaşların belirlediği kaotik dönemler yaşanmıştır

Kısacası bazı kişi ve çevrelerce çok güvenli biçimde ve yüksek sesle dillendirilen ”iki kutuplu dünya ülkeler ve halklar açısından daha iyidir; o yüzden Rusya’nın kazanmasından yana tutum alınmalı” savı salt soğuk savaş döneminin verilerinden hareketle dillendirilen, en azından çok boyutlu olarak yapılan sağlam bir analize dayanmayan bir sav ve bir çağrı gibi durmaktadır.

Savaş üzerine dillendirilen diğer yaklaşımların ideolojik ve sınıfsal anlamı üzerinde yazmaya devam edeceğiz.

Mahmut ÜSTÜN