Varoluşun Büyük Tiyatrosu

Özlü sözleri ve atasözlerini severim. Bir Çin Atasözü bu yazının esin kaynağı oldu.

“Başkalarını suçlayan kişinin hayat yolunda yürüyecek daha çok yolu vardır. 

Kendisini suçlayan kişi yolu yarılamıştır. Hiç kimseyi suçlamayan yolu tamamlamıştır.”

Atasözlerinin güzel bir özelliği vardır. Söylemesi yapmaktan daha kolaydır.

Tüm semavi dinler ve diğer tüm öğretiler, insanın bu yaşamdaki en büyük amacının deneyim ve tekâmül olduğunu anlatıyor bizlere.

Çinli büyüklerimizde kişisel sorumluluğun dönüştürücü gücünü, suçlamadan kendini yansıtmaya giden yolculuğu ve nihayetinde suçlamayı bırakarak bilgelik ve iç huzura ulaşmayı ne güzel vurgulamışlar.

Eylemlerimizin sorumluluğunu üstlenmek yerine, sorunlarımızın veya başarısızlıklarımızın suçunu dış güçlere veya diğer insanlara atfettiğimiz zamanlar olmuştur.  Benim de gençliğimde böyle bir dönemim oldu. 

Şimdi de ara ara -sorumluluktan sıyrılmanın dayanılmaz rahatlığı ile- oğlum suçluyor beni. Geçmişte ölmüş babamı suçlu koltuğuna oturttuğum anlar gözümün önüne gelince, normalleştirip üzerinde durmuyorum. Anlatmaya çalışıyorum dilim döndükçe, yaşadıklarımca, bilgimce. Bazen yorulduğumu hissediyorum. Ama kendi tekâmül yolunda attığım adımlarımı ve hala yolda olduğumu düşündükçe, onun daha yürüyecek çok yolu var diyor ve gülümsüyorum.

Tekrar dönelim ve adım adım bakalım mı bu ata sözüne? İlk eylem: Başkalarını/karşındakini suçlamak. Ne kadar orijinal! Bu işaret parmağınla karşındaki suçluyu işaret ederken, diğer üç parmağının sana dönük olduğunu unutmanın en basit yöntemi. Klasik! Ama gerçekçi olalım, dünyayı suçlamak bize bir şey kazandırmadı, kazandırmayacak, kazandırmaz.

İkinci perde: Kendini suçlamak, ya da kendini kurban gibi görmek. Ah, kendi kendine düşünme, kendi kendine konuşma. Yazık bana havaları, kimse değerimi bilmiyor, beni anlamıyor, hep benim başıma geliyor nedense tüm kötü olaylar.  Asil, dramatik, biraz melankolik. Tam bir kurban psikolojisi. Ama Shakespeare bile “Fazla abartıyorsun” derdi. Rolü sevdiysen kalabilirsin. Kurban olmanın da bir konfor alanı var tabi ki. Ama sana da yazık be kardeşim. Ayrıca kurban olduğunu düşünmekte sinsice başkalarını suçlamak demek.

Son hareket: Kimseyi suçlamamak. İşte bu bir olay örgüsünün değişmesi! Yaşamın sahnelerinde zarafet ve cesaretle doğaçlama yaparak senaryonun ötesine geçmek. Bir aydınlanma var sanki. İşte bu anda ve noktada sahnenizde bir ışık düşş olacak üzerinize.

Son perde kapanmadan önce, sahne ışığı üzerimizdeyken, tekrar kendi kendimize tekrarlayalım mı? Hayat suçu başkalarına atmaktan ibaret değildir; kendi hikayemizi/deneyimimizi yönetmekle ilgilidir. 

Bu yaşamda olmamızın bir amacı var. Diyelim ki var oluşunuzun ister spontane rastlantılar sonucu, isterse evrim yoluyla oluştuğunu düşünenlerdensiniz. Ama unutmayın, bu satırları okuyorsanız, 250 milyon spermden bir tanesinin, tüm vajina ve rahimden oluşan zorlu parkuru kat edip tüplere ulaşıp yumurtanın sert kabuğunu geçmeyi başarıp döllenmesiyle gerçekleşen mucize sonucu buradasınız. O zaman sıkça duyduğumuz bir soruyu soralım. Bu da mı tesadüf? 

Varoluşun büyük tiyatrosunda önemli olan replikleri kimin bozduğu değil, özgünlükle sahneyi kimin elinde tuttuğudur. Karşınıza hangi zorluklar çıkarsa çıksın, enerjinizi şüphe, pişmanlık, suçluluk ve korku ile boşa harcamadığınız yaşam sahnenizde, amaçlar ve idealler yaratarak ve bunlar uğruna yaşayarak ön plana çıkın, selamlayın ve yaşamınızın başkalarına ilham vermesine izin verin. 

Ve perdeyi zarafetle kapatın…

A. Semih İŞEVİ
Latest posts by A. Semih İŞEVİ (see all)