AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in, CHP’nin cumhurbaşkanı adayını belirlemek için ön seçim yapmasını “apolitik bir durum” olarak nitelendirmesi, yalnızca bir eleştiri değil, aynı zamanda derin bir itiraf niteliğinde. Çelik’in ifadelerine dikkatlice baktığımızda, İmamoğlu’na yönelik operasyonun aslında CHP’nin 23 Mart’taki ön seçim sürecini sabote etmeye yönelik bir planın parçası olduğu net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Ömer Çelik açıklamasında, “Seçime daha üç sene var, Cumhuriyet Halk Partisi’nin şimdiden uğraştığı tek konu bu. Niye? Çünkü mesele, Türkiye’ye dönük herhangi bir irade üretmek değil, Cumhuriyet Halk Partisi’nin içindeki iç kaynamaları yönetmek” sözlerini kullanıyor. Ancak burada ciddi bir çelişki göze çarpıyor: Aynı AKP, 2028 seçimleri için şimdiden hazırlıklara başlamış durumda, politikalarını ve adayını belirleme sürecine çoktan girmiş bulunuyor. Peki, AKP’nin yıllar öncesinden seçim hazırlığı yapması meşru görülürken, CHP’nin demokratik bir ön seçim süreci yürütmesi neden “apolitik” olarak değerlendiriliyor? Burada asıl mesele, CHP’nin iç dinamikleri değil; İmamoğlu’nun olası adaylığının daha en baştan engellenmek istenmesi.
Çelik, konuşmasının devamında “Kendi iç seçim sürecinizi Türkiye’nin resmi seçimi zannederseniz, herhangi bir konuda içinizde belirlediğiniz aday söz konusu olduğunda bunu, Türkiye’nin bu şekilde kabul etmesini isterseniz, o zaman sizin zihniyetinizde demokrasi olmaz” diyerek CHP’nin aday belirleme yöntemini hedef alıyor. Ancak atlanmaması gereken temel bir gerçek var: Demokratik bir ülkede, bir partinin ön seçim yaparak aday belirlemesi en doğal ve en meşru süreçlerden biridir. Anlaşılan o ki, Türkiye’de demokrasi kavramı, iktidarın işine geldiği gibi yorumlanıyor.
Çelik’in açıklamalarında asıl dikkat çeken nokta ise şu cümlede gizli: “Bu paralel devlet anlayışıdır.” CHP’nin cumhurbaşkanı adayını ön seçimle belirleme yöntemi, paralel devlet olmakla eş tutuluyor. Oysa burada asıl paralel yapı, halkın iradesini hiçe sayarak rakip siyasi aktörleri saf dışı bırakmak için bürokratik ve hukuki müdahaleleri araç haline getiren sistemdir. Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve ardından gözaltına alınması, tam da bu anlayışın bir yansımasıdır. Çelik’in sözleri ise bu operasyonun asıl amacını açığa çıkaran bir itiraf niteliğindedir: Amaç yalnızca İmamoğlu’nu cezalandırmak değil, 23 Mart’taki ön seçimi etkisiz hale getirmek, CHP’yi içeriden bölmek ve süreci baltalamaktır.
Bu açıklamalar, Türkiye’de siyasetin nasıl şekillendiğine dair önemli ipuçları sunuyor. Muhalefeti yargı kararlarıyla dizayn etmek, seçim süreçlerine müdahale etmek ve parti içi demokratik mekanizmaları sabote etmek, artık iktidarın alışılmış yöntemlerinden biri haline geldi. Ancak burada gözden kaçırılan önemli bir nokta var: Her müdahale, halkın daha fazla tepki göstermesine ve daha fazla kenetlenmesine yol açıyor. Türkiye’de siyasetin kendine özgü bir dinamiği vardır; baskılar arttıkça toplumsal direnç de aynı ölçüde büyür.
Bu nedenle Çelik’in konuşmasını, aynı zamanda bir korkunun dışavurumu ve bir operasyonun itirafı olarak okumak gerekiyor. Bu itiraf, önümüzdeki süreçte muhalefetin önüne yeni engellerin çıkarılacağını, baskının daha da artacağını gösteriyor. Ancak aynı zamanda halkın demokratik iradesinin her geçen gün daha da güçleneceğini ve bu baskılara karşı daha kararlı bir şekilde karşı duracağını da…
- Disiplinden Yaratıcılığa: Türkiye Sokaklarının Dönüşen Belleği - 12 Nisan 2025
- Tahakkümün Diyalektiği ve Halkın Suskunluğu - 10 Nisan 2025
- İdeolojik Aygıtlar ve Meşruiyet Mekanizmaları - 5 Nisan 2025