Nükleer Enerji – Tehlikeden Haberdar Mıyız?

Nükleer enerji deyince, son yaşanan olayları da göz önünde bulundurursak, maalesef aklımıza alternatif veya ucuz enerji üretimi yerine Japonya’da çok kısa bir zaman önce yaşanan ve hala yaşanma ihtimali bulunan nükleer felaket ve tabii ki Çernobil geliyor. Güçlerinin yettiğince reaktörün güvenliğini sağlamaya çalışan Japon halkının, belki tüm dünyanın geleceği için cesurca hayatlarını tehlikeye atan o Japon itfaiye memurlarının veya Karadeniz’deki çayların güvenli olduğunu kanıtlamak için kameralar önünde çay içen Bakan’ın görüntüsü, akıllarımızdan silinmiyor bir türlü ve uzun süre silineceğini de sanmıyorum.

Nükleer enerjiyi şiddetli bir şekilde tamamen reddetmeden önce avantajlarına da bakmakta fayda var tabii. Nükleer karşıtları, bu enerji tipinin savunucularını genelde ulusal ve uluslararası çıkar grupları, oy peşinde koşan siyasiler veya insanları kandırmaya çalışan nükleer enerji hayranı bilim adamları olarak belirlese de[i]; nükleer enerjinin gerekli ve zorunlu olduğunu düşünen ve sadece enerji açığımızı nasıl kapatacağımızı konusunda endişelenen tarafsız bilim adamları da yok değildir. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) (2009) verilerine göre dünyada 30 ülkede ticari olarak aktif 436 nükleer reaktör bulunmaktadır[ii]. Dünyada ve tabii ki ülkemizde, artan enerji ihtiyacını karşılamak için nükleer enerjinin gerekliliğini savunan taraflar; bu enerjinin tamamen güvenli, maliyetinin de düşük olduğunu ve başka alternatifinin olmadığını iddia etmektedirler. Günümüzde devletler nükleer enerjiden vazgeçiyor gibi görünseler de, bunun asıl sebebi nükleer enerjinin fazla tehlikeli ve maliyetli olması değil; ekonomik durgunluk, Çernobil karşıtlarının etkisi ve gelişmiş ülkelerin yeterince nükleer santralleri olması sebebiyle artık ihtiyaç duymamalarıdır[iii]. Bu santraller, çevre dostudur ve ülkenin ekonomisine çok büyük katkıları vardır. Eğer ülkeler diğer enerji kaynaklarına vakit ve para harcamak yerine nükleer enerjiye yatırım yaparlarsa, bu karar uzun vadede onlara çok büyük fayda getirecektir.

Yine nükleer enerji savunucularına göre, nükleer enerji atık sorunu aslında bir sorun teşkil etmemektedir. Atıklardan kurtulmak için birçok yol vardır. Bunlardan en önemlileri, camlaştırma ve kayalaştırma yöntemidir. Nükleer enerji yanlısı Polatlı’nın (2009) konuyla ilgili makalesinde tartıştığı üzere, nükleer atıklar güvenli bir şekilde doğaya karıştırılabilir ve insana kömürün yanmasıyla oluşan atıklardan çok daha az zarar verir. Günlük yaşantımızda birçok şey, radyasyon yayar ve bu radyasyon seviyesi, nükleer enerjinin yayma ihtimali olan seviyeden çok daha fazladır. Mesela toprak ya da oturduğumuz evlerde kullanılan beton ve tuğlalar, elektronik aletler, uranyum yayar. Sayılarla ifade edecek olursak, 10.000 mrem’in altındaki radyasyon seviyesi güvenli sayılıyor. Bu seviye, çoğu nükleer reaktörün yaydığı radyasyonun oldukça altında bir seviyedir. Çernobil felaketindeki radyasyon seviyesi bu seviyeyi aştığı için bir felakete dönüşmüştü. Ayrıca, günümüzde nükleer santrallerde kullanılan teknoloji sayesinde radyasyonun yedi katmandan oluşan reaktörü aşıp dışarıya sızması imkânsız görünüyor. Çernobil’de ise bu teknoloji yoktu. Bu sayılanlar nükleer enerji taraftarlarının iddialarıdır ve uluslararası kurumlar bu iddiaları kolayca çürütebilmişlerdir.

Nükleer enerji tartışmasına genel olarak baktığımızda, nükleer enerjiye karşı çıkanların onu destekleyenlerden sayıca fazla olduğunu görebiliriz. Uzmanların yanı sıra dünya kamuoyu da bu enerji türüne karşı oldukça tepkilidir. Geçmişte yaşanmış nükleer kazaları ve geçtiğimiz aylardaki Japon nükleer felaketini göz önünde bulundurursak, kamuoyu ve karşı çıkan çevreler pek de haksız sayılmazlar. Arif Künar’a (2004) göre nükleer enerji yoluna gidilmeden önce çözülmesi gereken birçok sorun vardır. TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası 40. Olağan Genel Kurul Enerji Komisyonu 14 Nisan 2006 tarihli raporuna göre, “Gerek kuruluş, gerek hammadde, gerek işletme gerekse atık saklama sorunları ve yeterli yenilenebilir kaynaklara sahip olmamız nedeniyle tamamen dışa bağımlı nükleer santrallere karşı olmakla, nükleer alanda bilimsel gelişmeyi desteklemenin ayrı şeyler olduğunu önemle vurgulamak gerekmektedir.”[iv] Künar’ın kitabında yayımladığı nedenlere şöyle bir göz atacak olursak, haksız olmadığını ve aslında nükleer enerjinin ekonomik ve politik bir oyun olduğunu görebiliriz. 1960’larda nükleer enerji cazip bir kaynak gibi görülse de, günümüze geldiğimizde çoğu ülkenin tehlikeleri ve riskleri gördükten sonra bu kaynaktan vazgeçtiğini, nükleer santrallerinin yapımını durdurduğunu ve rüzgâr enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını tercih ettiğini söyleyebiliriz (Künar, 2006). Kamuoyu dünyada yaşanan nükleer santral kazalarının çok az olduğunu düşünse de, aslında Mart 1997’de Monju’da ve Eylül 1999 yılında Tokaimura’da yaşanan olayın varlığını çok az insan biliyor. Nükleer Fizikçi Prof. Dr. Hayrettin Kılıç’ın açıklaması doğrultusunda, Nükleer Denetleme Komisyonu’nun (NRC) kayıtlarına göre sadece ABD’de nükleer felakete dönüşebilecek 169 kaza olmuştur.[v]

Peki, neden insanlar nükleer enerjiye ve santral yapımına bu kadar karşı çıkıyor? Bu enerji türünden bahsedince akla ilk gelen radyasyon oluyor. Bir takım uzmanlar aksini iddia etse de radyasyon çok büyük bir problem ve etkileri genetik hastalıklar ve çoğunlukla kanser olarak yıllar sonra ortaya çıkıyor. Dünyada büyük tepkilere yol açan ve nükleer enerji karşıtlarının direnişlerinin belkemiğini oluşturan 1986 Çernobil nükleer felaketindeki acılar halen zihnimizde tazeyken, Çernobil santralinde olanları ‘insan hatası’ olarak değerlendiren ve bu enerji türünün tamamen güvenli olduğunu savunanlar çok büyük tepki çekiyorlar üzerlerine.

İkinci zararını ise atık sorunu olarak nitelendirebiliriz. Atık sorunu, çok kapsamlı bir problem ve etkileri tüm dünyada hissediliyor. Atık depoları olarak kullanılan üçüncü dünya ülkelerindeki gibi ya da para karşılığı bu atıkları saklamayı kabul eden, kamuoyunun tamamen habersiz ve bilgisiz olduğu ülkelerde olduğu gibi; yasal veya yasadışı yollardan atık deposu olarak kullanılan Rusya, Türkiye, Tayvan ve çeşitli Afrika ülkeleri gibi (Künar, 2006).  Radyoaktif yakıtlar söylendiği gibi toprak tarafından hemen emilmiyor, %1’lik bir radyasyon oranı olsa bile toprakta kalmaya devam ediyor, yer altı sularına karışabiliyor.

Bir başka sorun ise bu santrallerin maliyeti. Lisanslama süresinden tutun, kurulumunda ‘güvenlik’ nedeniyle çıkan ek masraflara kadar yüklü bir maliyeti olan nükleer santraller, aslında ülkemiz gibi bir sürü dış borcu olan gelişmemiş ülkeleri borç batağına daha fazla batırmak için tasarlanmış adeta. Künar’a göre bu kadar dış borcu olan ülkemizin böyle bir yükün altından kalkması mümkün değildir; nükleer enerji Meksika, Çin, Hindistan, Güney Kore, Brezilya, Arjantin ve Rusya gibi ülkeleri de adım adım iflasın eşiğine getirmiştir, Türkiye’nin sonu ise farklı olmayacaktır[vi].

Bir yorum ise nükleer enerji taraftarlarının, -Arif Künar onları ‘nükleokratlar’ olarak isimlendiriyor- aslında politik çıkarları olduğudur. İki gruba ayırıyor Künar onları: akademik hırs peşinde olan nükleerci akademisyenler, mühendisler, teknokrat ve bürokratlar; nükleer enerjiyi savunup onun geleceğimiz olduğunu iddia eden ama aslında nükleer güç, nükleer silah ve atom bombası gibi amaçlara hizmet eden politik çıkarları kovalayan radikal milliyetçi veya dinci gruplar, partiler. Çok güçlü bir suçlama olsa da bu, aslında tamamen yersiz olduğunu da söylemek zor. Ülkemizde de birçok politikacı ve akademisyen nükleer enerjiye destek vermiş; hatta eski MHP Devlet Bakanlarından Prof. Dr. Ramazan Mirzaoğlu bunu şöyle ifade etmiştir: “…Kaldı ki Türkiye’nin çok yakın zamanda atom bombasına sahip olması gerekmektedir. Nükleer santraller atom bombası teknolojisi için de bir altyapı oluşturması bakımından ayrı bir öneme haizdir.”[vii] Aynı şekilde Fazilet Partisi Milletvekili Cevat Ayhan, 1993 yılındaki bir panelde şu sözlerle ifade etmiştir fikirlerini: “Yani biz bu teknolojiye sahip olalım. Nükleer teknoloji nükleer silah için de lazımdır. Ona da sahip olacağız bir gün Türkiye olarak.”[viii]

Nükleer enerjiye fazla bel bağlayıp daha güvenli, ucuz ve yenilenebilir yerli enerji kaynaklarını unutuyoruz. Bu da bizi nükleer enerjinin ülkemizdeki durumu sorusuna getiriyor. Nükleer enerjiye karşı duruşunu şu sözlerle ifade ediyor Künay (2006): “Depremlerde, Çernobil’de, İkitelli’de ve son olarak hızlandırılmış tren faciasında yaşadığımız üzere, felaketlere hazırlıksız bir ülkede nükleer santral kurulamaz!” Ülkemiz deprem kuşağındaki bir ülke ve kurulması planlanan santralin aktif Ecemiş Fayı’nın sadece 25 kilometre güneydoğusundan geçtiğini ve yüksek şiddetli bir depremin nasıl bir felakete yol açabileceğini çoğu insan bilmiyor, duymuyor veya duymayı reddediyor, göz ardı ediyor. Olası bir depremde, Çernobil’de de olduğu öne sürüldüğü gibi teknolojik veya insan hatalı bir ihmal ortaya çıkar da müdahale edilemezse (tıpkı İzmit depreminde Tüpraş Rafinerisi’nde olduğu gibi), nasıl bir yıkıma doğru sürükleneceğimizi kimse hayal bile edemez; ne nükleer enerji yanlıları akademisyenler, ne de nükleer güç peşindeki politikacılar (Künay, 2006). Yine bu konudaki karşıt görüşlerini şu araştırmaya dayandırıyor Arif Künay: Atina’da 28 Kasım 1991 tarihli Avrupa Sismoloji Komisyonu’nun komisyona sunduğu tebliğle 1992 Erzincan depremini zaman ve büyüklük olarak tahmin eden Earthquake Forecasts Inc. Başkanı Prof. Dr. Karl Buckthought’un raporuna göre, “1973–1998 arasındaki 26 yıllık dönemi hesaba katarak, ki bu dönemde AECL-CANDU firmasının önerdiği güvenli tasarım standardını aşan bir deprem olmuştur, Akkuyu’daki nükleer santralin 40 yıl çalışması halinde depreme bağlı hasar görme olasılığı en az %50’dir.”[ix]

Sonuç olarak, dünya aşama aşama nükleer enerji türünden vazgeçmeye ve daha ucuz ve güvenli enerji kaynaklarını tercih etmeye başlamıştır. Türkiye gibi gelişmekte olan ve kırılgan bir ekonomiye sahip bir ülkenin bu riski alması, halkını ve ülkenin çıkarlarını hiçe sayarak çeşitli özel çıkarların peşinden koşması demektir. Dünya kamuoyunun, bilinçli olduğu için susturulmaya çalışılan akademisyenlerin ve özellikle Türkiye kamuoyunun sesi, nükleer enerji kullanma kararı alan otoritelere duyurulmalıdır. Nükleer enerji gerçekten gerekli midir ve ileride bize avantaj mı yoksa dezavantaj mı sağlayacaktır soruları dikkatlice tartılmalı ve cevaplanmalıdır. Bu kadar çelişkili ve tehlikeli bir konu bir takım politik ve siyasi oyunla aceleye getirilmemeli, bizim aleyhimize bir şekilde sonuçlandırılmamalıdır. Halkımız bu konuda karar verme hakkına sahiptir ve gelecek nesillerini tehlikeye atacak bir karar almayacakları da aşikâr; tıpkı dünyadaki diğer halkların yapmayacağı gibi.

Japonya’da kısa bir zaman önce yaşanan nükleer felaket sonrasında görüntülenen bir manzarayla yalnız bırakıyorum sizi ve vicdanınızı. Radyasyona maruz kalan bir genç, özel bölümün arkasından annesi ve köpeğiyle vedalaşırken…

Hariciye Dergisi


[i] Arif Künar (Elektrik Mühendisi, Elektrik Mühendisleri Odası ve Tüketici Hakları Derneği, Enerji Komisyonu Üyesi, DPT- VIII. BYKP Nükleer Enerji Alt Komisyonu ve DEK/TMK, Çevre ve Enerji Komisyonu Üyesi), “Neden Nükleer Santrallere Hayır”, (Ağustos 2004), http://www.bilimbilmek.com/tr/neden-nukleer-santrallere-hayir.html, (Erişim Tarihi: 20 Ekim 2011)

[ii] Hamit Palabıyık, Hikmet Yavaş & Murat Aydın, Nükleer Enerji ve Sosyal Kabul, Ankara: Uluslararası Stratejik Ataştırmalar Kurumu (USAK) Yayınları, 2010, s. 12.

[iii] Ahmet Polatlı, “Nükleer Enerji”, (11 Aralık 2009), http://www.makaleler.com/bilim-makaleleri/nukleer-enerji.htm, (Erişim Tarihi: 20 Ekim 2011)

[iv] TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası, “Türkiye Enerji Yapılanmasında Elektrik Enerjisinin Yeri ve Potansiyel Durumu”, (14 Nisan 2006), http://www.bilimbilmek.com/tr/turkiye-enerji-yapilanmasinda-elektrik-enerjisinin-yeri-ve-potansiyel-durumu.html, (Erişim Tarihi: 20 Ekim 2011)

[v] Arif Künar, “Neden Nükleer Santrallere Hayır”, (Ağustos 2004), http://www.bilimbilmek.com/tr/neden-nukleer-santrallere-hayir.html, (Erişim Tarihi: 20 Ekim 2011)

[vi] A. Künay, a.g.e.

[vii] A. Künay, a.g.e.

[viii] A. Künay, a.g.e.

[ix] A. Künay, a.g.e.