Evrenin derinliklerinde patlayan yıldızlar, milyarlarca yıl boyunca genişleyen bir kozmik sahnede sayısız gezegen ve canlı varlıkları şekillendiren malzemeleri yayar. Bu yıldız tozları, bilimsel olarak evrenin yapı taşlarıdır; bizler, yeryüzündeki her şey, bu kozmik tozun bir ürünüyüz. Bir anlamda, hepimiz yıldızların çocuklarıyız. Bu bilimsel gerçek, hem Batı hem de Doğu felsefelerinde var olan “varlığın birliği” anlayışıyla şaşırtıcı bir uyum içinde.
Baruch Spinoza, evrendeki her şeyin tek bir özden türediğini savunurken, Tanrı ve doğayı birbiriyle eş tutar: Deus sive Natura — Tanrı ya da doğa. Spinoza’ya göre, evrende birbirinden ayrı, yalıtılmış varlıklar yoktur; her şey bu tek ve sonsuz özün farklı yüzleridir. Bu kozmik birlik fikri, bilimsel düzlemde yıldız tozundan var olduğumuzu anladığımızda daha da anlamlı hale gelir. Hepimiz aynı evrensel malzemeden meydana geldik, aynı kaynağın birer parçasıyız. Bizim aramızdaki ayrım sadece bir illüzyon, tıpkı Spinoza’nın varlıkların özde aynı olduğunu savunması gibi.
Doğu felsefesine döndüğümüzde de karşımıza çıkan vahdet-i vücut (varlığın birliği) anlayışı, evrendeki her şeyin Tanrı’nın bir tezahürü olduğunu, farklı formlar alsa da özünde bir olduğunu savunur. Tanrısallığı bir kenara bırakarak bu öğretiyi modern bilimle yeniden yorumladığımızda, yıldız tozundan oluşmuş olmamız, bu birliğin maddi bir karşılığı haline gelir. Vahdet-i vücut, evrendeki tüm varlıkların tek bir varlığın yansımaları olduğunu söylerken, bizler bu öğretiyi bilimle birleştirerek her şeyin aynı elementlerden var olduğunu söyleyebiliriz.
Eğer yıldız tozundan oluştuysak, hiçbir şey birbirinden tamamen ayrı ve uzak değildir. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler, gezegenler ve yıldızlar; hepsi aynı kozmik maddeden doğar. Doğanın bu sonsuz döngüsü, ölümün ve yaşamın da bir dönüşüm olduğunu gösterir. Tıpkı bir insanın ölümünden sonra bedenindeki elementlerin yeniden doğanın döngüsüne katılması gibi, bir yıldızın ölümü de evrenin başka bir köşesinde yeni bir doğumu başlatır. Mikro kozmostan makro kozmosa kadar her şey, bir başlangıç ve bir sonla dönüşür; ancak bu döngü hiç sona ermez, sadece yeni formlara bürünür.
Bu döngüsel yapı, bize varoluşun bir sürekliliğini ve evrensel bir bağı hatırlatır. Ayrı olduğumuzu düşündüğümüz her şey, gerçekte aynı kaynağa dayanır. İster insanoğlu olsun, isterse uzak galaksilerdeki yıldızlar, her varlık aynı kozmik oyunun bir parçasıdır. Bu birlik, hem felsefi hem de bilimsel bir gerçeklik olarak karşımıza çıkar ve insanın evrendeki yerini daha derin bir anlamda düşünmemizi sağlar.
Vahdet-i vücut felsefesi, insanı ve doğayı Tanrı’nın bir parçası olarak görürken, Spinoza’nın felsefesi, doğanın kendisini Tanrı ile eş tutar. Bizler, bu felsefeleri Tanrı kavramından bağımsız ele aldığımızda, yıldız tozundan oluşmuş olma gerçeğiyle bu anlayışlara bilimsel bir temel kazandırabiliriz. Varlığın birliği, hem felsefi bir bakış açısıyla hem de bilimsel bir gerçeklikle iç içe geçmiş durumda.
Sonuç olarak, evrende her şey birbirine bağlıdır. Hiçbir şey bir diğerinden tamamen ayrı değildir; çünkü tüm varlıklar aynı yapı taşlarından oluşur. Bu, insanın kendini evrende daha derin bir anlamla konumlandırması gerektiğini de gösterir. Yıldız tozundan var olan bizler, evrendeki her varlığın bir parçasıyız ve bu bağ sayesinde her şeyle bir bütünüz. Varoluşun bu kozmik birlikteliğini anlamak, hem doğaya hem de insanlığa dair daha derin bir farkındalığa ulaşmamıza yardımcı olabilir.
Yıldızlardan gelen varlıklar olarak, bizler evrenin kendisinde yansıyan birer parçayız. Bu yüzden, ne kadar uzak görünürse görünsün, hiçbir şey birbirinden kopuk ve bağımsız değildir. Her şey aynı başlangıç noktasından gelmiştir ve aynı kozmik döngünün bir parçası olarak, sonsuz bir dönüşümün içindedir.
Kaynak: Hasan KAYA
- Kozmik Birlik: Hepimiz Yıldızların Çocuklarıyız - 9 Ekim 2024
- İçsel Yolculukta Aldığımız Yaralarla Ayağa Kalkmak - 25 Mayıs 2024
- Tembelliğe övgü - 18 Ocak 2024