Özel mülkiyet, postmodernizm ve laf ebeliği

‘’Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış’’ denilir; evet, bu yazı o çeneyi yorma eyleminden birisidir. Aynı atalar, ‘’çok mal haramsız olmaz’’ da der. Haramilerin saltanatı yıkılıncaya kadar, o haramın hesabını sorma mücadelesi de bitmeyecektir. Önce söz varmış; sonra bulunur bulunmaz egemenlerce çalınan yazı. Söz bitene, kalem tükenene,  toplumsal her düzeyde ikiye ayrılmış bu dünya bütünlüğüne kavuşana; yani şairin o bilinen mısralarıyla, ‘’yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek’’ devam edecek.

Kültür denildiğinde insanın felsefeden tutunda sanat, bilim ve teknolojiye kadar yapıp eylediği her şeyi anlıyorsak, bu çöplükte debelenirken üstü örtülmeye, karartılmaya çalışılan temel bir gerçeği var insanın: özel mülkiyet olgusu. İnsanın öncesini ve sonrasını belirleyen milat budur. İnsan bu tarihsel olgudan sonra bölünmüş, bir lanet olarak ortalığa salınmış siyanür gibi zehirlemeye devam etmiş ve hala etmektedir. Flulaştırılan, belirsizleştirilen, ötelenen bu gerçeğin sorunların esası olduğu gizlenmeye çalışılıyor. Felsefeden sanata  laf ebeliğine, boş lakırdıya dönüşen, dönüştürülen söz düşmana hizmet ediyor demektir. İçerikten yoksun mastürbatif yazılar…

Özel mülkiyet mihenk taşı, nirengi noktasıdır. Buraya vurulmayan, sınanmayan sözün yaşamda ciddi bir karşılığı da olamaz. Özel mülkiyet , toplumsal mülkiyete dönüşmediği , dönüştürülmediği sürece de her türlü muhalefet en iyi anlamıyla sivil toplumculuğun herhangi bir tezahürü olarak kalacaktır. 

Bu temel vurguyu yaparken haliyle akla şu soru gelecek: bu söylenen ekonomik indirgemecilik değil mi?  Ekonomik indirgemecilik Marxizm’e daha doğrusu Ortodoks Marxizm’e dönük temel eleştirilerden birisidir. Üretici güçler teorisi onun eserinin bir anlamda özünü oluşturur. Teorisini oryantalist bir anlayışla Avrupa merkezci olarak kurmuştur. Onun tüm toplum anlatıları Batı’ya özgü formlardır ve birbirinden türeyen bu toplumları bir sonraki aşamaya geçiren üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki çelişkidir. Aydınlanma felsefesine özgü ilerlemeci tarih anlayışının bir tezahürü, modernist anlayışın bir yansımasıdır. Tarihsel materyalizm denilende bundan ibarettir.

Oysa tarih her coğrafyada farklı gelişmiş, birçok alanda farklı tezahürleri olmuştur. Toplumları Batı’ya uydurma ya da uyarlama çabası gerçeklikten uzak bir politika olarak Batı dışı toplumları ilericilik adına soldan çürütmüş, sömürgeciliğin sol versiyonu olarak kalmıştır. Marx, gerek sömürgeciliğe dair yazılarında ve gerekse Rusya üzerine yaptığı çalışmalarda görüşlerini yumşatmış, revize etmek durumunda hissetmiştir. Ama ona rağmen ana akım olarak var olan ve gelişen Ortodoks Marxizm her zaman iktidar dahil varlığını dayatmıştır. Devrim, başta ekonomi olmak üzere her türlü anti otoriter ve anti hiyerarşik bir anlayış olarak kavranılmadığı ve sadece ekonomik temelde bir değişim olarak iktidarı almayı gerek ve yeter şart olarak görüldüğü sürece dar siyasi ve ekonomik indirgemeciliğin kendisidir.

Özel mülkiyetin tarihsel anlamı yeni bir yaşama biçimi yaratmasının yanı sıra tüm toplumların ortak tek noktasıdır. Her toplum kendi sürecini aynı öz de ama farklı biçimlerde yaşamıştır.  Hangi coğrafyada olursa olsun mevcut yapıyı toplumsal her alanda değişime uğratmıştır. Tartışmaların alanı burasıdır. Tek bir tarih anlayışı, mücadele araç ve yöntemleri dayatmak mücadeleyi baştan kısırlaştırmak olacaktır.  Yaratıcı olunmayan her alanda ancak taklitçi ve takipçi olarak kalınacaktır ki ülkemizin devrimci tarihi bunun gayet güzel örneğini teşkil eder.

 Komünal toplumsal mülkiyet dönemlerinin sona ermesi, devlet ve partiyarkanın da doğuşunun kaynağı olmuştur. En net ve sistemli yüzünü kapitalist sistemde göstermiştir. Sonradan devlet ve partiyarka başta olmak üzere inanç sistemleri ve gelenekler, bağımsız kurumlar olarak varlığını sürdürmüşlerdir. Toplumun en ücra noktalarına kadar sızmış, varlıklarının meşruluğunu bu toplumsal kabulden almışlardır. Bugün bağımsız yapılarıyla sistemi doğrudan üreten unsurlar olsalar da sosyalizme geçerken kendiliğinden ortadan kalkacak kurumlarda değildirler. Ne mücadele aracı olarak devlet zamanla ‘’sönümlenecek’’, ne de kadın sorunu başta olmak üzere cinsiyetçi tüm anlayış ‘’geçerken’’ ortadan kalkacaktır. İnsanlar arasında bir zihniyet, ilişki ve davranış biçimi haline gelmiş her şeyin uzun ve bağımsız bir geçmişi vardır ve ortadan kalkması da kısa zaman diliminde olmayacaktır. Devrim sihirli bir değnek değildir.  Çünkü geçmiş tüm kurumları ve zihniyetiyle devralınmak istenmese de sürmektedir.  Devrim, ‘’tarihte bir an değil’’, öncesi ve sonrasıyla devam eden bir süreğenliktir.

Bugün modernizme alternatifmiş sunulan postmodern bir tartışma ortamı var. Geniş bir külliyat oluşturmuş durumda. Avrupa’nın eskisini yeni olarak giymeyi severiz genellikle. Oysa yeni olan bir şey yok.  ‘’Postmodern sözcüğü 1960’lı yıllarda, sanat ve mimaride yeni eğilimleri ifade edecek şekilde kullanılmıştır.’’(1) Radikal bir kopuşun ifadesi olarak görülse de özellikle sosyalist olarak bilinen bürokratik diktatörlüklerin bir alternatif olarak tarih sahnesinden çekilmelerinden sonra ayyuka çıkan bir çığırtkanlığa dönüşen şımarıklık halleri; isteyen kusabilir. Postmodern olarak tanımlanmaya çalışılan dönem mordernizm sonrası olarak lanse edilmekte. Buraya kadar sorun yok zaten. Fakat Modernizmden dolayısıyla kapitalizmden farklı bir ekonomik sosyal sistem oluşumu varmış edasını taşımakta. Kapitalizmin yapısal krizlerinden çıkışının Yeni Dünya Düzeni olarak sunulup dayatılmasının kültürel sunumudur.  Postmodernizm içinde görülen ya da gösterilen postyapısalcı olarak adlandırılan düşünürleri (özellikle Fransız olanları) çıkarın düşünsel olarak geriye ne kalacak? En önemli postyapısalcı düşünürlerden  kabul edilen M. Faucault, postmodernizmin ne olduğunu bilmediğini ifade eder.(2) Mimari alanda kendini gösterip sanatsal ve özellikle edebi alanda züppelikten başka bir içeriğe sahip olmayan saçmalıklar bütünü olarak gündemi meşgul etmekte. Adı hala dolaşımdayken tarihin çöplüğünde yerini almıştır.

Postyapısalcı düşünürlerin( postmodernist değil!) modernizme dair eleştirileri elbette birçok konuda düşünsel zenginlik katmıştır. Sundukları düşünsel egzersizlerden ziyadesiyle türedi felsefe ve bilim insanı da yetişmiştir. Akademi içinde ve dışında çok kişi ekmeğini yemiştir bu insanların ve hala başvuru ve araştırma alanı olarak devam etmekte. Ama modernizme dair eleştirinin kaynağı elbette sadece bu insanlar değildir. Max Stirner ile başlayan eleştiri Nietzche ile devam etmiş, Franfurt Okulu, Heisenberg, Einstein gibi  irili ufaklı birçok bilim insanı zaten onların kritiğini aşan teoriler sunmuşlardır. Onların katkıları daha çok bazı yeni düşünceleriyle modernist eleştirinin geniş bir platformda konuşulması olmuştur. Eleştiri elbette gerekli  ama modernist süreçten çıkışa dair ne düşünmüş eylemişler burası da önemli. Madalyonun diğer yüzüne de bakmak gerekiyor. Zira alternatifini önermediğiniz sürece eleştirdiğiniz konuyu revize edip meşruluğunu ilan etmiş olursunuz. Onca keskin eleştiri ve reddiyenin ardından bu alan boş bırakılmıştır.

Eşitlik ve özgürlük gibi insanların en temel taleplerinin ‘’mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi’’ gerçekleştirilmeden hayata geçirilmesi mümkün değil. Eşitliğin olmadığı yerde özgürlükten söz edilemez; özgürlüğün olmadığı yerde de sağlıklı insan ilişkilerinden. Özel mülkiyet olgusunun varlığı sürekli bir baskı durumudur. 

Kapitalizm bir beden hareketidir. Var olmak için duyduğu enerji insanda başlar.sanayi devrimleri çeşitli enerjilerin bulunuş ve kullanıma girişleriyle ilgilidir: buhar, elektirik vd. Bunlar gelişip değişse de insan kapitalist sistemin tek sabitidir. Bu yüzden bedensel denetim onun var oluşunun temelidir. Aydınlanma felsefesinin, modernizmin akıl çağı olarak sunulması beden terbiyeciliğine soyunmuş kapitalist mantalitenin bu gerçeği örtme kaygısına dönüşmüştür. Cinsel devrim gibi toplumsal lokal özgürlükler beden üzerine kurulmuş denetim ve baskının patlama durumlarıdır. Yıkıcı bir potansiyele dönüşmediği sürece ihtiyaç kadar tanınan özgürlüklerdir. Esas temanın, ‘’öz’ün’’ gözden kaçırılmaması her türlü manüpülatif girişimin, provokatif bir tarzda açık edilmesi, boşa çıkartılması temel görevimizdir. Evet iktidar her yerdedir, tüm tuzaklarıyla.


  1. Postmodernizm, Gencay Şaylan, İmge Yayınları, s.25
  2. Bakunin’den Lacan’a, Saul Newman, Ayrıntı Yayınları, Çev. Kürşad Kızıltuğ, s.45