Prof. Dr. Füsun Üstel, Galatasaray Üniversitesi’nin çok değerli hocalarından biriydi. Tarihi binamız yandığında Uluslararası İlişkiler Bölümü bizim binaya taşınmıştı. Hoca’yla birkaç yıl yan yana odalarda oturduk. Hava almaya çıktığımız çatıda bir sigara molası boyunca sohbet ederdik. Çok çalışkandı, odasında sürekli bir şeyler okur veya yazarken görürdük onu. Kadın olmaktan ödün vermeyen tarzıyla, kıpkızıl uzun saçları, her zaman bakımlı görünümüyle, hayat deneyimi, bilgisiyle, ağırbaşlı sükunetiyle ve her şeyden önemlisi cesaretiyle bende her zaman hayranlık uyandırmıştır. Cesaret siyasette en önemli erdemdir. Cesaret yoksa diğer erdemleri de bünyeye getirerek, kamusal alana sokarak iyi bir hayat kuramayız.
Füsun Üstel’in Makbul Vatandaşın Peşinde başlıklı, ilk kez 2004 yılında İletişim Yayınları tarafından yayımlanan eseri yedinci baskısını yapmış bu yıl. Bu eser, Türkiye’de devletin istediği vatandaş tipinin,II. Meşrutiyet’ten günümüze, “vatandaşlık terbiyesi” yoluyla nasıl inşa edildiğini tartışır. Ulus devlet kurma sürecinde vatandaşlığın artık “Vatan”, “Millet”, “Devlet” tanımlarına göre belirlendiğinin altını çizer. Benim hep merak ettiğim şeyler arasında, devletin makbul saydığı vatandaşın üretilmesine kurumların ve söylemlerin nasıl katkı sağladıkları olduğu kadar, Füsun Üstel gibi makbul sayılmayan cesur öznelerin nasıl hep var olabildikleridir. İktidar, üretmek istediği makbul vatandaşı ürettiği halde, çok sayıda bireyin de, başkalarından ve birbirinden öğrenerek kendi kendilerini farklı bir vatandaşlık kavramıyla özneleştirmelerinin ve iktidarın uyguladığı şiddete direnmelerinin önüne geçemiyor. Barış Akademisyenleri bu etik sorumluluğun güzel bir örneğini verdiler. Bunun başka pek çok örneği de var bu ülkede. Bu memleket, sadece kendi bekasıyla ilgilenmeyip başkalarının hak ve özgürlüklerini savunanlar var olduğu için yaşamaya değer bir ülke olmaya devam edebiliyor.
İnternetten erişilebilen Füsun Üstel, Sami Gülgöz ve İpek Gürkaynak tarafından hazırlanan ERG Eğitim Reformu Girişimi’nin Eleştirel Düşünme Raporu’nu okumanızı öneririm. Füsun Üstel’in savunduğu vatandaşlığın nasıl bir eğitime dayandığını anlamak için bu belgeye bir göz atmak yeterlidir. Raporun başında eleştirel düşünme şöyle tanımlanıyor: “Eleştirel düşünme, bireylerin amaçlı olarak ve kendi kontrolleri altında yaptıkları, alışılmış olanın ve kalıpların tekrarının engellendiği, önyargıların, varsayımların ve sunulan her türlü bilginin sınandığı, değerlendirildiği, yargılandığı ve farklı yönlerinin, açılımlarının, anlamlarının ve sonuçlarının tartışıldığı, fikirlerin çözümlenip değerlendirildiği, akıl yürütme, mantık ve karşılaştırmanın kullanıldığı ve sonucunda belirli fikirlere, kuramlara veya davranışlara varılan düşünme biçimidir.” Böyle bir eğitimin toplumda radikal bir zihniyet dönüşümü meydana getireceği bence de aşikâr. O zaman, barış istemenin suçlanması gibi bir hukuk garabeti de yaşamayacağız.
Füsun Üstel, Barış Bildirisi’ne imza attığı için mahkeme tarafından kendisine verilen 1 yıl 3 ay hapis cezasının ertelenmesini istemedi. Savunması, kendisine isnat edilen suçun düşünce özgürlüğü kapsamında anayasal bir hak kullanımı olmasından ibarettir. Cezanın İstinaf Mahkemesi tarafından onanmış olmasının ve yakında hapse girecek olmasının kişisel bakımdan onun için bir önemi olacağını ben hiç sanmıyorum. Düşünceyi hapis korkusu veya kapatılma değil, sadece daha iyi dokunmuş, daha açıklayıcı başka bir düşünce değiştirebilir. Korkmayı reddeden üzerinde korkunun ne etkisi olabilir? Bununla beraber, Füsun Üstel’in hapse girmesinin bu ülkenin tüm vatandaşları için gözden kaçırmamamız gereken bir anlamı kesinlikle var. Bu olay, asla, sadece Füsun Üstel’i ilgilendiren bir olay değil. Siyasi bir anlamı var: Militan “milli güvenlik yurttaşlığı”nın başkalarının insan haklarına saygıya ve cesaret erdemine dayalı demokratik yurttaşlığı ezme sürecinde önemli bir adım bu. İşte bu sebeple, etik, insan haklarına ve eleştirel düşünmeye dayalı demokratik bir vatandaşlık anlayışından yana olan herkes Füsun Üstel’in hapse girmesine karşı çıkmalıdır.
Haksız yere cezalandırılmak, erdemli insanı ahlaki bakımdan küçültmez; bu cezayı ona verenler, uygulayanlar ahlaki ve siyasi bakımdan yara alırlar. Sokrates Atina onu yargıladığında kendisi için değil, Atina için üzüldü; doğru bildiği pratiği savunmaktan vazgeçmedi, hapisten korkmadı, sürgünü tercih etmedi. Kendi değerlerini feda etme anlamına gelecek bir geri adım da atmadı; dik durdu. Sonuç olarak ‘iyi’ bir yurttaşın görevi, devleti gerekirse sert bir şekilde eleştirmektir. Umarım bunun değerinin anlaşıldığı bir Türkiye’de yaşarız.
- Otomatik Portakal ve Belirlenimcilik - 6 Kasım 2020
- Simone de Beauvoir’ın İkinci Cinsiyeti - 1 Kasım 2020
- Duygular ve Sözler - 10 Ekim 2020