Vahşi Altın Madenciliği ,Türkiye için ekonomik yarar mı, çevresel ve sosyal zarar mı?”

Altın madenciliği, Türkiye’nin en tartışmalı sektörlerinden biridir. Ülkemiz genelinde 200’den fazla altın madeni projesi bulunmaktadır ve çoğunluğu yabancı şirketler tarafından yürütülmektedir. Bu şirketler, Türkiye’nin altın potansiyelini fark ederek ülkeye yüksek kar marjları elde etmek için girmişlerdir. Ancak, bu projelerin çevresel, sosyal ve ekonomik etkileri ciddi endişelere neden olmaktadır.

Altın madenciliği, hem açık ocak hem de yeraltı yöntemleriyle gerçekleştirilmektedir. Açık ocak yöntemi, daha fazla altın çıkarmak için geniş alanlarda uygulanır. Bu yöntemde, maden sahasının üstündeki toprak ve kaya tabakası kazılır ve atılır. Daha sonra, altın içeren cevher, siyanürle işlenerek altın elde edilir. Siyanür, altınla birleşerek altın siyanür kompleksi oluşturur ve sonra aktif karbonla adsorbe edilerek ayrıştırılır. Son olarak, saf altın elde edilmek üzere altın siyanürden ayrılır.

Yeraltı yöntemi ise, daha derin yerlerdeki cevherleri çıkarmak için kullanılır. Bu yöntemde, maden sahasına tüneller açılır ve cevher içeren kaya parçaları patlatılarak kırılır. Kırılan kayalar, yeraltından çıkarılır ve işlenir.

Altın madenciliğinin ekonomiye katkısı tartışmalıdır. 2020 yılında Türkiye’nin altın üretimi 42 ton olmuştur ve bu yaklaşık olarak 3 milyar dolarlık bir gelire işaret etmektedir. Ancak, bu gelirin devlete ve şirketlere dağılımı belirsizdir. Altın madenciliği sektörü, şeffaflıktan uzak bir yapıya sahiptir. Ruhsat verme süreçleri, çevresel etki değerlendirmeleri, vergi muafiyetleri ve teşvikler gibi konular genellikle kamuoyundan gizlenir, bu da yolsuzluk ve rüşvet iddialarına yol açabilir.

Altın madenciliğinin önemli bir kısmını yabancı şirketler yönetmektedir. Türkiye’de faaliyet gösteren 18 altın madeni şirketinden 14’ü yabancı sermayeli şirketlerdir. Bu şirketler, Türkiye’nin zengin altın rezervlerine ve düşük işletme maliyetlerine ilgi duymaktadır. Örneğin, 2017’de Kanadalı Alamos Gold şirketi, Kaz Dağları’ndaki Kirazlı Altın Madeni projesi için sadece 1 milyon dolarlık bir ruhsat bedeli ödemiş ve 15 yıl boyunca vergi ödememe ayrıcalığına sahip olmuştur.

Altın madenciliğinin çevresel zararları oldukça ciddidir. Açık ocak yöntemi, ormanlık alanların yok olmasına, toprak erozyonuna ve su kaynaklarının kirlenmesine yol açar. Siyanür kullanımı, hem yeraltı hem de yerüstü sularını zehirler ve sızan kimyasallar canlıların yaşam alanlarını tahrip eder. Ayrıca, siyanür havuzlarının patlama riski de vardır. Örneğin, 1998’de Romanya’da bir siyanür havuzu patlamış ve Tuna Nehri’ne 100 bin ton siyanür karışmıştır.

Altın madenciliğinin sosyal zararları da önemlidir. Maden sahaları, genellikle yerel halkın tarım ve hayvancılık yaptığı alanlara kurulur ve bu, yerel halkın geçim kaynaklarını ve gıda güvenliğini tehlikeye atar. Ayrıca, tarihi ve kültürel miras alanlarına da zarar verir. Örneğin, Bergama’da, antik Allianoi kenti altın madeni projesi nedeniyle sular altında kalmıştır.

Altın madenciliği sektöründe yolsuzluk ve rüşvet iddiaları da mevcuttur. Yasal düzenlemelerden ve denetimlerden yeterince yararlanılmaz. Maden ruhsatları genellikle şeffaf olmayan bir şekilde verilir ve ruhsat alma sürecinde siyasi ve bürokratik ilişkiler önemli bir rol oynar. Çevresel etki değerlendirme raporları genellikle eksik veya yanlış bilgiler içerir ve onaylanması için rüşvet ve baskı söz konusu olabilir. Maden faaliyetleri sırasında yapılan denetimler yetersizdir ve çevre mevzuatına aykırı davranan şirketlere uygulanan cezalar caydırıcı değildir.

Sonuç olarak, altın madenciliği sektörü, Türkiye için ekonomik olarak yeterince faydalı olmayabilir ve doğaya verdiği zararlar telafi edilemez boyutlarda olabilir. Bu nedenle, sektörde daha şeffaf ve sürdürülebilir uygulamaların benimsenmesi gerekmektedir.

  • NHY, Deniz Çınar