Korkuya Karşı Umut ya da “Cesaret Bulaşıcıdır”

“Korkularımızda ve umutsuzluklarımızda gerçek nesneyi bulamadık.”
[“Karanlık Armoniler”, Béla Tarr­]
“Bir duygu dünyayı tamamen değiştirir.”
[Jean-Paul Sartre]

Bazen kaygılanırız. Öyle ya, bir yaratıcıya yakarırken buluruz kendimizi. Kaygılanırız ve bu, duygularımızı raydan çıkarır. Kaygıyla güçlenir, belki de zayıflarız ama muhakkak daha çok hissederiz. Kaygılandıkça bedenimiz sarsılır, onu daha çok fark ederiz. Daha çok insan ve daha çok hayvan oluruz. Kaygılanırız ve tenimizle tinimiz çarpışır, bir kıvılcım olur, duygularımızla aklımız tutuşur. Kaygı, yoldur. Buradan bir yol açarız.

Ve bazen korkarız. Ama kaygının insana bahşettiği o eşsiz, şairane duygulanış yoktur burada. Korkuyla birlikte kör bir suskunluk olur ya da boş bir çığlık, titreyen dizin yerini hızla kaçan adımlar ya da boş öfkeyle sıçrayış alır. Tüm diğer şeyleri daha az hissetmek vardır korkunun sonunda. Duyguların ve aklın çarpışması da yoktur burada, daha az insan ve daha az hayvan olunur. Korku, yolunu kaybetmektir.

Bugün hangisine maruz kalıyoruz: kaygıya mı, yoksa korkuya mı? Geleneksel olarak felsefede korkudan ziyade kaygı konu edilse de bugün izaha muhtaç olanın korkunun felsefesi olduğu açık. Çünkü “korku imparatorlukları” (ulus-devletler) her zamankinden daha çok devrede.

Norveçli yazar ve felsefeci Lars Fredrik Handler Svendsen de kaygıya büyük metafizik içerimler isnat edilirken, buna kıyasla korkunun bayağıymış gibi görünebildiğine ancak bugün korkunun kültürel ve siyasi açıdan kaygıdan daha önemli neticeleri olabileceğine vurgu yapıyor.

Svendsen bunu Korkunun Felsefesi isimli kitabında dile getiriyor. Murat Erşen’in tercümesi ile Redingot Kitap’tan çıkan Korkunun Felsefesi, “güvenlik politikaları” ile kıskaca alınan gündelik yaşamımıza sirayet eden korkuya ve bunun felsefesine odaklanıyor.

Svendsen, korku ile kaygı arasına mutlak bir ayrımın konulup konulamayacağı tartışmasını derinleştirmiyor ve ikisi arasındaki geleneksel ayrımdan sapmıyor: Korku nesneye sahiptir, kaygı ise nesnesizdir. Peki, hissettiğimizi korku duygusu kılan şey nedir? Korku nedir ve dahası neden korkarım? Ve daha can alıcı ve güncel bir soru: Bugün korkunun kaygıdan daha önemli neticelere hasıl olması neden?

Korku, kalp atışı, titreme ya da hızlı soluk alıp vermenin ötesi, bu fiziksel hallerin daha fazlasıdır diyor Svendsen. Kaygının aksine korkunun daima yönelimsel bir nesnesi vardır. Yönelimseldir çünkü korkuyu öfkeden, kederden ve neşeden ayıran şey kendinde nesne değil, ona dair yorumdur.

Korkunun Felsefesi yedi temel bölümden oluşuyor. Bu tartışmalar daha çok “Korku Kültürü” ve “Korku Nedir?” başlıklı ilk iki bölümde dönüyor. Yazar sonraki bölümlerde ise “Korku ve Risk”, “Korku ve Güven”, “Korku Politikaları” gibi başlıklar altında günümüz korku iklimini merceğe alıyor. Zorunlu olarak belirsizlik ve kesinsizlikle bağlantılı olan sıradan yaşamlarımızın “tedbir” adı altında zapturapt altına alınışına dikkat çekiyor, habire riski düşünmeye zorlandığımızı ve bunun da korunma politikası yarattığını belirtiyor ve şu basit soruyu soruyor: “Güvenlik mi emniyet tedbirlerine yol açıyor yoksa tam tersi mi?”

Bilinmeyenin teması ve korku

Korkunun Felsefesi’nde Svendsen’in altını çizdiği bir diğer nokta ise korku ve temas arasındaki ilişki.

“Bizler çoğunlukla bilinenden ziyade aşina olmayandan korkarız. Bu kendi başına, esasında çoğu şeyin bir kez ona karşı aşinalık kazandık mı özellikle tehlikeli olmaktan çıktığına dair bir gösterge olabilir. Başka ‘ırk’tan olan insanlardan daha çok korktuğumuz ispat edilmiştir… Korku tam olarak onu azaltabilecek olan şeylere mani olur, örneğin insani temas. Korku ve güvensizlik kendi kendilerini devam ettirirler.”

Svendsen’in de değindiği “korku” ve “temas” meselesine Kevin Robins, İmaj isimli çalışmasında “bilinmeyenin korkusu”, “bilinmeyenin temasının korkusu” ve teknoloji ilişkisi bağlamında bir açıklama getirir. Robins’e göre “Temasa girmek, dünyanın yabancılığını hissetme riskini de beraberinde getirir; dokunma duyusu, dünyanın kaotik veya katastrofik yapısına maruz kalma riskini de taşır.”

Bilhassa yeni iletişim teknolojilerine dikkat çeken Robins, dünyayla ve dünyanın gerçekliğiyle doğrudan temasa girmekten kaçınmak için teknolojileri kullandığımızı belirtir.

“Bilinmeyenin temasından daha çok korktuğumuz hiçbir şey yoktur. Teknolojilerle dünyayı belli bir mesafede tutarız. Teknoloji bize dünyayla doğrudan temasın vereceği rahatsızlıktan tecrit edecek araçlar sağlar. Bu açıdan bakılınca, dünyadan uzaklaşmaya, ayrılmaya imkan tanıyan görme duyusunun, vizyonun mobilizasyonu özel bir önem taşır.”

Robins aslında bize “ürkütücü dokunuş yerine aşkın vizyonun ikamesini” anlatır. Bunun tüm yaşamımıza nasıl sirayet ettiğinden söz eder.

Bizler artık “dokunuşa karşı görüş” çağındayız. Bunun yaratıcısı kuşkusuz ki devletlerin korku politikaları ile teknoloji arasındaki muazzam ilişkide yatıyor. Bu işbirliği bedenleri parçaladı, teması öldürdü, kaygısız bir yaşam örgütledi ve bizleri daha çok korku ile baş başa bıraktı.

Bedenlerimiz hiçbir çağda bu denli darbe almadı, bir aradalığı sağlayacak temasa karşı temassızlık hiçbir zaman bu kadar örgütlenmedi. Ve korku hiç bu kadar çok olmadı.

“Cesaret bulaşıcıdır”

Svendsen’in kitabında korkunun karşısına koyduğu şey umut. Ernest Bloch’a atıfla “Mesele, umut etmeyi öğrenmektir,” diyor yazar. Korkunun bulaşıcılığına dikkat çeken Svendsen, “Korku bizi aşağı çekerken umut yükseltir,” diye hatırlatıyor ve ihtiyacımız olan şeyin “insancıl iyimserlik” olduğunu söylüyor.

Svendsen’den devamla belki de bu yazıyı “korku” kadar bulaşıcı olan bir başka duyguya, “cesaret”e değinerek noktalamak gerekiyor. Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) tutuklu Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş birkaç gün önce cezaevinden gönderdiği mesajında buna vurgu yapmıştı. Demirtaş’ın “insancıl iyimserlik” dolu mesajı şöyleydi:

“İktidarın en temel dayanağı korku yaratmak ve bu korkuyu herkese hissettirmektir. Böyle dönemlerde iktidardan korkmak gayet insani bir duygudur; ancak unutmayın ki, cesaret de insani bir duygudur ve korkuyu çocuklarımıza miras bırakmamanın biricik yolu cesur davranmaktır. Cesaret bulaşıcıdır… Emin olun ki, iyilik kazanacak, hepimiz kazanacağız.”

 


Kaynak

Svendsen, Lars Fr. H., Korkunun Felsefesi, çev. Murat Erşen, Redingot Kitap, İstanbul, 2017.

Robins, Kevin, İmaj: Görmenin Kültür ve Politikası, çev. Nurçay Türkoğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2013.