Bir Monolog Aracı Olarak Sosyal Medya

Sosyal medya kavramı internetin yaşamınıza girmesiyle birlikte adeta dilimize pelesenk oldu. Özellikle toplumsal konularda, İçinde onun adının geçmediği bir sohbet yok gibi. O çok ciddi bir iletişim aygıtı; bu yadsınamaz bir gerçek. İşin bu yönünü tartışmak bu yazının konusu değil. Ben işin, diyalog değil de daha çok monolog yönüyle ilgilenmek istiyorum.

Hani şöyle ÅŸeyler olur ya; adeta bir kâbusta gibi bir ÅŸeyler söylemek isteriz, hatta bağırsak da sesimiz duyulmaz; muhatabımıza bir türlü ulaÅŸamayız… Ä°ÅŸte orada “sosyal medya” devreye giriyor; bizi muhatabımızla/muhataplarımızla yüzleÅŸtiriyor. Monolog ÅŸeklinde olsa da içimizi döküyoruz.

Ä°nsanlar; duygusunu, düşüncesini, sevincini, kederini paylaşıp rahatlıyor; ya da baÅŸka dertlerle kederleniyor veya seviniyor. Bütün bunlar “asosyal” bir ortamda klavyenin karşısında gerçekleÅŸiyor.

Adeta kimine göre, bir çeşit tatmin, kendini gösterme (daha çok da böyle kullanılıyor) aracı olarak da işlev görüyor.

Açık konuÅŸmak gerekirse ÅŸahsen ben de, saatlerle, günlerle iyi geçinemediÄŸim zamanlardayım ÅŸimdi. Beni yaralayan (iyi ÅŸeyler pek olmuyor zira) ÅŸeyleri/kiÅŸileri yazıyla anlatma çabasındayım. O nedenle sosyal medya benim içinde bulunmaz bir “nimet”. Topluma, insanlara baktığınızda, “insanın canı çıkıyor, can sıkıntısından”. Belki de hata bendedir; sokakda, kahvehanede, parkta, çay bahçesinde, yanıtlanamayacak “dua”lar ediyorumdur da ondan!…

Olgulara, olaylara evrensel bir perspektiften bakmaya çalışan biri olarak sokağa çıktığımda Türkiyeli sorunlarla/sorularla karşılaşıyorum. Kaybolan değerleri fark ediyorum, ancak onları alıp yerine koyacak gücü bulamıyorum kendimde.

Bu durumda; insanız sonuçta, yaşamı zehirleyen şeylere katlanmaya çalışıyoruz… Ama, insan kadın ya da erkek olsun, bütün bu olumsuzluklara tek başına katlanması çok zor. Yine kadın ya da erkek olsun, yanında kendini gerçek hissedeceği; hatta yanında kendini, tüm bedeni ve ruhuyla gerçekleştirebileceği birini arıyor. Kocaman olmuş sevincini kalbine sığdıramadığı günleri özlüyor. Dışarı çıkıp idam isteyen, lince susamış kalabalığı gördüğünde, o korkunç gerçekle göz göze geldiğinde, bütün düşleri aklının bir köşesinde soru işareti gibi kıvrılıp kalıyor. Oysa düşleri biraz önce ünlem işareti gibi dimdik ayaktaydı.

Böyle bir ortamda, günümüzün o, en popüler kavramı olarak, “demokrasi”, Metin ÃœstündaÄŸ’ın söyleyiÅŸiyle “halkın, kendi kendine gelin güvey olduÄŸu” bir retoriÄŸe dönüşüveriyor. Ä°ÅŸte o an insan, bazı ÅŸeylerin farkında biri olarak, yaÅŸamın ucuna (aslında sonuna) doÄŸru bir yolculuk içinde olduÄŸunu anlıyor.

Ezcümle ÅŸunu söylemeden geçmeyelim; sosyal medya anlamında, monolog ile kanayan tarafını, yaralı yerlerini belki bir ölçüde dikebiliyor insan. Ama uzun dönemde, bu tür bir monolog ile “dikilen” yerlerin ipleri atmaya, yaralar yeniden açılmaya baÅŸlıyor.

O halde, gerek sosyal medyada gerekse de yüz yüze diyaloglarda kendimizi “gerçek” kılacak kapılara yönelmeli. Zira yaÅŸamın gerçeÄŸi, insanın doÄŸası bunu gerektiriyor.
Monologun da fazlası zarar! Yoksa kafayı yememiz, suyun kaldırma kuvveti kadar gerçek olur mazalla.
Alın size bir monolog örneÄŸi olarak sosyal medya ya da ” öz-terapi” yazısı. Oldu mu bilmem; umarım devamı gelir.