Kötülüğün Yükselişi Üzerine

“BaÅŸkalarını kötü kılan için cezalandırmak isteyenler, kendi özgür iradeleriyle kötü olduklarını kabul etmek zorundadır. Belki de Shakespeare’in ‘Kötü olduÄŸumu kanıtlamaya kararlıyım’ diyen III. Richard’ı, Milton’ın Kayıp Cennetinde, ‘Kötülük benim iyiliÄŸim ol!’ diye haykıran Åžeytan veya Jean Paul Sartre’in Åžeytan ve Tanrı oyununda ‘ Ben kötülüğü kötülük için yapıyorum’, diye itirafta bulunan Goetz gibi kötülüğü özellikle amaç edinmiÅŸlerdir. Yine de her zaman kötülüğü bilinçli seçen insanların, böyle bir ÅŸey yapmaları için zaten kötü olmaları gerektiÄŸini iddia edebilirsiniz. Belki de Sartre’in garsonu oynamayı seçen garsonu gibi, kötüler zaten oldukları ÅŸey olmayı seçiyorlardır.”  Terry Eagleton ( Kötülük Ãœzerine Bir Deneme)

İnsanlık tarihi çeşitli dönemeçlerde defalarca kötülüğün yükselişine, insanlığın adeta kendini kaybetmişcesine kötülüğü alkışladığına şahit oldu. Kötülüğün yükselişinde, kötülüğü uygulayanlar kadar alkışlayanlarda suçludur. Zira o alkış korosu olmasa kötüler bu kadar pervasız olamazdı değil mi?

Ä°nsanlık tarihinin yakın sürecine baktığımızda 1. ve 2.  Dünya Emperyalist paylaşım savaÅŸları bunun en somut ve en acımasız örneklerini barındırır. Bugün lanetlenerek anılan Adolf Hitler, o günlerde kitlelerce alkışlanıyordu. Hitler’in önderliÄŸindeki Naziler ve onu destekleyenler tam bir ölüm makinası  gibi çalışıyorlardı. Kötülük sıradanlaÅŸmıştı o günlerde. En kötüsü ise buydu, kötülüğün sıradanlaÅŸması… En korkuncu buydu.

Son yıllarda Türkiye oldukça kötü ve zor günler geçiriyor. İslamcı faşist AKP iktidarında hayal bile edilemeyecek çok şey gerçek oldu. Geçen sene şehirlerde patlayan bombalar durmak bilmedi. Yüzlerce insan bu katliamlarda hayatını kaybetti. Yüzlercesi bedeninin uzuvlarını kaybetti, engelli oldu. Ve toplumsal olarak ağır travmalar yaşandı.

Ä°hvancı, Selefist, Ä°slamcı faÅŸist AKP iktidarının sorumlularından daha korkunç olanı ise onları kendinden geçmişçesine alkışlayan ÅŸuursuz kitleler. Bu öyle bir hal aldı ki artık doÄŸal afetlerde, depremlerde bile bölgeye göre, ölen insanların inanışlarına yahut kimliklerine göre bu duruma sevinen insanlar türedi. Ege’de deprem olduÄŸunda, “laikler, ateistler belasını buldu”, ” Kemalist dinsizleri Allah cezalandırdı” yahut Süleymaniye’de deprem olduÄŸunda Kürt halkına atfen ” hepsi gebersin” tarzında yorumlara sıkça rastlar olduk. Özetle bu dinci kesime göre kendilerinden olmayan herkesin ölmesi mübahtır.

DoÄŸal afetlerde bile durum bu iken bir de bombalar patladığında kendinden geçme halleri, o alkışları, o yorumları tek kelime ile mide bulandırıcı. Her patlayan bombada ölen onlarca insan ve ülkenin yok edilen geleceÄŸine ÅŸuursuzca sevinen insan toplulukları… En korkuncu bu…

Ve bu durum bazen öyle bir çığırından çıkıyor ki, sosyal medyada insanlıktan çıkma halini tanımlayan birçok mesaja tanık oluyoruz. Patlayan bombayı kimin patlattığına göre sevinen kitle değişebiliyor. Adeta karşılıklı nispete dönüşüyor. Ve patlayan her bombada parçalanan insanlığın tozu dumanı geride kalanları bu şekilde boğuyor.

Bir yanda bunlar sürgit devam ederken bir yandan kadına ÅŸiddet vahÅŸetini arttırarak devam ediyor. Türkiye’de, erkekler anayasal güvence ile her gün kadınları öldürürken,diÄŸer yandan tecavüz ve tacize uÄŸrayan kadın sayısı artıyor. Cinsel ÅŸiddet ve kadın katliamları günlük yaÅŸamın parçası haline gelmiÅŸ durumda. Ve bunu bir ÅŸekilde savunan erkekler hatta kadınlar var. Åžiddete bahane ürettikleri yetmezmiÅŸ gibi ” o da hak etmiÅŸ ama” diyen insan toplulukları da var. Ä°ÅŸte en korkuncu bu.

Türkiye’de ÅŸiddet günlük bir yaÅŸamın haline gelirken sadece insanın insana karşı ÅŸiddeti deÄŸil hayvanlara ve tüm canlılara karşı geliÅŸen bir ÅŸiddet mevcut. Åžiddet vahÅŸileÅŸmekle kalmıyor sapıklaşıyor. SapıklaÅŸan ÅŸiddetle birkaç sapığın ÅŸiddetini kastetmiyorum. Birkaç sapığın ÅŸiddeti olsa mesele daha kolay çözülürdü.

Türkiye’de durum böyle iken peki Avrupa’da durum nasıl? Elbette bu konuda Türkiye ile yarışamaz ama kadına yönelik ÅŸiddet, cinsel ÅŸiddet Avrupa kıtasında da artış gösteriyor. Kimisi bunun suçlusu olarak yabancıları, göçmenleri hedef gösteriyor. Bu da geliÅŸmekte olan ırkçı akımlara propaganda üretiyor. Zira Suriye savaşı ile geliÅŸen mülteci krizi bir bumeranga döndü. Emperyalist güçlerin leÅŸ kargası gibi üzerine çöktüğü Suriye’nin parçalanan bedeninin eti iÅŸtah kabartırken bir kılçık misali boÄŸazlarına takılıyor. Bundan dolayı da yine Suriye halklarını suçluyorlar. Özetle tecavüzcüler takım elbisesiyle toplumda saygın kiÅŸi olarak gezerken herkes tecavüze maruz kalanları taÅŸlıyor. Onlara yapılan yardımlar ise ırkçı propagandanın malzemesi haline geliyor. Ä°ÅŸin garibi uzun yıllardır Avrupa’da yaÅŸayan göçmenler dahi bu yeni göçmenlere pek hoÅŸ gözle bakmıyor. Hani insan soruyor haliyle, yahu kardeÅŸ size ne oluyor? Bu ırkçı politikalardan siz de nasibinizi alacaksınız. Daha basit bir dille anlatayım bizde bir laf var, misafir misafiri istemez, ev sahibi hiçbirini istemez. Velhasıl Avrupa ülkelerinde de ırkçılık hızla geliÅŸiyor.

Ä°ÅŸte tüm bu yaÅŸananlarda hep alkış tutan bir kitle var yahut hiçbir ÅŸey yapmayan insanlar var. Bir durumu kabulleniÅŸ hali bazen o durumu savunmaya kadar götürür. Ä°nsanlığın yaÅŸadığı tüm felaket zamanlarında yollar bu ÅŸekilde döşenmiÅŸtir. O alkışlar insanları usulca kendi felaketlerine götürür. Hani tarih derslerinde öğretmenimize sorardık “Peki hocam o dönemde kimse itiraz etmemiÅŸ mi? Bu çok saçma.” Evet, normal zamanlarda bize saçma gelen birçok ÅŸey tarihsel dönemeçlerde acımasızca vücut bulur.

Kötülük bugünün dünyasında da bir virüs gibi yayılıyor. Kötülüğün kaynağı üzerine her çaÄŸda kafa yoranlar olmuÅŸtur. Kötülük ve ortaya koyduÄŸu problem, teolojik ya da dünyevi kavramlarla ifade edilebilmesine raÄŸmen aslında dünyanın bir bütün olarak anlaşılabilirliÄŸine dair bir problem olarak salık verilir. Aydınlanma’dan bugüne dek kötülüğe iliÅŸkin belli baÅŸlı iki bakış açısı belirginleÅŸir ve her ikisi de epistemolojik kaygılardan ziyade etik kaygılarla yönlendirilir. Voltaire ve John Améry gibi düşünürlerin görüşleriyle ÅŸekillenen bakış açısı, ahlakın, kötülüğün anlaşılabilir kılınmasında oldukça ısrarcı olduÄŸunu vurgular.

Kötülük sorunu Platon ve Yeni-Platon düşüncelerde de görülmektedir. Platon mükemmel ve değişmeyen formlar alanı olan düşünseli, değişen ve mükemmel olmayan maddesel dünya alanından ayırır. Insan ise hem akılsal-ruhsal hem de fiziksel bir yaratık olarak kabul edilmektedir. Platoncu düşünceye göre ruh, maddede hapistedir; yani onun mahkumudur. Dünyanın kusurluluğunun nedeni ve sorumluluğu, maddenin şekilsiz varlığında yatmaktadır. Insanın kötülüğü ve kötülüğün kendisi ruhun maddedeki esareti ve mahkumiyeti ile açıklanabilir.

Hannah Arendt, Yahudi kökenli bir Alman vatandaşı olarak 2. Dünya Savaşı sürecinde Yahudi soykırımına tanık olmuÅŸtur. Arendt’e göre, Naziler yalnızca Yahudilere deÄŸil bütün insanlığa karşı suç iÅŸlemiÅŸtir. Bu ise ahlaki anlamda kötülüğün ta kendisidir. Arendt, eski Nazi subayı Adolf Eichmann’ın iÅŸlediÄŸi savaÅŸ suçları nedeniyle Kudüs’teki yargılanma sürecine gözlemci olarak katılmış ve bu dava sürecinde kötülüğe iliÅŸkin yeni bir açıklama geliÅŸtirerek “kötülüğün sıradanlığı” kavramını kullanmıştır. Bu baÄŸlamda kötülüğün kaynağı “düşünce yoksunluÄŸu” yani fikirsizliktir.

Kötülüğün kaynağına dair birçok düşünce var. Çağımızda bir virüs gibi yayılan kötülüğe karşı kafa yormalıyız bence. 1. ve 2. Dünya Paylaşım savaÅŸlarında iÅŸlenen onlarca insanlık suçuna baktığımızda hep sorarız, “bu kadar insan nasıl bu kadar kötü olabildi” diye. Sadece cehalet deyip geçeceÄŸimiz bir durum olmadığı açık.EÄŸitim önemli elbet. EÄŸitim ama nasıl bir eÄŸitim? Ä°nsani deÄŸerleri, onuru, erdemi yükselten bir eÄŸitim sistemi ve kiÅŸinin kendisini geliÅŸtirmesi, okuması, araÅŸtırması, tarihten dersler çıkarması önemlidir diye düşünüyorum. Ve daha önemlisi sorgulamak. Nerede olursak olalım sorgulamak hiç durmadan sorgulamak… Sorgulamak deÄŸiÅŸime götürecek yapı taÅŸlarının mimarıdır. Alkış tutanlar farkında olarak yahut farkında olmayarak suça ortak olurlar. Sorgulayanlar ise farkındalık yaratarak deÄŸiÅŸime götürürler.