Üniversite yıllarımda, meditasyon yapma fikrine kapıldığım bir dönemdi. Meditasyonla ilgili okuduğum tüm şeyler öylesine davetkardı ki, bu işi yapmayı başarırsam muradıma erebileceğimi sanıyordum sanırım. Ama işler pek arzu ettiğim gibi gitmedi. Bazen bir yoldan ararken, cevap tam aksi istikametten gelir. O gün de öyle oldu. Meditasyon yapmak değil ama meditasyon yapamamak o gün için olmasa da bir süre sonra cevabı bulmama yardımcı oldu.
Niyetim meditasyon konusunu anlatmak değil. O kavramı anlatabilecek biri zaten hiç değilim. Geçmiş zaman; derdim tasam neydi hatırlamıyorum ama sonsuz mutluluğa giden yolun arayışına girmiştim ve meditasyon yaparsam onu bulabileceğim gibi bir fikre kapılmıştım okuduklarım sayesinde. Neyse efendim… Okudum, hazırlandım. Evin en tenha köşesine meditasyona başlamak üzere yerleştim ve başladım mutluluğu aramaya! Kitaba göre yaşadığım en büyük mutluluğa odaklanmam; o mutluluk duygusunu hissetmem ve yeniden bir kez daha yaşamam gerekiyordu. Yani sanırım böyle bir şeydi ya da ben öyle anlamıştım.
Ben de en büyük mutluluğumu hatırlamaya çalıştım önce. Filan olay mıydı? Hayır, değildi herhalde. Evet, çok sevinmiştim ama şimdi fark etmekteydim ki şimdi bir kere daha hissedebileceğim kadar derin bir mutluluk bırakmamıştı gerisinde. O değilse, şu muydu? Yoo… Tamam, bu olayda da aynı önceki olay gibi çok mutlu oluştum ama şimdi düşününce görüyordum ki o da gelip geçmişti…Demek ki o kadar da mühim bir mutluluk değildi. Böyle bir- iki tane daha arayıştan sonra moralim bozulmaya başlamıştı. Ve ben meditasyon fikrini bir kenara bırakıp kara kara düşüncelere dalmıştım ‘Ben hiç mi mutlu olmadım hayatımda’ diye. İnsan bir tane bile mutluluk anısı bulamaz mıydı sonuçta!? O günden sonra bu başarısız deneyimim ne zaman aklıma gelse gölgelenir olmuştu düşüncelerim. Sonsuz mutluluğu ararken mutsuzluğun içine yuvarlanmıştım resmen. Bir daha denememeye karar vermiştim meditasyon yapmayı. Ama mutluluk konusu her zamankinden daha çok kurcalar olmuştu aklımı.
Hayat aradığımız cevapları mutlaka çıkarır karşımıza. Birkaç ay sonra, bir yaz gününün tatlı, kızıl bir akşam üstü saatinde, memleketimin çok iyi tanıdığım sokaklarından birinde batmakta olan güneşi arkama almış doğu yönünde yürümekteyken, bir mağazadan süzülerek gelen çok sevdiğim eski bir melodi, nereden esip geldiğini anlayamadığım çok eskilerden tanıdık bir koku ve ben kesişiverdik, aynı anda daha önce de bir yerlerde kesiştiğimizi anımsarken. Durdum… Evet…O kokuyu, o sesi, o kızıllığı daha önce de yaşamıştım. Sihirli bir değnek dokunmuş gibi gamsız, kedersiz tam bir mutluluk hali içinde bulmuştum kendimi birdenbire. Mağazanın kapısının hemen sağındaki, iki duvar arasındaki çıkıntıya yaslandım. Melodinin uyandırdığı hisler, ara ara eserek gelen koku ve sıcacık kızıllığın içinde, gözlerim istemsiz bir şekilde yarı kapanmış ve sanki kendimi izler bir halde sonsuz bir mutluluk içindeydim. Bir yandan da çevrenin dikkatini çekmemem gerektiğine dair aklıma gelen düşünceleri kovalıyordum zihnimden. Müzik bittikten sonra kısa bir süre daha kaldım o mutluluk halinin içinde. Sonra yavaş yavaş önceki düşünce halime geri döndüm. Ah…Keşke o an zaman dursaydı da hep kalsaydım o mutluluk halinin içinde.
Daha sonraki zamanlarda da buna benzer pür mutluluk hallerimi sık sık anımsamaya başladım çocukluğumdan ve ilk gençlik yıllarımdan hatırıma düşen kesitler sayesinde. Hiçbirinde havalara uçuran, kahkahalar attıran olaylar yoktu. Bahsettiğim şey bir oluş haliydi, her şey normal akışı içindeydi ve ben, beni ben yapan hiçbir şeyi yargılamıyordum. Herkesle ve olan biten her şeyle barışıktım. İşte tüm bunları yeniden yaşarken anladım o kitabın yapmayı tavsiye ettiği şeyi. Anlatılanları yanlış anlamıştım, çünkü mutluluğun bir şeylere, olaylarla, kişilerle bağlı olduğunu sanıyordum. Oysa şimdi anlamaktaydım ki mutluluk bağımsızlığın ta kendisiydi. Bir sohbetimiz sırasında, düzenli meditasyon yapma alışkanlığı olan ODTÜ’den bir hocamın meditasyonla ilgili ‘İlla ki bir şekil, pozisyon almaya gerek yoktur. Sadece onu yaşayarak, onunla arana hiçbir düşünce, yargı, kaygı…vs. koymadan bir şiir okursan, bir resim yaparsan, bir yazı yazarsan, bir varlığı kayıtsız şartsız seversen meditasyon yapmışsındır zaten’ derken ne demek istediğini de artık anlamıştım. Meditasyon kavramı özgürlük, güven, sevgi ve mutluluğun ayrılmaz ilişkisini, birliğini anlamama aracı olmuştu böylelikle. Mutluluğun güvenmekle, özgürlükle ve sevmekle olan ilişkisi et ve tırnağın ilişkisi gibidir; birinin olmadığı yerde diğerleri de tam olarak var olamaz.
Bir mutluluk resminin içinde, örneğin annen vardır, dostların vardır ama egoist bir ‘ben’ yoktur. Mis gibi bir kahve kokusu, tarçınlı kurabiye kokusu, çorba kokusu, yağmurdan sonra gelen toprağın kokusu vardır belki bir yerinde. Pencerenin önüne her gün gelen ekmek verdiğin kuş vardır. Ama bana kalırsa hepsinden öte uzun sessizlikler, konuşmadan anlaşmalar, yoğun hissetmeler, birlikte mezara gidecek sırlar vardır. Gürültü, patırtı yoktur; belki o yıldızlı göklerin dönmeye ne zaman başladığını derin derin düşündüren bir gitarın, kimseyi kimseye şikayet etmeme olgunluğuna davet eden bir udun sesi vardır. İsmini söyleyişinden seni ne çok sevdiğini anladığın bir yâr ise mutlaka vardır.
Eski günlerini ‘Fakirdik ama mutluyduk’ diyerek yâd edenler fakirliğe eksiklik, eziklik gibi yerinecek anlamlar yükleseydiler, bugün o cümleyi kurabilirler miydi acaba? İnsan olmaya dair acı tatlı bütün insanlık hallerini olduğu gibi kabul edip, zaman zaman zor gelse de oflanıp puflanmadan, yaşamaya devam etme isteğidir, yaşamayı kayıtsız şartsız seviştir, kabul ediştir mutlu olma hali.
Bugün, insanların kendi elleriyle kurdukları doğallıktan, sessizlikten, samimiyetten, eşitlikten, dürüstlükten nasiplenemeyen, kolumuzu çoktan kaptırdığımız hayat şartlarının içinde yargıları, savaşmayı, koşuşturmayı, kazanmaya çalışmayı bir kenara koymayı başarmak hiç kolay değil. Ama yine de bu düzenin sonucu sadece daha çok mutsuzluk olacağı belli yarışlarından, hiç değilse bir kısmından çekilip hırsların yerine azmi, yargıların yerine anlayışı, kaygıların ve korkuların yerine kabul edişi koymayı, almadan verebilmeyi, sevilmesek de sevmeyi bir denemeye değmez mi? Hiç değilse evimizin kapısından girince kavgayı gürültüyü, onu, bunu, şunu…vs. dışarıda bırakıp sadece mutluluğa niyet etmeye değmez mi hayat?
Artık mazi olan yerlerde bıraktığımız mutluluklarımızı bulmak umududur bizi kaçıp oralara gitmemiz için dürtüp duran his. O sokaktan bir kere daha geçebilmek, o ağacın altında bir kere daha oturabilmek, içine giremesek de o okulun önünden bir kere daha geçebilmek mutlu olmayı özlediğimiz için titretir içimizi. O evin çoktan yıkıldığını gördüğümüzde de üzerine değerlerimizi kurduğumuz kutsallarımızın ayaklar altına alındığına tanıklık ettiğimizde de işte bu yüzden hüngür hüngür ağlarken buluruz kendimizi. Ve işte bu yüzden hayat mutluluğa niyet etmeye değerdir.
Hatırlamaya çalışmalıyız içinde koşulsuz sevgilerimiz olan hikayelerimizin tadını. Ve mutluluğun tadını, insan oluşumuza dair tüm hallerimizin içine katmalıyız hikayemizin sona ereceği ana kadar…
FotoÄŸraf: Ergin Topcu
- Hatıralar - 1 Ekim 2024
- DoÄŸruluk mu? Cesaret mi? – Elif DemirbaÅŸ Topçu - 2 Haziran 2024
- Onsuz da Olmay… - 4 Aralık 2023