Bilim fikrinin bir ideoloji olarak kodlanması pek çok kişiye akıl kârı gibi gelmeyecektir. Belki bilimin dinamikleriyle ideolojinin dinamiklerinin faklılığından dem vurulacaktır. Zaten modern Batı paradigmasına da bilimin, tüm dünyayı her daim ileriye, daha iyi bir geleceğe götüreceği varsayımı hâkim. Aynılıklar, faklılıklar, varsayımlar bir yana, bilim son tahlilde hangi felsefeye hizmet etmektedir? Bilimle ilgili ne kadar “doğru” fikirlere sahibiz? Değilsek doğru olan nedir?
Bütün bunların yanıtını vermeye ve bilimin neden bir çeşit ideoloji olduğunu anlamaya, temellendirmeye çalışacağım. Zira konu önemli; tüm seküler ideolojileri besleyen, onlara ihtiyaç duydukları “yakıtı” sağlayan yine bilimden başkası değil. Bu nedenle ona, ideolojilerin bir anlamda homojenize olmuş, hatta yeri geldiğinde onları mutasyona uğratan faaliyet olarak da bakabiliriz.
Akıl biyolojik doğamızın sınırlarını zorluyor, hatta aşıyor çoğu zaman. Bunu bilim denen fikirler bütünüyle yapıyor. İnsanın doğasıyla savaşılmaz, bunu biliyoruz ama pekala by-pas edilebilir. Mesela insana kanat takıp uçurmak mümkün değil, ancak aklı başka bir yolla onu uçurabiliyor.
Parayı ve zamanı kim kontrol ediyorsa bilimi de o kontrol ediyor. İnsanın fizik dünyadan daha fazla yararlanmasının yolunu açıyor. Biz farkında olmasak da bilim öncelikli olarak, insanların kafasının içini savaş alanı haline getirdi. Onun için artık insanların kafasının içi bir savaş alanıdır. Bilim, yaşama karşı savaşları önce orada kazanmalıydı. Kazanılan savaşların paraya ve güce tahvil edilmesi ve bunun meşru bir şey olması ancak böyle sağlanabilirdi. Topluma istenen şeklin verilmesi artık çocuk oyuncağıydı. Bu anlamıyla bilim tam bir ideolojidir. Hatta seküler kesim açısından bir çeşit din bile sayılabilir. Artık her şeyin çerçevesini çizen ve meşrulaştıran odur.
Egemen görüş, bilimin tarafsız ve apolitik olduğunu vazeder. Bu görüş bilimin en önemli meşrulaştırıcısıdır. Her bilimsel buluş yaşanagelen toplumsal sürecin DNA’sını oluşturur. DNA canlı için neyse, toplum için de bilim odur. Birey DNA’lardan; DNA’lar kültürden; kültür bilimden oluşuyor uygarlaşan dünyada. Giderek -bu anlamda- DNA’lar toplumsal sistemi oluşturuyor. Peki, insan bundan kaçabilir mi? Temel soru/sorun bu…
Bu nedenle tıpkı organik canlıda olduğu gibi, toplumun unsurlarının bazıları zengin, bazıları fakir; sağlıklı ya da hasta; güçlü ya da zayıf oluyor. Uygar dünyada bilim tüm bu sorunların çözücüsü değil, nedeni oluyor. Bir ulusun diğerine göre güçlü; bir ırkın ötekine göre zayıf olması bilimin toplumsal genetiğe etkisi sayılmalıdır. Zira “kültür genleri” diye bir “gen” çeşidinden söz ediliyor bile.
Söz konusu durum, yer çekimi kuralı gibi bir kuraldır. Bilimin en temel fonksiyonu güçlünün gücünü artırmak yönündedir. Bilime onay vermek organik yaşamın yok olmasına onay vermek; bilimi meşru görmek gelecekte yaşamın tükenmesine seyirci kalmaktır. Bu anlamda toplumsal organizmanın gelişiminde bilimin oynadığı rolü “doğru” anlayamamak insan türü için ciddi bir yanılgı…
Gelecekte toplumun alacağı şekil, bilimin alacağı şekle bağlı olacaktır. Örneğin yüz yıl sonra, bilimin ulaşacağı yeri bilemiyoruz. O nedenle toplumun alacağı şekil hakkında kesin yargılara varamayız. Sadece sahip olduğumuz felsefeler ışığında bazı tahminlerde bulunabiliriz. Bu nedenle bizlerdeki ırklar arası davranış, huy ve zekâ gibi nitelikler, genetik faklılıklardan değil, daha çok bilimin tesirlerine faklı farklı maruz kalmamızdandır.
Bugün bilimin yeryüzüne adeta bir virüs gibi yayılması engellenemiyor. Onun iktidarının yayılması da öyle… O, gittiği her yere kendi yerel iktidarıyla birlikte gitmekte… Şimdiye kadar bundan daha hızlı yayılan bir ideoloji olmadı hiç. Bu da çok normaldi; çünkü bilim bir anlamda da “hız” demekti.
İnsan merkezli bir dünyada yaşadığımız söyleniyor; bu görüş hakikati tam olarak yansıtmıyor. Olmakta olan hadise bilim merkezciliktir. İnsan onun nesnesi…
Ne büyük ironi, insanın bu hastalıklı halini yine patoloji bilimiyle açıklamaya çalışmamızdır. Bir çukur doldurmak için, başka bir çukur açıyoruz adeta.
Elbette içinde yaşadığımız yeryüzü küresinin bir geleceği olacak. Ancak bu gelecek öyle tozpembe/mutlu bir gelecek olmayacak. En azından şu anda içinde bulunduğumuz asimetri artacak. Bunu bize bilim sağlayacak! Yani yeryüzü küresel bir devrime değil, küresel adaletsizliğin daha da artmasına gebe. Keza, küre uzun vadede çökecek, belki biz görmeyeceğiz. Hatta bence çökmeli de. Zira kürenin diğer konuklarına hiç de iyi davranılmıyor. Bu etik değil. Ayrıca, belki en önemlisi de bilimin iktidar üretme yeteneği ve hiyerarşiye olanak yaratması…
İşte tüm bunların nedeni ve aynı zamanda sonucu olan bilime, toplumun yaşayış biçimini kökten belirleyen fikirler toplamına, ideoloji demeyelim de ne diyelim.
Küresel çöküşün küresel devrime evrilmesi insanın bilime bakışındaki radikal dönüşüme bağlı olacaktır. Yaşamı destekleyen bilimin gerekliği ortada, bunu görebiliyoruz; kuru bir bilim düşmanlığımız söz konusu bile olamaz. Bunun için bilim, bir ideoloji olmaktan uzaklaşmalı; bir grubu, sınıfı, katmanı destekleyen rolünden kopmalıdır. Peki, böyle “renksiz” bir bilim mümkün mü? Çok zor ama mümkün…
- Sol Siyaset Saatleri Yeniden Ayarlanabilir mi? - 14 Aralık 2024
- Özgürlük Güzergâhı - 16 Kasım 2024
- Bir İdeoloji Olarak Bilim - 17 Ekim 2024