Keyif kaçıran saptamalar -2 –

AKP’den “Kurtulmak” mı Yoksa AKP’den Kurtulmak mı?

İçeride ve dışarıda süreli gerginlik ve çatışma ortamı yaratarak varlığını buna endekslemiş; yalnızca ülkenin geleceği açısından değil bölge ve dünya barışı açısından da ciddi bir tehdit haline dönüşmüş bir “savaş koalisyonu” nun iktidarı ile karşı karşıyayız. Ülke içinde yarattığı kültürel ve siyasal kamplaşmayla halkı birbirine düşmanlaştıran, ülkede bir iç savaş psikolojisini hâkim kılan, tüm bunlar üzerine de keyfi bir tek adam rejimini inşa eden, ülkede zaten zayıf olan demokratik kurum ve alışkanlıkları dinamitleyen, yıkıcı, dağıtıcı, çürütücü bir iktidar bu. Ülkenin aydını da sıradan insanı da, “AKP iktidarı barışçı biçimde terk eder mi?”,” Bu acaba ülkede ki son seçim mi olacak?”, “AKP seçimi kazanmazsa bir iç savaşı tetikleyebilir mi?” sorularını ciddi ciddi aklından geçirir hale gelmiş durumda. Ülke yalnızca bir iç savaş atmosferi içine sürüklenmiş değil… Dışarıda da sürekli bir savaş halinde; açıkça savaşılmadığı nadir zamanlarda da, her an savaşa girebiliriz modunda yaşar haydeyiz. Bu sürekli savaş halinin ülkeye tek hediyesi ise içerideki kutuplaşmayı ve otoriterleşmeyi daha da artırmak… AKP, 20 yıllık iktidarının sonunda ne refah artışı, ne demokrasi ve özgürlüklerde genişleme anlamında bir kazanımla övünemiyor. Övünülecek tek bir malzeme var: Artık yerli ve milli silah üretiyoruz! Azıcık tarih bilgisi olanlar, bu manzara ile benzerlik kurulabilecek tek tarihsel örneğin faşizm olduğu konusunda hemfikir olmakta güçlük çekmeyecektir.

Hal böyle olunca bu iktidardan acilen kurtulmak gerekliliği tartışılmazdır. Önümüzdeki seçimler bu açıdan bir fırsattır. Ala… Bu noktada sorun yok. Ama acaba seçimlerde AKP kaybederse, yerine yeni iktidar ya da koalisyon geldi diye, bir zihniyet olarak da AKP den kurtulmuş olacak mıyız?

Varlık koşullarını değiştirmeden o şeyden kurtulamazsınız

Yaşı yetenler hatırlar. 12 Eylül’ün ardından gelen ANAP iktidarı da aynı AKP gibi anti darbeci, demokrasi taraftarı, dindar, liberal ekonomi yanlısı vb. söylemlerle iktidara gelmişti. Geçmiş partilerden ve geçmiş darbe döneminden bıkmış olan halkın önemli bir desteğini de kazanmıştı. Yine AKP döneminde olduğu gibi ANAP döneminde de bir süre ekonomide işler düzeliyor gibi göründü; demokrasi söylemini açıkça tekzip eden davranışlarda en azından dikkat çekecek boyutta değildi. Ama bir müddet sonra her iki alanda da işler kötüye gitmeye başladı. Diğer partiler yine ANAP karşısında dişe dokunur farklı bir alternatif üretmedikleri için ANAP artan yıpranmasına karşın bir müddet daha iktidarda kalmayı başardı. Sonunda halkın iktidara karşı tahammülü tükenince seçimi kaybetti ve yerine DYP-SHP koalisyonu kuruldu. Basın yeni iktidarı “devrim gibi!” manşetiyle selamladı. Ne var ki yeni iktidarın ANAP’tan farkı biraz daha laik ve biraz daha füturlu bir siyasal üsluba sahip olmasıydı. Temel ekonomik ve sosyal politikalar alanında hiçbir esaslı farklılığı yoktu. Aynı neo liberalizm, Kürt sorununda aynı savaş politikası, yargısız infazlarda artış, Sivas katliamı, siyasi suikastlar vb. Sonuç, büyük bir hayal kırıklığı ve o süreçten bugüne uzanan daha karanlık, otoriter, faşizan bir dönem oldu…

Geldik bugüne

Biz sosyalistler boş yere uyarıda bulunmuyoruz. Keyif kaçırmaktan hoşlandığımız için değil; hele gamlı baykuş olduğumuz için hiç değil. Tarihsel iyimserlik bizim en büyük gücümüzdür. Elbette AKP gitmelidir ve bu doğrultuda gereken neyse onu yapmak bir yurtseverlik ve demokrasi gereğidir. Ama boş hayallere kapılmamak ve gelecek iktidara karşı da şimdiden aktif bir uyanıklık içinde olmamız gerektiği gerçeğini unutmamalıyız. Bu nedenle gerçeklerin keyif kaçıran yanları konusunda da daha bugünden bir zihin açıklığı edinmek durumundayız.

AKP’den zihin olarak da kurtulmak onun varlığını sağlayan temel koşulları değiştirmekle olasıdır. Nedir AKP’yi besleyip büyüten koşullar peki? Önce iç nedenlere bakalım; 12 Eylül zihniyeti, yanlış laiklik anlayışı ve uygulamaları, ardından evrensel nedenlere bakalım; yeşil kuşaktan ılımlı İslam anlayışına kadar dinselleştirmeye dayalı politikalar, neo liberalizm ve küreselleşmenin halkı eğitimden, sağlıktan, istihdam hakkı başta sosyal güvencelerden yoksun bırakan ve siyasal olarak da otoriterleşmeyi besleyen sonuçları… Bunlara eklenecek unsurlar da var ve  fakat bunları bu yazı sınırları içinde ayrıntılandırmak mümkün değil.

Sonuç itibariyle

Açıkça görülüyor ki, tüm bu faktörleri ortadan kaldırmayı amaçlayan bir iktidar seçeneği ile karşı karşıya değiliz. Tam aksine… Belki biraz yumuşak yüzle, küfretmeden ve halkı bu kadar kutuplaştırmadan aynı programı uygulamaya talip olan bir müstakbel iktidar seçeneği ile karşı karşıyayız bugün. Neo liberalizmse neo liberalizm devam edecek; dinselleştirme ise “özgürlükçü laiklik “kisvesi altında dinselleştirme sürdürülecek; yürütmenin yasama ve yargı üzerindeki gücü biraz yumuşatılarak yine varlığını büyük ölçüde koruyacak… Kısacası, yeni iktidar adaylarınca bize önerilen bir sosyal devlet programı, demokrasinin daha yaygın ve katılımcı hale getirilmesi programı, Kürt ve Alevi yurttaşların sorunlarına yönelik çerçevesi net ve tatmin edici bir çözüm planı vb. yok. Bunun farkına varmak ve yeni iktidara karşı da daha ilk günden tüm bu alanlarda aktif bir baskı uygulamak durumundayız. Ezcümle, eğer Millet ittifakı seçimi kazanırsa yapabileceği tek iyiliği yapmış olur bunun dışında bu kafa ve programla yapabileceği başkaca bir iyilik de yoktur. AKP’nin iktidardan gittiği ilk gün Millet ittifakının gölgesinden çıkıp yeni ve gerçekten emekçilerin, etnik ya da dinsel-mezhepsel ve elbette cinsel kimlik açısından tüm ezilenlerin güçlü biçimde temsilcisi olabilecek özgürlükçü, demokratik ve eşitlikçi bir seçenek yaratmak için kolları sıvamazsak, emin olunuz ki; AKP bu seçimde gider ama gelecek seçimde AKP ya da benzeri bir parti, çok daha güçlü bir biçimde ülkenin üzerine faşizan bir kabus gibi çöker.

Mahmut ÜSTÜN
Latest posts by Mahmut ÜSTÜN (see all)