Kurtuluşa direnişe akan, Kızıldere 

“Ölmek bir şey değil, yaşamamak korkunç”
Victor Hugo

“Vur emri”, 12 Mart ürünüdür. İttihat ve Terakki döneminden kalan bir kavramdır. Günümüzde uygulamaya geçişi de 8 Eylül 1971 tarih ve 1481 sayılı yasayla gerçekleşmiştir. [1] “Vur emri”, burjuva devletinin acizliğini ve güçsüzlüğünü simgeleyen bir kavramdır. Bugün ülkemizde bu emir güvenlik güçlerine verildiyse, hiç şüphesiz ki bu olgu, siyasi iktidarın çaresizliğini ortaya koymaktadır. Kokuşmuş burjuva düzenine isyan eden, direnen güçler için, devrimciler için, sol için uygulama alanına konulmuş bir kavram ve uygulama şeklidir. “Vur emri” 12 Eylül 1980 faşist yönetimde de, geniş bir uygulama alanını bulmuştur. Bu emre uyanların hiçbiri bugüne kadar yargılanmamıştır. Bu tıpkı 30 Mart 1972 Kızıldere’de 68 kuşağının fermanından bugüne kadar ve belki de gelecek kuşaklara değin intikal edilecek faili meçhulleri meşrulaştırmak içindir “vur emri”!

Halen Türkiye solu tartışılıyorsa, hiç şüphesiz ki bunda 68 kuşağının etkisi yadsınamaz. Farklı örgütlerin gençleri birbirinin uğruna kendilerini feda ediyorsa, devrim kıvılcımının geride bıraktığı alev hiç sönmeyecek demektir. Onların kahramanca eylemleri, gençlerin gözünde birer efsaneye dönüşmelerine yol açmıştır.

30 Mart 1972 katliamı; egemen güçlerin kuşandığı faşist zihniyetin bugünlere kadar uzanan tutum ve

politikalarının kavranması ile ilgili önemli ipuçlarını da vermektedir. Kızıldere katliamının hesabı sorulamadığı için benzeri olaylar günümüzde de süregelmektedir [2].

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 16 Mart 1971 tarihinde Sivas’ın Gemerek ilçesinde yakalanmışlardı. Toplumun büyük kesimi Deniz’lerin idam edileceğini biliyordu. Çünkü başta Nihat Erim Hükümeti olmak üzere Mecliste milletvekilleri dâhil toplumun büyük kesiminde bırakılan intiba buydu.

Olayı izlemekte olan Kızıldere Muhtarı Emrullah Aslan 1988 yılında şunları anlatmıştır:

Mahir dedi ki “Mehmetçikler, sizi bizim üstümüze gönderiyorlar… Siz nerede olduğunuzu bilmiyorsunuz. Siperlerinizi almamışsınız. Biz size kurşun atmayız.”

Sağ çıkan sadece Ertuğrul Kürkçü değil; Saffet Alp de yaralı ama sağ çıkabilmiştir. Savaş koşullarında bile yapılmayacak bir şekilde 23 yaşındaki bu gencecik insan alnına sıkılan kurşunla infaz edilmese idi [3].

Kızıldere Olayı diye anılan olay, Mahir Çayan, Hüdai Arıkan, Cihan Alptekin, Nihat Yılmaz, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Ömer Ayna, Saffet Alp isminde 10 devrimci genç ile Gordon Banner, Charles Turner ve John Law isminde 3 yabancı sivilin öldürüldüğü olaydır.

Mahir Çayan ve arkadaşları, 27 Mart 1972 Pazartesi günü Deniz’lerin idamını engellemek için Ordu’nun Ünye ilçesindeki NATO üssünde yabancı görevlileri kaçırdılar. Bunlar İngiliz Gordon Banner ve Charler Turner ile Kanadalı John Law adlı radar teknisyenleriydi. Mahir, Ertuğrul, Hüdai, Cihan, Nihat, Ertan ve Ahmet, kaçırdıkları üç teknisyenle birlikte kendilerini Tokat’ın Niksar ilçesinin Almuç Dağı eteklerindeki yörenin en büyük köyü olan Kızıldere (şimdiki adı Ataköy)’nde bekleyen Dev-Genç Genel Sekreteri Sinan Kazım Özüdoğru, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği yöneticisi Sabahattin Kurt, THKO’den Ömer Ayna ve Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü’nün kurucusu olarak aranan üsteğmen Saffet Alp ile buluşarak muhtarın evinde mevzilendiler. Ankara Merkez Komutanlığında görevli Tümgeneral Tevfik Türün komutasındaki askeri birliğin yanı sıra MİT Müsteşarı Korgeneral Nurettin Ersin ve Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Vehbi Parlar, MİT Kontrgerilla (Kontrterör) Daire Başkanı Mehmet Eymür, Kontrgerilla uzmanları, Özel Harp Dairesi görevlileri ile birlikte muhtarın evi abluka altına alındı. Mahir ve arkadaşları kendilerini ihbar eden kişilerin uğruna ölümü göze almışlardı.

Mahir, askerlerle iletişime geçmek için çatıya çıkarak, “Sıradan askerleri çekin üst düzeyler gelsin”. Biz bu yola dönmek için değil ölmek için girdik.” Dedikten sonra, komutan, devrimcilerin arasından bir veya birkaç kişinin çatıya çıkmasını ister. Görüşme yapılması isteğine uyarak açılır. “Bu ateşin kimin emriyle açıldığı ve neyi amaçlamış olduğu bugün de açıklığa kavuşmuş değildir. Teknisyenlerin çatıya Kürkçü, Mahir Çayan, Cihan Alptekin ve Saffet Alp çatıda beklerken ansızın üzerlerine ateş ve devrimcilerin tümünü uzun bir kuşatmadan sonra askeri açıdan dahi sağ olarak ele geçirilmelerinin mümkün olduğunu konuyla ilgilenen hemen hemen her uzman belirtmiştir. Ancak o dönemde 12 Mart askeri cuntasının asıl hedefinin bir arada kıstırdığı solun genç önderlerini bir an önce “vur emriyle” ‘temizlemek’ olduğunu tahmin etmek çok da güç değildir. Mahir Çayan başından yediği kurşunla vurulur ve hemen orada can verir, ardından İngiliz ve Kanadalı teknisyenler öldürülür. Kerpiç evde bulunan devrimcilerin silahlarının atış menzili dışında kalan güvenlik kuvvetlerinin uzun menzilli silahları ile yağdırdıkları mermilere karşı koyamayan, buna karşılık siper aldıkları duvarları kolayca delen makineli tüfek mermileriyle isabet alan devrimcilerden Ömer Ayna gözünden vurulur. Cihan Alptekin karnından yaralanır. Ertuğrul Kürkçü dışındakilerin çoğu ölürken, Ertuğrul Kürkçü evin bitişiğindeki samanlığa geçerek saklanır. Evden gelen silah atışlarının kesilmesi üzerine otomatik silahlarla etrafı tarayarak eve girenler can çekişmekte olan Saffet Alp’i infaz ederler. Ertesi gün ölülerini almak üzere gelen yakınlarının teşhisleri sırasında Ertuğrul Kürkçü’nün babasının ölenler arasında oğlunun bulunmadığını söylemesi üzerine köyde yapılan ikinci operasyonda Ertuğrul Kürkçü de yakalanır.

Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin tarihinde “Kızıldere Katliamı” dünya kamuoyunda büyük tepkilere yol açmıştı. Ancak yapılan bütün yanlış bilgilendirme, saptırma ve spekülasyonlara rağmen devletin bu “katliam”ı savunması ve meşrulaştırabilmesi mümkün olmamıştır. Halkın vicdanı Kızıldere’de öldürülenlerin yanında yer almıştır.

İdam sehpasındaki yoldaşlarına kendi canlarını ortaya koyarak sahip çıkan 68 kuşağı devrimcilerin yalın kahramanlığı ve yoldaşlığının ta kendisidir Kızıldere.

Ezilen ve sömürülen halklara ölümün bir yok oluş değil, kurtuluşa uzanan bir yol olduğunu göstermiştir Kızıldere…

Bir acının hüznünü bir sevdanın tomurcuğuna dönüştürmenin adıdır Kızıldere…

Kızıldere, bir katliamın ilk ve son örneği değildir.

30 Mart 1972, tarihin kirli, katliamcı ve kanlı bir sayfası olarak geçtiğini tüm dünyaya ilan etmiştir.

Kızıldere, farklı örgütlerden olsalar bile yoldaşlarını yalnız bırakmama çabasıdır. Türkiye solu siyasi tartışmalarında hala 68 kuşağının etkisini taşıyor ve Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya geçtiğimiz yüzyılın Türkiye’deki en önemli sol kahramanları olarak anılmaya devam ediliyorlarsa, bu onların tarihi devrimci cesaretlerindendir.

30 Mart Kızıldere’de katledilen Mahir ve arkadaşları, 6 Mayıs Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı ve nihayet 18 Mayıs’ta Diyarbakır Cezaevi’nde işkence edilerek katledilen İbrahim Kaypakkaya [4] devrim tarihine önemli not düşmüşlerdir.

Kızıldere, direnme kültürünün sembolüdür.

Kızıldere katliamında “vur emri”ni verenler ve uygulayanlar hakkında hiçbir işlem yapılmamıştır.

Her zaman saygıyla andığımız sevgili hocamız, değerli şairimiz Adnan Yücel’in bir şiiriyle bitirmek istiyorum.

Şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
Bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!


[1] Halil Nebiler, Ben Devletim: Vururum; Yargısız İnfaz (BDS yayınları, İstanbul, 17 Ekim 1993)

[2] İsmail Şengül, Kızıldere katliamını unutmadık (Kültür ve Sanat Dergisi, sayı 69)

[3] http://t24.com.tr/yazarlar/murat-bjedug/tanik-anlatimlariyla-kizildere-iddianamesindeki-yalanlar,4911

[4] http://haberkibris.com/pasa-kizildere-olayini-yazdi–2012-04-01.html

Mazhar ÖZSARUHAN
Latest posts by Mazhar ÖZSARUHAN (see all)