Bazı coğrafyalar, haritalarda hep aynı yerde durur ama zaman içinde başka başka anlamlara gelir. Filistin işte o yerlerden biridir: bir halkın toprağını kaybettiği, sesini yitirdiği ama onurunu terk etmediği yer. Burada tarih, tarihin kendisine rağmen yazılmaya çalışılır. Çünkü Filistin’de bastırılan sadece insanlar değildir; bastırılan, hakikatin bizzat kendisidir.
Bu coğrafyada, taş sadece bir kaya parçası değildir; çocuksuz bir annenin mezar başında tuttuğu dua, gözaltına alınmadan önce son kez savrulmuş bir öfke, duvarsız bir evin savunmasıdır. Kurşun ise, çoğu zaman adı bile bilinmeyen bir çocuğun bedeninde suskunlaşır. Ve her bastırılan çığlık, dünyanın başka bir köşesindeki sessizliğe dönüşür.
Ama bu sessizlik, yalnızca bir halkın maruz kaldığı bir kader değil; aynı zamanda dünyanın ortak suçudur. Yüz yıllık işgalin, mülteci kamplarının, yıkılan evlerin ve sansürlenen görüntülerin ortasında inşa edilen sessizlik, uluslararası düzenin bilinçli bir suskunluğudur. Ve bu suskunluk, her gün yeniden üretilir: diplomatik dengelerle, medya montajlarıyla, korkuya dayalı denge siyasetleriyle.
Oysa bu sessizlik her zaman paylaşılamadı. Bazı insanlar bu sessizliği taşımadı; kırmak için yola çıktı. İşte bu yüzden, Filistin yalnızca bir coğrafya değil; vicdanı olan herkes için bir çağrıydı. Yaser Arafat, yalnızca bir lider değil, dünya halklarını bir direnişin parçası olmaya davet eden bir simgeydi. Filistin, Üçüncü Dünya devrimlerinin ortak vicdanıdır. O yüzden 1960’lardan itibaren Kübalı devrimciler, Latin Amerikalı gerillalar, Afrikalı anti-sömürgeciler ve Türkiye’den yola çıkan devrimciler Filistin’e aktı. Çünkü orası sadece Filistinlilerin değil, insanlığın da kalbinin attığı yerdi.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan da o kalbe yürüyenlerden oldular. 1969 yılında Filistin’e giderek El-Fetih saflarında eğitim aldılar. Ellerine silahı orada aldılar ama asıl taşıdıkları şey, halkların kardeşliği inancının ağırlığıydı. Filistin’de öğrendikleri sadece gerilla savaşı değildi; adaletin bir coğrafyaya değil, insana ait olduğu fikriydi. Onların İstanbul’da başlayan isyanı, Ürdün’deki kamplarda yeni bir anlam kazandı. Ve bu yüzden onların idamı, yalnızca Türkiye’de değil; Beyrut’ta, Gazze’de, Amman’da da yankılandı. Çünkü onlar da o büyük sessizliğe bir çatlak açmak istemişlerdi.
Ama o çatlak, kanla doldu. Sabra’da, Şatilla’da, Cenin’de, Han Yunus’ta… Ve hâlâ her gün yeni çocuk isimleriyle büyüyor. Gazze’de karanlıkta doğan bebekler, ambulanssız sokaklarda ölen yaşlılar, her bombardımandan sonra yeniden kurulan okullar… Her biri, Sessizlik Kitabı’nın adını bilmediğimiz ama asla unutmamamız gereken sayfalarıdır. Çünkü her sessizlik bir sabah yeniden bombalanan bir evde yankılanır. Ve her hatırlama, gecenin içinden yükselen bir ağıt olur.
Ama ne yazık ki, bu suskunluğu yalnızca korku değil, çıkar da büyütüyor. Bugün kendilerini Filistin’in dostu olarak ilan eden birçok yönetim, kameralar önünde yürek dolusu sözler sarf ederken; kameralar kapandığında İsrail’le olan ticaret anlaşmalarını artırıyor. İsrail ordusunun tankları Filistinli çocukların evlerini yerle bir ederken, bu ülkeler aynı orduya yakıt, teknoloji ve gıda sağlıyor. Filistin için gözyaşı döken eller, bir yandan İsrail’le milyarlarca dolarlık ticaret imzalıyor. Bu utanç, söz ile eylem arasındaki uçurumda yankılanıyor.
Daha da kötüsü, bu ikiyüzlülüğü bir yardım estetiğiyle örtmeye çalışıyorlar. Gönderdikleri un çuvalları, yıktıkları evlerin vicdani bedelini ödemiyor. Bir hastane yaptırmak, bir savaşın sessiz ortağı olmanın kefareti değildir. Çünkü bu yardımlar çoğu zaman sessizliği çoğaltmak, vicdanın sesini bastırmak için yapılan törenlerdir. Onlar, Filistin’e gitmez; Filistin’den uzaklaşılan vicdani konfor bölgelerine kurulur. Ve o yardımlarla gelen suskunluk, işgalin en kurnaz müttefikidir.
Sessizlik Kitabı, burada yalnızca bastırılmış bir halkın değil; onların yanında yürümüş, onların acısını kendi onuruna katmış devrimcilerin de kaydını düşer. Çünkü bazen susan bir halk değil, onu yalnız bırakan bir dünyadır. Ve bazen, bir halkın suskunluğu, başka halkların haykırışına dönüşür.
Bu yüzden bu bölüm yalnızca Filistin için değil; sınırlar ötesinde direnişin ortak dili için yazılmıştır. Taş atan çocuğun eline silah değil, söz verilmediği için yazılmıştır. Ve o söz şimdi, bir deftere kazınıyor:
Adaleti konuşmanın suç olduğu zamanlarda, susmamak bir eylemdir.
Hatırlamak, en insani direniştir.
- Kutsal Suskunluk - 20 Haziran 2025
- Sessizlikte Gömülenler: Savaş, Sermaye ve Sessiz Tanıkları - 16 Haziran 2025
- Çocuğun Temsili ve Sessizlik Estetiği - 13 Haziran 2025